
Musibet ve belaların toplum bilimine katkıları!
Mehmet Kaçar
“Başınıza gelen her musibet, kendi ellerinizin kazandığı günahlâr, ihmal ve kusurlar yüzündendir. Bununla beraber Allah o günah ve kusurların pek çoğunu da affediyor.”( Şûra:30).
Onlar ki, yanlarında Allah anıldığı zaman kalpleri derin bir saygıyla ürperir, başlarına gelen musibetlere sabreder, namazı dosdoğru kılar ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan bir kısmını Allah yolunda harcarlar.”(Hac:35)
Başa gelen bu benzeri musibetler, ancak Allah’ın izin vermesiyledir. Kim içten ve şuurlu olarak Allah’a iman ederse, Allah onun kalbini doğruya ve gerçeği idrake açar. Allah her şeyi hakkiyle bilir.(Tegâbün:11)
“Ateşin, altın ve gümüşün paslarını giderdiği gibi, bir Müslüman’ın hastalığı da onun günahlarını giderir.”(İbn Mace, Tıb: 18)
Bir kul kendisi için (cennette) hazırlanmış olan makama ameliyle erişemeyecekse, Allah onun bedenine veya malına veyahut çoluk çocuğuna bir bela verir de bu belaya sabrı sebebiyle o makama eriştirir.(A. B. Hanbel: V/272)
Biz kendimizi düzeltmediğimiz sürece, ne hükümetler, ne sistemler bizlere bir şey veremez. Asıl olan bireyin kendisini fıtratına uygun ve inancına göre hayırlarda yaşamasını öğrenmesi gerekir. Her bireyin başına bir polis diksek de o birey Salgın bir hastalığın pençesinde kıvrandığımız şu günlerde, şu güzel ülkemizde, kendi çıkarları ve görüşleri doğrultusunda, bir kaos ortamı oluşturmak isteyen ve bu konuda gece demeden gündüz demeden durmadan çalışanlar, yine kaybedenlerden oldular. Çünkü bu necip millet artık “kül yutmuyor”, hileyi şeriyyeyi ve hakkı hakikati gayet iyi görüp biliyor.
Küresel güçler adına burada biraz kalem karalıyorum. Bir virüs çıkarırsak, milletleri evlerine hapis edersek, bizler o zaman meydanlarda at koşturur hale geliriz. Ekonomileri istediğimiz gibi yönlendiririz. Bize kafa tutan yönetimleri ve devletleri bu yolla fakirleştirip yerlerine bize bende olanlarını iktidara getirerek bu yolla sömürümüzü devam ettirebiliriz, sözümüzü dinletebiliriz düşüncesindedirler. Bu planları yine geri tepmiş durumdadır. Neden mi? Burada sosyal olguları birazcık açıklayıverelim istedim.
Dijital bir çağa doğru adım adım ilerliyoruz. Her ay yeni bir teknolojik alet hayatımıza “hayırlı sabahlar” diyor. Bu yolla hem dimağımızı hem de cebimizi soyup soğana çeviriyorlar. Bundan kaçmamız artık imkansız gibi bir şey oldu. Dijital gelişmelerin artması ile insan ilişkilerinin durma noktasına geldiğini görmekteyiz. Evlerine hapsedilen insan denen yaratık, dijital aletlerin hapis çemberi içerisine olmalıdırlar dediler ve sihirli camın arkasına insanı mahkum ettiler. Ama ülkemizde bunun son bela ve musibetlerden sonra ters teptiğini görmekteyiz.
Çünkü, çoklu yaşam(çok katlı ve daireli) biçiminde yaşayan ev hanımları, merdiven altlarında, yahut yangın merdiveni boşluklarında, çay ve kahve demleyip , literatürümüze sosyal mesafeli bir misafirlik anlayışını kazandırdılar.
Diğer başkaları ise balkonlardan balkonlara isim, şehir oyunu oynayarak komşuluk literatürümüze yeni bir sosyalleşme getirdiler.
Evlerine hapis edilen aile bireyleri, kahvehanelerden, spor salonlarından, meyhanelerden ve diğerlerinden dışarı çıkıp ev içerisindeki bireyleri yeniden ilk defa bu kadar yakından tanıma imkanı buldular. Çocuklar babalarını annelerini, ebeveynlerde çocuklarını bu kadar uzun soluklu görme fırsatını elde ettiler. Bu hallere, parçalı bir yabboz mu dersiniz ne derseniz deyin, şarkılı-türkülü eğlenceler mi dersiniz, eğitici- öğretici oyunlar mı dersiniz, aile içerisinde dokuz taş, yüksük oyunumu dersiniz, eğitici-öğretici oyunlar mı dersiniz, siz ne derseniz deyin, herkes evlatları ve ailesi ile kaliteli bir zaman geçirmenin tadını çıkararak, hazzın doruklarına ve sosyalleşmenin zirvesine tırmandırdılar. Bu durumun olumsuz yanı yok mu yani der gibi olduğunuzu işitir gibiyim. Tabi ki var. Azınlıkta olsalar bile bunlarda var. Alkolikler ve madde bağımlıları açısından bu durum oldukça sıkıcı olabiliyor ve bir kısmı bu zorunlu izolasyondan dolayı tedavi bulduğu halde diğer bir kısmı aile içi şiddeti artırmış durumdalar. Bu da sosyal bilimler açısından istenmeyen olumsuz bir durumdur tabi.
Yıllardır Türk kadınının sürekli şikayet edip durduğu “beyim ev işlerine bir türlü yardım etmiyor “ dedikleri konuda böylece çözüme kavuşturulmuş oldu. Evlerinde zorunluda olsa oturmak zorunda kalan beyler bu süreç içerisinde sarma sarmayı, mantı açmayı, mayalı ekmek yapmayı da öğrendiler, en azından hanımları ve çocukları ile imece usulü de olsa beraber bunları yapmaya başladılar.
Küresel güçlerin bitirmeyi planladıkları, dini eğitimi bir kısım insanımız tarafından bu süreçte zirveye taşındığı da bilinmektedir. Bu durumun, yine bitirilmesi planlanan İslam medeniyet ve inancını güçlü bir şekilde teşvik ederek aile bağlarını güçlendirdiği, adeta filizlerinden yeniden doğmasına sebep,vesile olmasına yol açtı bu musibet. Bu değerlerin varlığını tekrar gündeme getirdiğini ve hatırlattığını unutmayalım. Mesela, bir bey işten eve yorgun argın dönünce, hanımı gözünün içine baka baka, yüzüne baka baka, nasılsın, yorgun musun, iyi misin, hasta mısın, bak öksürüğün bile va,r bir derdin mi var, iş yerinde günün nasıl geçti, bir sorun yaşadın mı? gibi soru yağmuruna tutsa da evin beyi gözlerini biraz belirterek kafasını oturduğu yerden şöyle bir kaldırarak ve “hasbünallah veni mel vekil “diyerek yeniden iç alemine dönerdi. Şimdi her dakikasını ailesi için önem arz eder bir şekilde geçirerek yaşamayı öğrendi.
Eski nesile ait ne varsa yok etmek isteyenler, geleneğe- göreneğe dair ne varsa ortadan kaldırmak isteseler de, bu musibet bizim milletimiz tarafından, geleneğimizin, göreneğimizin kıymetini yeniden keşfedip sıkı sıkıya bağlanılmasını öğretti. Herkes gücünün yettiği kadar her konuda eski “anam-babam” usulüne geri dönülmesini sağlarken, artık dışarıdan ekmek alanlar çok azaldı. Neredeyse herkes evde yapma telaşına girdiler. Hatta evde ki hayatı keşfeden çılğın ekmekçiler, marketlerde ki ekmek mayası stoklarını daha ilk haftadan itibaren tükettiler. Ekşi maya yapanlar; her gıdayı probiyotige çevirenler, kelle paçaya ağırlık verenler, kemik iliği çorbası ve haşlamaya yemeyi sevenler, bağışıklık sistemlerini güçlendirebilmek için ellerinden geleni yapmaya devam ediyorlar. Sadece gıdada değil hâ! Eski etaminleri yeniden ortaya çıkaranlar, şişlerini (örgü millerini/tığlarını) ellerine alıp iki ters bir düze devam edenler, oyadır, çemberdir ne varsa sandıklarında bekleyen el emeği, göz nurunu orta yere dökenler, unutulmamalı ki unutmaya yüz tutan bir sürü el emeği göz nuru el sanatlarını yeniden keşfe koyuldu bu millet.
Artık hayallerimiz bile değişti, ömrümüzün belirli bir kısmını ödemeye ayırdığımız ev taksitlerimizin yerine, bahçe içerisindeki köy evlerini keşfedip yemyeşil bahar mevsimi içerisinde arsalara yöneldik. Ömründe köy hayatını görmemiş olan insanlarımız dahil, keçi-koyun-inek beslemek, tavuk yemlemek hayallerini yeniden yeşerten bir millet haline geldik.
O yük gördüğümüz, kurtulmayı umduğumuz yaşlılarımız da bu sayede bir çok zahmetten ve yalnızlıktan kurtuldular ve yeniden büyük aile modelinin verdiği mutluluğu yaşamaya başladılar. Torunlarına mütebessim gözlerle bakmaya, bakarlarken de iç huzurunu hissetmeye başladılar. Her hizmetleri ayaklarına yeniden getirilir oldu artık. Dede torun tartışmaları ve oyunlarına sık rastlanmaya başlanıldı.
Hani din, diyanet biter diye uman küresel güçler vardiya, bugünlerde eğer ölürsem korkusunu yaşayan bu millet bilesiniz, dua etmeye, namaza kılmaya, Kur’an okumaya çoktan başladılar. Kaza namazlarını üçer beşer kılar duruma geldiler. Minarelerden, balkonlardan, ev odalarından salavat sesleri, hatim nağmeleri, tevhid zikirleri, duyulur hale geldi. Tevhid zincirini başlatıp, katılmayanları artık eldivenlerle döver oldular.
Dedeler, cemaat ve Cuma hasretinden, cami kapılarını yumruklar hale geldi. Kuran talebeleri ne zaman normal cami derslerine başlayacağız diye kulak kabartıyorlar. Herkesin gözü minarede ve camide asılı bir halde. Normalinde Cuma namazlarını eda edemedik diye içimiz bir ustura yarası gibi acıyor diye göz yaşı dökenlerin sayısı her geçen gün hasretten artmaya devam ediyor. Avrupalılar, hoparlörden ezan okutup, caddelerde insanları secdeye kapatırlarken, kiliselerde ezan ve kuran okutmaya başladılar. Amerikalı doktorlar diz çöküp Allah’a dua eder hale geldiler. Dünyaca meşhur olan futbolcu Ronaldo Kur’an okumaya başladığını açıkladı.
Bu millet ve hanımlar, arabalarına binip, o AVM bu magaza senin diyerek gezmeyi bıraktılar. Hatta çocuk ve aile içindeki sivri diller törpülenip biraz daha kibarlığı, nezaketi öğrendiler.
Ey küresel güçler ve avaneleri, ne ummuştunuz neler buldunuz bir kez daha düşünün derim. Bunlar inanın bir öngörü değil, bekleyin göreceksiniz, dünyaya daldırdığınız bu millet ölümü hatırladıkça, ahreti öğrendikçe, kendine, özüne daha çok dönecektir.
Dünya için koşuşturmaktan iç sesimizi duyamaz hale gelmiştik. Evelerimize zorunlu olarak kapatıldığımız andan itibaren sakinleşmiş bir şekilde onu duymaya başladık, fıtratımızı yeniden keşfettik. Biz dini konuları ihmal ettik ama buradan bir soru gelirse ne yaparız diye paniklemeden yeniden düşünmeye başladık.
O(c.c.)’nun izin vermediği yerde bütün çarelerin tükendiğini, şifanın ilaçtan değil de Şafi (Şifa vereci ) yalnızca O olan dan olduğunu anlayıp, O’nun yüce kudretine yeniden teslim olduk. Şimdi bu imanımızı bir kat daha kuvvetlendirdik ki, İslam düşmanları istese de istemese de Allah(c.c.) nurunu elbette tamamlayacaktır. Selametle!...