
MURTET ÖLDÜRÜLÜRMÜ?
Mehmet Kaçar
İslam Dini yeryüzünü şereflendirmeye başlamadan önce, dünya sathın da, -terör, darp, gasp ve zulüm- açık ve bir hakmış gibi dünya topraklarına hakim idi. Tarihi kaynaklar da bu durum apaçık bir şekilde yer almaktadır.
İslam Dini, yeryüzünü şereflendirmeye başladığı andan itibaren de insanlığın onuru, şerefi, vatanı, ırzı ve namusunu kurtararak, insanca yaşamanın, saadet asrının en mükemmel örneğini insanlığa sunmuştur ki, bunun en güzel örneği ise, renk, dil, ırk ve din ayırmadan yapılan kardeşlik antlaşmasıdır.
Bu kadar insan haklarına, sömürüye, zulme karşı olan dinler, özellikle de İslam Dini teröre, korkuya, kaosa, güvensizliğe, ekonomik sömürüye onay verir mi hiç?
Tabi ki, yüz de yüz bir cevapla bunlara asla izin vermez ve insanı insanca yaşamaya davet eder.
Terörün hedefi, hedef aldığı millet içerisin de korku salmak, güven ortamını bozmak, insanın, insanlar arası şüpheciliği yapmak içindir.
İnsanların birlik ve beraberliğini ortadan kaldırıp, suçlu-suçsuz, zalim-mazlum, günahkar-günahsız, evliya-mürit, kürt-türk, sünni-alevi ayırmadan, düşmanlık tohumu ekmektedir terör.
Terör, pek çok mazlumun, masumun, fakir-fukaranın, can ve mal kaybına, ülkenin refah seviyesinin çökertilmesine neden olunur.
Maide Suresi’nin 32. ayeti kerimesi ve devamın da gelen ayeti celileler de ise, bir masumun öldürülmesini bütün insanların hatta tüm alemin(küçük alem insan, büyük alem ise kainat) öldürülmesi gibi değerlendirilmiştir ve bu tür eylemlerin de ağır cezalarla cezalandırılmasını da Cenabı Allah emretmiştir.
Bir de o dönem de Medine’yi Münevvere de; hapishane gibi bir tutuk evi yoktur ki bu dünyada hapishanesi olmayan tek devlettir. Cezalar da anın da uygulanıyordu.
Üstelik de Maide Suresin de ki bu ilahi hükümler bütün hak(insan hakları, diğer canlıların hakları, nebatatın hakları, cemadatın hakları) “ilahi, vahye dayanan tüm dinler de(ehli kitap) var olduğunu da güçlü bir şekilde ifade ederek açıklamaktadır.
Dini kendi çıkarları için (zahir ve batın) kullanan bu zavallılar, kullandıkları gafil-cahilleri “Allah rızasına nail olmak, cenneti hak etmek” le kandırıyorlar. Bu kandırma pozisyonun da olanlar ise hiç bir zaman kendilerini canlı bomba olarak patlatmıyorlar.
Bu terör grupları amaçlarına ulaşabilmek için de önce terörün seçtiği hedef kitle ve milleti kafirlikle, ya da Allah’ın hükümlerine uymamakla suçlayarak ötekileştiriyorlar.
Psikolojik alt yapıları, çeşitli nedenlerle müsait olanları(ailevi- ekonomik- ruhi sıkıntıları olanları) buluyorlar, din düşmanlarına veya dinden çıkıp küfre düşmüş olanlara uygulayacakları terörün cihad olduğunu (bunu Hz. Ali(k.v)den ayrılan hariciler de savunmuş, Hz. Ali (k.v)nin, bunların katlinin vacip olduğunu söylemesini çok iyi düşünmemiz gerekiyor.) eğer yaşarlarsa bunlar büyük bir kahraman veya gazi olacaklarını, ölürlerse de ki başka şansları yok, cennetlik olacakları şeklinde beyin yıkama metodu ile ve telkin yoluyla yapıyorlar. “Samimi” inanmış gafil ve cahiller, Kur’an-Hadis ve sahabeyi tanımayanlar, okumaya tenezzül etmeyenler, hatta bir kısım sahabeyi tekfirle suçlayanlar, bu telkinlere kanarak cinayetlerini çok rahat, İslam adına cinayet işlemeye devam ediyorlar.
Bu noktada sorulması gereken en önemli soru şudur:
Bir şahsı, topluluğu, milleti, devleti toptan kafir ilan etmek(darül harp) ve tüm milletin katline cevaz vermek, hangi dinde ve hangi sünnette olduğunu acil açıklamaları gerekmektedir. Bizim bilmediğimiz hangi kutsal din buna izin veriyor?
Bir kimse ben dindar değilim(ateistim, dinsizim), Müslüman hiç değilim, önceden dindar ve Müslümandım, şimdi dinsiz ve ateistim yada Müslümanlığı terk edip ehli kitap oldum derse zaten dinden de, İslamdan da çıkmış olur. Bu durumda ki bir insana ne yapılması gerekir sizce?
Mürted(dinden çıkmış), olmuş veya hiç Müslüman olmamış ama Müslümanların içerisin de yaşayan kimselerin, münafık ve müşriklerin(mesela Mekkeli),, Müslümanların dinlerine hiç saldırmıyorlar ve daima saygılı davranıyorlar, savaş açmıyorlar, kendilerine düşen görevleri devletine karşı bil fiil yerine getiriyorlar, onların hamisi ve koruyucusu yine Müslümanlardır. Eğer İslama savaş açıyorlarsa, hain planlar içindelerse, işte onlarla savaşmak da Müslüman için farzdır ve cihattır.
Ölme ve öldürme pahasına din ve yurt savunması yapılır, canla malla vatana ve dine hizmet edilir. Ama onlar barış için de, ihanetsiz yaşamak ve ilişki kurmak isterlerse de “İyilik ve adalet içerisin de” onlarla ilişki kurulur”(Mümtehinne: 8-9).Medine de Hristiyan, Yahudi, ateist ve Münafıklar, öldürülmediler.
Kendi iradesiyle ve açıklamaları ile dinden çıkıp mürtet olanların tövbeye davet edileceği, tövbe etmezlerse öldürülecekleri şeklinde ki yorumlar, hükümler ve içtihatlar da mevcuttur. Ancak, buna karşılık mürtetler de Müslümanlara karşı savaş açmadıkça, ihanet etmedikçe ve arkadan vurmadıkça Müslümanlara karşı açılan savaşlara katılmadıkça ve hatta yaşadığı Müslüman toprakların Müslümanlarla beraber gayri müslimlere karşı savunuyorsa, öldürülmez ve bağışlanır yorumları da var. Bu yorumlara ise çok fazla yer verilmez.
Bu nokta da şu soruları sorabiliriz:
a- Bir kimse dinden çıktığına, kafir olduğuna kim neye göre ve nasıl karar verecek?
b-”Dinden çıkan öldürülür”diyenlere bunu kim hangi makam kime göre ve yetkiye göre icra edecek?
c- Dinden çıkan devlete karşı savaş açılır mı?
d- Dinden çıktığı için cezalandırılacak kimsenin yanın da masumları da cezalandırmak caiz midir?
Bura da “mürtet öldürülür” diyenlere göre dahi bu yüzden masum(suçsuz-günahsız) insanlar öldürülemez, şu halde terör yapılamaz, buna caiz diyen hiç bir İslam alimi yoktur.
İnsanın ölümüne yukarı da ki şartlar hariç, caiz diyen şeriatçılara tavsiyemiz, bir kez olsun Kur’an ve Sünneti, siyeri ve Efendimizi okusunlar...
Fi Emanillah...