'MÜ'MİN'İN ARTIĞI MÜ'MİNE ŞİFADIR'
Mehmet Kaçar
Bu hadisi şerifi bugün anlamada ve fiiliyatta sıkıntılı bir şekilde kullanıyoruz. İlk önce mana cihetinden konuya bir bakalım istedim. Mana cihetinden konuya baktığımız da:Mü’minin artığı mü’mine şifa mıdır? sorusunu sorarak bu işe bir çözüm bulmaya çalışalım! Evet!.. Mü’minin artığı mü’mine bir şifadır. Ama nasıl bir artık şifadır? İşte burada sıkıntılı bir uygulama görülüyor. “Artık” diye suya, yemeğe, tükürülüyor. Adamın suratına üfleniyor. Yemek artıkları şifa diye yeniyor, hatta tabaklarda ki artık çorbalar gerisin geriye tencerelere boşaltılıyor. Durun durun hemen öyle celallenmeyiniz. Hele bir yazacaklarımı okuyunuz ve ondan sonra karar veriniz. İslâm böyle bir davranışı kabul etmez. Çünkü temizlik imandandır ve dinidir. Hatta bir başka hadisi şerifte de imanın yarısıdır buyrulur. İslâm aynı zamanda da sağlık dinidir. Mikrop bulunan ve salgın olan yörelere gidilmemesini ve garantina uygulanmasını salık verir. Mü’minlerin elinden, dilinden ve belinden, diğer mü’minlerin emin olduğu kişi emin kişidir. Ayrıca ağız sağlığı(diş fırçalamak/misvak) beden sağlığı, ruh sağlığını ön plana çıkaran dinin adına İslâm denir. Bu tür bir yaklaşımla konuya yaklaşırsak; mü’minlerin sağlıklı yaşama haklarına müdahil olmuş oluruz. Adamda verem, sarılık, grip, nezle, AİDS vb virüsleri var. Ama mü’min! Bu adam yerlere, yemeklere, suya tükürürse ve hatta nefes yoluyla bu ve benzeri virüsleri kardeşlerine taşımış olmayacak mı? Elbette olacaktır. Onlarında hastalanarak ibadet etmelerinden, rızık için çalışmalarından alıkoymuş olur mu olur. Böylece onun kul haklarını da ihlal etmiş olmaktadır. Bugün Tabebet(tıb) bilimi de bazı hastalıkların mikroplarla insandan insana taşındığını hatta steril bir ortamda bile mikrop üretilebildiğini yahutta nefes, türükürk, ve kan yoluyla taşındığını, bazı hastaları bu konuda garantinaya dahi aldıklarını hemen hemen herkes çok net bir şekilde bilmektedir. Tükürük konusunda İslâm’ın Peygamberi bakınız neler buyurmuş: “Biriniz tükürmek zorunda kaldığında, önüne ve sağ tarafına tükürmesin, sol tarafına veya sol ayağının altına tükürsün.(Buhari, Salat, 35-Müslim, salat, h.no 1254). Şimdi bu hadisi şerifin buyrulduğu asra gitmek, cehalet içerisinde kıvranan muhatapların durumunu düşünmek, o günkü sosyal şartları göz önüne almakta çok büyük fayda vardır. İşin önemi bu taktirde çok daha iyi anlaşılacaktır. Özellikle tükürüğün yasaklanması veya belli bir kurala tabi kılınmasıyla ilgili konuların mescitler etrafında dönmesinin hikmetini daha kolay anlayabiliriz. Zira her tarafı çamur ve toprak olan memleketin başka yerlerine atıfta bulunmakta müspet bir etki olmayabilirdi. Tevbe suresi 108. ayette da “Allah da tertemiz olanları sever” buyruluyor. O halde Mü’minin mü’mine artığı şifadır hadisi şerifini nasıl anlamamız gerekiyor? Geliniz bir nebzecik de olsa buna kafa yoralım isterseniz! Burada ki “artık”, artan mal, mülk, para-pul yani emtiadır. Sen akşamleyin evinde bir tencere yemek pişiriyorsun. Bunun bir tabağını aç olan, ihtiyaç sahibi olan bir komşuna ikram ederek ona şifa sunmuş olursun. İlaç alamayacak kadar fakir bir hastaya artık parandan para yardımı yaparak ona şifa verebilirsin. Evinde bulunan artık giysileri bir fakire, bir muhacire vererek onun soğuktan donmasını engelleyerek şifa vermiş olabilirsin. İslâm; sokağa, caddeye tükürülmesini istemeyen bir din iken suya ve yameğe şifa diye tükürülmesine izin vermez. Fatih Sultan Mehmet Han; sokağa tükürenlerle mücadele edebilmek için kireççiler ocağını kurup bir vakıf haline getirmiştir. Tüküren insanlardan alınan paralarla sönmemiş kireç alınıyor ve o işi yapanların masrafları bu gelirden sağlanıyordu. Sönmemiş kireçle tükürükler de bulunan mikroplar yakılıyordu. İslam’ın; yemeğe, suya tükürülmesine yahut artık yemeklerin yenmesine ya da artık çorbanın geriye tencereye dökülmesine asla izin verdiğini tahmin etmiyorum. Çünkü insanlara tiksinti verecek şeylerden kaçınılması da ayrıca adap ve İslam’ın şiarındandır. Bizler adabı muaşeret kurallarını unutarak emperyalist kültürün boyunduruğu altına girmiş ve kendi kültürümüzü unutarak mukallit olmuşuz. Ebeveyn ve eğitmenlerimize bu konuda yani kendi adabı muaşeretimizi geri kazanmak için çok işler düşmektedir. Fi Eamanillah!