Mehmet Kaçar

Milletleri mutlu eden şey nedir?

Mehmet Kaçar

Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş ve yükselme dönemine denk gelen ilk yarısı yani ilk 300 yılındaki büyük Şeyhülislamlar(İslâm âlimleri) genellikle hak ve adaleti, karşılarındaki kişi padişah bile olsa savunan insanlardı. Bu konuda kayıtlara geçmiş pek çok menkıbe bulunmaktadır. Her daim ve her yerde, kendi hayatları pahasına dahi olsa, hak ve adaletin yanında yerlerini alan kahramanlar olarak tarihin sarı sayfalarında yerlerini almışlardır. İçlerinde çürük elmalar da vardır tabi ki. Hepsi bir olacak Osmanlı Padişahlarının mutlakiyetini, kanun zihniyetiyle tahdid eden(sınırlayan) bu nurani silsile içerisinde, etrafına ilmi nurlar saçan Şemseddin Fenârî gibi mahkeme salonunda Yıldırım Bayezid’in(Sultan-ı İklim-i Rum) şahitliğini bazı kendince haklı olduğu nedenlerden dolayı ret eden; Molla Fahrettin gibi ikinci Murad’ın yapmak istediği tahsisat(ödenek) zamanını, israf diyerek kabul etmeyen; Molla Gürânî gibi Fatih Sultan Mehmet Han’ın bir padişah fermanını kanuna aykırı bularak yırtıp atma cesaretini çok rahatlıkla işledikten sonra bu fermanı getiren çavuşu sopa ile kovalayan; Zenbilli Ali Efendi gibi ikinci Bayezid’in bir mülâkat istediğini ret ettikten sonra Yavuz Sultan Selimle çok şiddetli bir görev(vazife) ve selâhiyet tartışmasından(münakaşasından) sonra selâm bile vermeyerek çıkıp giden ve o padişah’ın aşırı icraatına(uygulamalarına)şiddetli itirazlarıyla engel olan hak ve kanun müdafileri olmuşlardır. Hak ve adaletin yılmaz savucuları ve bu uğruda canlarını feda edecek kadar Allah(cc) yolunda gitmeleri mutluluk kaynağı olmuştur. Tebaanın güvenini tam kazanmışlardır.

Bu kadirşinas İslam âlimlerinden ve gökteki yıldızlardan biri mesabesinde olan Molla Güranî’nin Fatih -Libâsın(giysin) haram, taamın (yediğin) haram!

Diyerek yüzüne karşı çıkışıp eleştirdiğinden bahsedilir.

Günümüzde bu kabilden sözleri makamı en altta olan bir memura dahi söylemek kabil değildir.

İngiliz Adliyesi’nin ıslahında, eski Osmanlı adliyesinin örnek alınması işte bu ve benzeri örneklerden dolayıdır. Osmanlı Adalet sisteminden birkaç örnek verelim:

Osmanlı Devletinde XIX. Yüzyıldan itibaren bir kısım davalara bakma yetkisi davanın sıfatına göre birtakım meclislere havale edilmeye, bazı davaları görmek içinde özel komisyonlar oluşturulmaya başlanmış, Tanzimat Fermanı’ndan sonra adlî alandaki ıslahat çerçevesinde taşralarda eyalet yahut livâ merkezi olan şehir ve kasabalarda yargılama yetkisine de sahip birtakım meclisler kurumuştu. Aslında 1215 (1800-1801 yıllarından itibaren de Osmanlı tebaası ile yabancılar arasında zuhur eden ticari davaların Osmanlı ve yabancı tâcirlerden oluşan karma komisyonlarda çözümüne istisnai şekilde izin verilmişti.

İstanbul’da bazı davalar 1826’da teşkil edilen İhtisap Nezâreti’nde, sarrafların bir kısım davaları önceleri Darphâne-i Âmire’de, 24 mayıs 1839’dan itibaren de Maliye Nezâreti’nde oluşturulan Meclis-i Muhâsebe’de görülmeye başlanmıştır. 1 Ocak 1840 tarihinde ise beratlı Avrupa ve hayriye tüccarının davalarının görülmesi için bir ticaret meclisi kurulmuştur. Bu tâcirlerin ticarî davaları İstanbul’da ve ticaret meclisi bulunan taşralarda bu meclislerde, bulunmayan yerlerde muteber tüccarların da içinde bulunacağı memleket meclislerinde, tâcirlerin aldıkları iltizam ve mukâtaalara ilişkin davalar ise Meclis-i Mâliye’de görülmekteydi.

Deniz ticareti ile ilgili işler ve davalar başlangıçta muteber tüccarlar arasından seçilen kişiler bakmakta iken bunlar, 22 Mayıs 1850 tarihli bir fermanla Dersaâdet Liman Odası’nda karma bir mecliste liman reisinin başkanlığında görülmeye başlanmıştır.

1840 yılında muhassılık meclisleri olarak kurulan, 1842 yılında memleket meclisleri adını alan ve 1864 yılından itibaren eyalet ve sancak meclisleri denen taşra meclisleri merkezde bulunan Meclis-i Vâlâ’nın taşradaki örneği olup 1864 yılına kadar yargılama görevi de yapılmıştır. Bu meclisler özellikle 1840, 1951 ve 1858 tarihli ceza kanunlarında düzenlenen ta’zir suçları ile bazı şer’î suçları da kadı(hâkim) mârifetiyle şer’î esaslara göre hükme bağlamaktaydı. Kaza merkezleriyle livâların merkez kazalarında bulunan bu meclisler mahkeme olarak kurulmamış, yargılama görevleri 1840 tarihli Ceza Kanunu ile bunlara yüklenmiştir. Bu meclisler zaman içerisinde birer mahkeme niteliği kazanmıştır. 30 Nisan 1860 tarihinde yayımlanan Zeyl-i Kânûn-ı Ticâret ve daha sonra çıkarılan kanunlarla ticaret mahkemelerinin teşkilâtı belirli bir düzene kavuşturulmuştur. Herhalde ulusların saadet ve azameti kağıt üzerindeki kanunlara değil, o kanunları icra eden makamdaki insanların seviyeleriyle zihniyetlerine bağlıdır. Selâmetle!

Yazarın Diğer Yazıları