
Meyilsiz Milliyetçilik
Mehmet Kaçar
Millet kavramının imrenip durmakla yetindiğimiz batı ilminin en son eriştiği noktasına göre “millet” demek, herhangi bir temel üzerinde toplanmış mütenasit(oranlı/orantılı) bir kitle(insan topluluğu/insan yığını) demektir.
Etrafında kümelenilen(toplanılan) bu temel her milletin kendi bünyesine göre değişiklik arz eder. Meselâ: Fransızlar’ın “kültür” ve Almanlar’ın “ırk” temeline dayandırdıkları, İsviçreliler’in ise “vatan”, Romanyalılar’ın(İtalyan) “dil” ve Alman Protestanlığına karşı Katolik kilisesine tabi Avusturya Almanları da “mezhep” esasına dayandırırlar, fakat gözlerimizi Avrupa’dan ayırıp başka kıtalara çevirecek olursak, ABD’de “tabiiyet”, Çin’de “kültür” ve Batı Asya ile Kuzey Afrika’da ki Arap dünyasında “dil” tabanına dayalı bir hâkim milliyet kültürünün olduğunu görmekteyiz. Şu halde “milliyet” demek işte bu millete değişen birlik esasının idrakinden(anlaşılmasından) doğan bir şuur birliği anlamı ortaya çıkmaktadır.
Biz de ise bu ilmin tarifine uygun bir milliyet şuuru mevcut olmadığı için, ne olduğu belli olmayan meyilsiz bir milliyetçilik iddiasından başka bir şey yoktur. Bunun nedeni de çeşitli zümrelerin kendi menfaatleri ile kendi anlayışlarına göre milliyeti ayrı ayrı şekillerde, tarif etmiş olmalarında ve bu ayrılığın resmi tanımlamalara bile tesir etmiş olmasında gösterilebilir.
Bugünkü nesiller işte bu ortamda yetiştirilmiştir. Türk milliyetçiliğinin “dil birliği”, “vatan birliği”, “tabiiyyet”, “ırk” ve nihayet “Turancılık” gibi kollara ayrılmasının ve bütün bu kolların birbirine karşı cephe alarak milli birlik şuurundan eser kalmamasının sebebi işte bu tuhaf durumdur.
Bu halin ne demek olduğunu anlamak için, Türk milliyetinin çeşitli resmi ve siyasi vesikalardaki(kaynaklardaki) tariflerine şöyle bir göz gezdirmek yeterli olacaktır kanaatindeyim. Mesela, “Anayasa” ya göre milliyet demek, İsviçre’de olduğu gibi “vatandaşlık” demektir. Daha önceki Anayasa’ların 88. İnci maddesinde bu tanım şöyle yapılmıştır:
“Türkiye’de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese Türk denir”.
Bir diğer Anayasamızın 54. Üncü maddesinde ki milliyet tarifi de şöyledir:
“Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür”.
Her iki “Anayasamız da var olan bu “vatandaşlık tarifi Halk Partisi döneminde kanunlaştırılmış yasalardır. Halbuki aynı partinin programlarında ki ikinci madde de büsbütün başka bir tarif vardır. Üç esasa dayanan bu tarif şöyledir:
“Millet, dil, kültür ve mefküre birliği ile birbirine bağlı vatandaşların teşkil ettiği siyasi bir ictimai heyettir.”
Bu maddelerde ki “dil, kültür ve mefküre” esasları ile “Anayasa”da ki “vatandaşlık” esasının telifine tabii imkân yoktur. Milli Savunma Bakanlığı da milliyetin tarifinde yıllarca “ırk” esasını takip etmiş ve bu resmi telakkisini askeri liselere alınacak öğrenci şartnamesinin ikinci maddesinde tasrih ve ilan ettikten başka, istekliler hakkında polis vasıtasıyla araştırma yaptırmıştır.
Bu öğrenci şartnamesinin şu ikinci maddesi Cumhuriyet Gazetesi’nin 1 Mayıs 1940 tarihli nüshasında ki ilândan aynen alınmıştır.
Askeri liselere alınacak öğrencilerin öz Türk ırkından olması, kendisinin ve ailesinin kötü hâl ve şöhret sahibi olmaması, sıhhi muayenede sağlam çıkması ve yapılacak seçme sınavını da kazanması şarttır. Resmi kaynaklarda ırkçılık gibi “dilcilik” ve “Turancılık” esasları da müdafaa edilmiştir:
Mesela; “ Milli Eğitim Bakanlığının yıllarca Liselerde okuttuğu dört ciltlik “Tarih” kitabının 1932 tarihinde “Devlet Matbaası”nda basılan birinci cildinde milliyet “ırk” ve “dil” esasları ile açıklanmakta ve hatta Türk Milleti bütün dünyadaki Türklerden mürekkep gösterilmektedir. Nesillerce okunan bu resmi kitaptaki millî hudut ve milliyet tarifleri de şöyledir.
Sayfa 15-16:” Baykal gölü havalisinden başlayarak Altaylar ve Orta Asya’dan itibaren Hazar Denizi ve Kara Deniz havzaları ile Eğe Denizi ve Tuna boylarına kadar olan geniş sahalar binlerce ve binlerce senelerden beri alelumum beyaz renkli olan Türklerle meskûndur.”
Sayfa 20: “ Tarihinde daima göze çarpar bir birlik arz eden Türk ırkı daima hâkim kalan bariz uzvî vasıfları ile dimağın en kuvvetli mahsulü olan müşterek dilleriyle ve bu dilde nakledilmiş olan harsları(kültür birliğini) ile tarihi müşterek hatıraları ile aynı zamanda bugünkü millet tarifine de en uygun büyük bir cemiyettir. Bugün tarihte böyle büyük bir ırk, bir millet halinde görmek bilhassa zamanımızdaki insan heyetlerinin pek çoğuna nasip olmayan büyük bir kuvvet ve büyük bir şereftir. Liselerde bütün bu tarifler ders şeklinde okutulurken, Üniversite’de Türk düşmanı sarı mongolları bile beyaz Türklerle birleştiren büsbütün başka esaslarla tuhaf ve gayr-i ilmi bir “Turancılık” da yapılmıştır. Mesela; Profesör Zeki Velidi, ilk profesörlük devrinde takdir ettiği derslerden vücuda gelen “Türk Tarihi”nin 13. Üncü sayfasında “Turan” kelimesini şöyle anlatmıştır:
“Esasen bir asıldan neşet eden Türk ve Mogol kavimlerine ve lisan konusunda bu iki kavme karabeti isabet olunabilecek kavimler heyetine ıtlak edilmesine tarafdarım”!
Yalnız bu vesikalara şöyle bir göz gezdirdikten sonra, bizdeki meyilsiz milliyetçiliğin millî bir birlik şuuruna esas olabilmek ihtimali hangi akla sığabilir? Çünkü biz İsviçreli’ler gibi “vatancı” , Avrupa’lılar gibi “dilci”, Fransızlar ve Çinli’ler gibi “kültürcü”, Almanlar gibi “ırkçı”, Amerikalılar gibi “Tabiyetçi” ve hiçbir millette görülmemiş şekilde ki ırka mensup “Turan”cı bir milletiz. Yani “beynel minel=asr-ı ulusal” milliyetçileriz. Selâm ve dua ile!