MEDİNE İSLAM DEVLETİ NASIL KURULDU?
Mehmet Kaçar
Çölün ıssız ve ıssız olduğu kadarda vahşi, sıcak topraklarında yani Ceziretül Arap’da, bir meltem rüzgarı esmeye başladı ve müşrik rüzgarların sert esip savurduğu Mekke ve Mediene’de medeniyetliler medeniyeti kuruldu. Bu akla ve hayale gelmeyen medeniyetliler, erdemliler medeniyeti kurulurken acaba yönetici ve yöneten ilişkileri nasıldı? Hiç aklımıza dahi getirmediğimizi bu konuya bir nebze olsun parmak basmak istedim bu yazımda. Peygamber Efendimiz erdemliler ve medeniyetliler medeniyetini kurarken etrafına nasıl insanları seçti ki bu medeniyeti, tüm baskı ve zulüm rejimlerine karşı kurmayı başarmış oldu.
Bugün “Usvetül Hasene-En güzel örnek olarak” almamız yüce kitabımızda bizlere öğretilen Efendimiz yönetim başkanı olarak, çevresine nasıl insanlar seçti ki o insanlarla bir devrimi gerçekleştirdi?
Hani bugün bizler kendimizi peygamber yaşantısına göre yaşayan bir yaşantı içerisinde eğitmeden, hatta Efendimizin hayatını belkide hiç okumadan anlamadan, insanlara dini öğretmeye çabalıyoruz da sonunda da elde var sıfır oğlu sıfır la ortada kalıyoruz ya işte bence bunun sebebi şudur;
Hani bizler insanlara dini öğretiyoruz ya şunu yap böyle ol gibi ya da hayır öyle yapma gibi basma kalıp yani klişeleşmiş kalıplarla hareket edenlere de bir çift sözün var tabi.
Dostlarım kasedi şöyle bir geri sardırıp filmi yeniden seyir edersek, iki cihan serveri olan Efendimizi Rabbimizin güzel ahlak, adalet, insan sevgisi, tabiat sevgisi, diğer canlılara karşı sevgi, eşitçe paylaşım ve bölüşüm, sömürüye baş kaldırmak ve kul haklarına riayet eden bir ekip kurmasından sonra başarılı olduğunu görmekteyiz. Demek ki neymiş bugün dini teblig edenler ve yönetici olanlar çevrelerine bu özellikleri taşıyan insanları bulmadıkları sürece istenilen başarıya ulaşamadıkları görülmektedir. Efendimiz (a.s.v) etrafına bu özelliklerde zirve yapmış, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali ve diğerleri (hepsinden Allah razı olsun) insanları yönetebilecek kabiliyette insanları seçerek Ceziretül Arap da bir meltem rüzgarı ile yeni bir medeniyet kurmuştur.
Ceziretül Arap’da toplumun müşriklerin baskı rejiminden dolayı Muhammedül Emin ve ekibine kaydığını ve bu kayışın da yukarıdaki insani özelliklere ve daha nicelerine bağlı olduğunu unutmamamız gerekmektedir. Yani dava adamlığı öyle ucuz kahramanlıkla olmamaktadır. Dava adamlığı, insan onuruna, çevreye adaletle insanca davranmakla ve çevremize bu tür insanları toplamakla olmaktadır. Mekke ve Medine’de insanlar bu özelliklere sahip olan Muhammed(s.s.v) ve ekibine yönelerek zulmü ve zalimlari yerle bir etmişlerdir.
Adalet, insan sevgisi, eşitlik gibi huylara sahip olan yönetim şeklindeki adaleti ve dayanışmayı gören insanlar akın akın onalar akmışlar ve nisan yağmurlarının bereketi gibi bereketli islamın rahmet pınarlarından kana kana içmişlerdir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v) etrafına seçtiği kadroyu bu özelliklerini tanıyıp bilerek seçmiştir. Ehil ve liyakatlileri buraya getirmiştir. Mesela Hz. Ebubekir(r.a), sıddık ve bonkör, Hz. Ömer(r.a) adil ve bonkör, Hz. Osman(r.a.) bonkör, ahlaklı ve ilim erbabı, Hz. Ali(r.a) alim, adil ve savaşçı kimlikleri ile ön plana çıkmışlardır.
İşler ve yönetim böyle olmasaydı, eline bir kitap verilmiş ya da durup duruken bana vahiy geldi diyen birine acaba hangi insan inanırdı(!)?
Yani demem o ki; biraz güzel ahlak, adalet, insan sevgisi, merhamet, kul haklarına riayet, temizlik ve benzeri davranışlar sergilerken, çevremizde de aynı hasletlere sahip insanlar grubu oluşturmamız gerekmez mi?
Etrafımızı eleştirip etiketlemek yerine???
Korkmamalıyız ve eğer böyle güzel hasletler sergileyen bir müslüman olmaya gayret ettiğimiz sürece de daha iyi bir Müslüman olabileceğimiz gibi daha geniş kitlelere ulaşarak onlara kal dili ile beraber hal diliyle de tebliğ yaptığımızın farkına varacağız ve daha çok tat alıp daha çok gayret deceğiz inşaallah!...
Fi Emanillah!