
MEDİNE İSLAM DEVLETİ DEMOKRASİYLE Mİ YÖNETİLİYORDU?
Mehmet Kaçar
Demokrasinin en belirleyici unsurlarından biri de, halkın yönetime katılması ve yöneticilerini seçmesidir. O zaman Medine Peygamber devletinde yönetim şekli nasıldır?
Müslümanlar Medine’ye hicretten sonra bir devlet kurmuşlar ve bu devletin başına da, son peygamber olan Hz. Muhammed(a.s) Efendimiz getirmişlerdi. Bunun böyle olması da zaten gayet normal olan bir durumdu.Başka türlü olması anormal olandır.
İslam dinini belli bir yönetim şekli vaaz etmediğini bu devlet kurulurken görmekteyiz. Bu konuda temel kural ve kaideleride Efendimiz uygulamaları ile Müslümanlara göstermiştir. Bu temel kural ve kaideler adalet, eşitlik, harama girmemek kaydı ile kişi iradesi ve hürriyetleri gibi temel haklardır. Bu sebeple bile yolculuğa çıkarken bile bir başkan seçmeyi öğreten bir dinin adı dır islam.
Söz konusu vatan ve milletin idaresine devleti yönetebilecek nitelikleri taşıyan insanların getirilmesine çok özen gösterecekti ve de göstermiştir de. Devlet idaresinde liyakat sahibi insanların seçilmesine ise asla karşı çıkmayacaktı. Diğer taraftan da dört halifenin her birisi ayrı bir seçim tekniği ile devleti yönetme hakkını elde etmişlerdir.
Günümüzde tartışma konuları arasında İslam ve demokrasi konusunun, çok çeşitli ortamlarda öne çıkan tartışmalar olduğu görülmektedir. Bura da açık bir şekilde söylememiz gerekecek olursa, İslam ve demokrasi kıyaslamasının yapılmasının ve bu kıyaslama şeklinin de çok sağlıklı olduğunu düşünenlerden değilim.
Böyle bir konunun en başında İslamın, insanların ve ahiret mutluluğunu hedefleyen ilahi kaynaklı bir din, demokrasinin ise, insanların kendi akıl, irade ve bilgi birikimine dayalı olarak ortaya çıkardıkları bir yöntem biçimi olduğunu söylemek gerekir.
Bu vurguyu yapmanın ana hedefi, bu iki kavramın birbirinin zıddı veya birbirinin alternatifi ya da bir biriyle tamamen uyuşan unsurlar gibi takdim etme gayretlerinin doğru olmadığı kanaatini taşımaktayım.
İşte bu kanaatim sebebiyle, İslamı bir din olarak kendi kulvarın da, demokrasiyi de bir yönetim şekli olarak kendi kulvarında değerlendirmek gerekir. Bunu yaparken sadece kavramlara takılıp kalmadan bu kavramların içeriğini objektif bir bakış açısıyla karşılaştırmak zorunluluğunun hasıl olduğunu düşünüyorum.
Bu nokta da İslam İlahiyatçılarının kahir ekserisine göre, en önemli konu şudur. Kur^’an tarafından adı açıkça belirtilen ve insanlara emredilen her hangi bir yöntem biçimi de yoktur. Ancak hem Kur’an da, hem de Hz. Peygamber’in(s.a.v)uygulamalarında, yöntem ve yönetilenlerin sorumluluklarını öğreten evrensel prensipler vardır. Dünyanın her hangi bir bölgesinde, dönemin ihtiyaçlarına, insanların kültürel yapısına, oluşan siyasal şartlara, zamanın ve coğrafyanın getirdiği imkan ve zorunluluklara göre yönetim modeli geliştirilebilir.Peygamberin(sav) İslamın en iyi uygulayıcısı sıfatıyla, -kelime olarak kabul etmek, razı olmak anlamına gelen- “beyat” müessesini çalıştırdığı görülür. Bey’at, günümüz seçim uygulamalarındaki oy kullanma karşılığı olarak kısaca “Halkın yöneticiye bağlılığını belirtmek için reyini ortaya koyması” şeklinde tanımlanabilir. Bey’at, “kadın ve erkeğin, yöneticiye karşı görev ve sorumluluğu kabul etmek üzere yaptığı bir sözleşme” olarak da tarif edilebilir.
Hz. Peygamber(s.a.v) başlattığı bey’at uygulaması, bazı yapısal değişikliklere uğrayarak Osmanlı dönemine kadar devam etmiştir.
Bu yönüyle bakıldığı zaman, yöneticileri belirleme metodu konusunda İslam öğretisinin, bu günkü demokratik seçim uygulamaları ile çok önemli bir paralellik gösterdiği anlaşılmaktadır. Bu benzerlik, her ferdin kendi reyini hür iradesiyle belirtmesi konusunda da mevcuttur.
Çünkü, zorbalıkla ve kılıç zoruyla alınan beyat geçerli değildir. Hz. Ömer(r.a): “Bir kimse, Müslümanlara danışmadan, ister kendisi başkan olmaya, ister başkasını geçirmeye kalkışırsa (vazgeçmediği taktirde) onu öldürmelisiniz” demiştir.
Toplumun huzurunu bozmaya yönelik, zorbalığa ve haksızlığa dayanan her türlü girişimin bertaraf edilmesi, İslam dininin herkese yüklediği sorumluluklardan sadece birisidir.
Yöneticilerle ilgili olarak İslamın öngördüğü en önemli değerler, insanlar arasında, eşitliğin, adaletin ve ferdi hukuk dokunulmazlığının sağlanmasıdır. Şayet demokrasi, toplumları yönlendiren bir sistem değil de, insanların temel hak ve hürriyetlerini teminat altına alan ve halkın taleplerini karşılamayı taahhüt eden bir yöntem biçimi ise, bu konuda İslam ve demokrasi arasında herhangi bir problemden bahsetmek anlamsızdır.
Çünkü, bu hakların korunması bakımından, ikisi arasında bir aykırılık söz konusu değildir. Hatta İslam, bir taraftan ferdi hukukun korunmasını emrederken, diğer taraftan da toplumsal hassasiyetlere atıfta bulunur ve içtimai ruhun canlı tutulmasını ister. Bu yüzden, fertlere yüklenen her sorumluluğun, toplumsal hayata bakan bir yönü vardır.Demokratik yöntem biçimiyle idare edilen ülkelerde, toplum tarafından seçilen ve yine toplum adına karar mekanizması olarak işleyen meclis de, üzerinde durulması gereken en önemli müesseselerden biridir. Bunun İslam literatüründeki tam karşılığı, “danışma kurulu” olarak tercüme edebileceğimiz ŞÛRÂ müessesedir.
Yapılması palanlanan işlerin, istişare sonucunda karara bağlanması gerektiği, Kur’ân iki farklı âyette şu şekilde açıklar: “Onları affet, bağışlanmaları için dua et; iş hakkında onlara danış.”, “Onların işleri, aralarında danışma iledir.”
Demokrasinin vasıfları arasında zikredilen “çoğulculuk” prensibi Kur’an bu âyetlerle formülleştirilmiştir. Çünkü fertler arası istişare, çoğulculuğun en önemli göstergelerindendir. İki âyette geçen “iş hakkında onlara danış” ifadesi, İslam alimlerince bir tavsiye değil, yerine getirilmesi zorunlu bir emir olarak telakki edilmiştir.
Yine, İslam’ın benimsediği idari yapı, danışma(meşveret) üzerine kurulması gerektiğinden hareketle, herhangi bir şahsın diktatörlüğüne dayanan “otokrasiden” kendisinde ilahi bir sıfat olduğu iddiasıyla ortaya çıkan kişinin idaresine dayanan “teokrasi” den; üstün azınlık sınıfının hâkimiyetine dayanan “oligarşi” den, kişilerin heva ve heveslerine göre idare ettiği “demogoji”den ayrılır.
İslam’da ki istişare sistemi çoğunluk veya azınlık farkı gözetmeksizin imkan dahilinde herkesin görüşünü almayı gerektirmekte, ancak görüşler içerisinde tercihe şayan olanın, parmak hesabıyla değil, derin ve tarafsız akli araştırma neticesi tespit edilmiş olanın tatbik mecburiyetini içermektedir.
Özellikle Hz. peygamber(s.a.v) ve ondan sonra idarecilik yapan, halifeler, istişareye çok ciddi manada önem vermişlerdir. Kur’andaki “iş hakkında onlara danış” emrinin en önde gelen uygulayıcıları olmuşlardır. Bundan dolayı İbn Teymiyye “İdareciler ist,şareden muaf olamazlar. Çünkü Allah onu peygamberine emretmiştir.” der.
Hz. Peygamber(s.a.v)in sahabesiyle istişaresinde dikkat çeken konulardan birisi, herhangi bir karara vardığı zaman bu kararının Kur2an’ın bir emri mi yoksa kendi düşüncesiyle aldığı karar mı olduğunun, kendisine sorulmasıdır. Kuran emri olursa -bağlayıcılık ifade ettiği için- o emir derhal yerine getirilir, ancak Hz. Peygamber(s.a.v) in kendi kararı olursa, bu karar üzerinde sahabe kendi görüşlerini ona aktarırlardı. Bedir harbinden sonra alınan esirlerin, hangi şartlarla serbest bırakılacağı, namaza davetin (ezanın ) nasıl uygulanacağı, Hendek Harbi’nde Medine’nin nasıl savunulması gerektiği gibi konular, Hz. Peygamber(s.a.v)in istişare anlayışının en çarpıcı örneklerindendir.
İstişare ederken göz önünde bulundurulması gereken en önemli konulardan biri kime veya kimlere danışılacağı konusudur. Abbasi yöneticilerinden Me’mu’nun oğluna nasihat ederken istişare konusunda söyledikleri bu konuya ışık tutar. Me’mun şöyle der:
“Şüphen olan işlerde tecrübe sahibi, gayretli ve şefkatli ihtiyarların görüşlerine başvur. Çünkü onlar, çok şey görüp geçirmişler, zamanın inişli-çıkışlı, ikballi-hezimetli hadiselerine şahit olmuşlardır. Onların sözü acı da olsa onu kabul ve tahammül et. Danışma kuruluna korkak, hırslı, kendini beğenmiş, yalancı ve inatçı kişileri alma.”
İslam dünyasının batı kaynaklı olarak geliştirilen bir çok müessese üzerinde ortak bir noktaya varamadığı da açıktır. İşte demokrasi de bunlardan bir tanesidir. Hiçbir bilimsel ve akli temele dayanmadan kimileri, demokrasinin İslam’la tamamen çeliştiğini anlatırken, bazıları da her ikisi arasında tam bir uyumun varlığını anlamaya çalışmaktadır.
Fertlerin ve toplumların mutluluğuna katkıda bulunma gayesi ve arzusu olan herkes için, en makul olan şey, -kavram kompleksine kapılmadan- din olarak İslam’ın evrensel değerlerinden, idari bir mekanizma olarak da demokrasinin öngördüğü temel hak ve özgürlüklerden yararlanmanın yollarını aramaktadır.
Adı ne olursa olsun, insanın huzur ve mutluluğu için yürütülen çabalara İslamın herhangi bir itirazı söz konusu değildir.
“Demokrasinin benimsenmesi Batı’yı “meşrulaştırma” değil, gerçek bir yeniden keşif olarak görülebilir. Batılı demokrasi ile İslam, yöntem de bazı farklılıklar gösterse bile, gayelerindeki benzerlikler dikkate alınarak birbirinden istifade edebilir. Tabii bu istifade, Hasan Turabi’nin ifadesiyle söyleyecek olursak, eğer Batılılar, demokrasinin Müslüman bir çocuk doğurmasına” edilebilirse gerçekleşebilir. Batı’da bir çok kişi için “İslam demokrasi” kavramı laneti olarak görülmektedir.
Sonuç itibariyle, İslam prensiplerinin demokrasinin öngörüleriyle tamamen uyum içerisinde olduğu iddia edilemez. Ancak eğer dinden bağımsız düşünürsek, yönetim biçimleri içerisinde İslamın genel hükümleriyle en kolay uyumlu hale getirilebilecek yönetim biçimi yine demokrasidir.
Bu arada İslam düşünürlerinin bu konuda bir çözüm arayışları içerisinde oldukları da bir gerçektir. Çünkü demokrasi kaçınılmaz olarak Müslümanların içerisinde bulundukları ve kendisinden etkilendikleri bir sistemdir. Konumlarının İslam’a uygunluğu her zaman sorgulamak zorunda olan Müslümanlar, kendilerini kaçınılmaz olarak etkisinde bulundukları demokrasi karşısında çözüm arayışı mecburiyetinde bulmuşlardır.
Kuran verilerine uygun olarak yapılan tartışmalar, demokrasiye bir karşıtlık değil, yeniden tanımlanan demokrasiye taraftarlık şeklinde kendini göstermektedir.
Dünya da birbirinden farklı bir çok demokrasi tanımı uygulaması vardır. İslam dünyası, bu durum karşısında, bir yandan İslamı doğru anlamak ve doğru yorumlamak, diğer yandan da demokrasiyi bu yorum içinde tanımlamak zorundadır. Böyle bir yol İslam ve demokrasinin buluştuğu bir orta noktanın oluşmasına katkıda bulunabilir.
Selametle!..