
Mavi vatan ne anlama gelir?
Mehmet Kaçar
Türkiye Cumhuriyeti’nin bekası, güvenliği, bölünmez bütünlüğü, refah ve huzuru üç tarafını çevreleyen masmavi denizlerin sularındaki haklarının korunmasına bağlıdır. Türkiye’nin güvenliği, Libya, Cezayir, Mısır, Rusya, Yunanistan ve diğer Ak Denize sınırı bulunan ülkelerin sınırlarından başlar. Eğer üç tarafımızı çevreleyen denizler, ülkemiz için güven vermiyor ve biz bu güvenliği sağlayamıyorsak, ülkemizin geleceği ve bağımsızlığı da tehlike arz eder. İşte bu ve benzeri sebeplerden dolayı, Türkiye deniz komşuları ile antlaşmalar yapmalı ve o ülkelerde Türkiye’nin geleceğine zarar verecek girişimleri bertaraf etmeli ve bertaraf edebilecek deniz gücüne sahip olmalıdır.
Eğer denizlerimizde, kendi milli menfaatlerimiz ve ülke savunmamızı sağlayacak güce ulaşamazsak, bu konuda en ufak bir zafiyet gösterirsek, ülke sınırlarımızı korumamız oldukça zorlaşır. Bunun için Türkiye, Kıbrıs ve Libya ile sınır anlaşmaları yaparak Ak Denizin mavi sularında kontrol sağlamayı başardı. Sırada ise diğer denize sınırı olan komşularımız var.
Osmanlı İmparatorluğu, yükselme dönemlerinde dünyanın en güçlü ve en hızlı deniz filosuna sahip olduğu için imparatorluk olabilmiş ve o dönemlerde dünyaya tek lider devlet olduğunu kabul Zira o dönemde, çok güçlü bir kara ordusu ve yine denizlere hâkim olabilmek için çok seri ve hızlı hareket kabiliyetine sahip deniz filosuna sahip olduğu için anında düşmanların tepesine binebiliyordu. Yine o yıllarda dünyada kara ve deniz orduları vardı ve hava kuvvetleri yeni yeni filizleniyordu.
Osmanlı deniz kuvvetleri sadece Avrupa’da değil, dünyada da ilk sıralarda yer aldığı dönemlerde yükselmiş ve süper güç haline gelmiştir. Bu sihirli gücünü kaybedip, havada da yeni bir güç oluşturamadığı dönemde de mağlubiyetler gelmiş, netice olarak ise sadece Anadolu’ya hapis edilmiştir.
Altıncı asırda Türklerin Akdeniz hâkimiyetini tescilleyen iki büyük deniz harbi vardır:
Bunlardan birisi Barbaros Hayrettin Paşa’nın tarihteki meşhur olan Preveze deniz harbidir. Bir diğeri de, en büyük Osmanlı denizcilerinden kaptan-ı derya(denizlerin kaptanı) Piyale Paşa’nın 1560 yılında 14 Mayıs Salı günü Avrupa’nın iki yüz gemilik Hıristiyan müttefikler donanmasına karşı Tunus’la Trablus arasına denk gelen Gebes körfezindeki Cebre adası önlerinde, yüz yirmi gemilik filodan ibaret Türk donanması ile kazandığı büyük zaferdir.
Bu parlak zaferi kazanan Piyale Paşa İstanbul’a dönünce şenliklerle karşılanmışsa da, o zamanın kanunlarına göre beylerbeylik payesinde kıdemi olmadığı için vezaret payesi ile taltif edilememiş, yalnız Kanuni’nin torunlarından Cevher hatun Sultan ile evlendirilerek gönlü alınmıştır.
Kâtip Çelebi bu önemli konuyu şöyle kayıt altına almıştır:
“Beğlerbeğlik payesi alalı iki yıl olmuştur, bu defa vezaret payesi verilir ise tez olmuş olup rütbe-i vezaret tedenni bulur diye Sultan Süleyman Han tecviz buyurmayıp reva görmediler, lâkin riayeti murad-ı hümayun vafir ihsan ve terakkiler ile tekvirden sonra şehzadeleri Sultan Selimm Han’ın Cevher Han nam duhterini kenduye tezviç buyurdular, beş sene sonra rütbe-i vezaret inayet olundu..” O zamanki telakkiye göre bir kumandan için zafer kazanmak en tabii vazife demektir ve bu vazifenin ifası da kanunun ihlâline sebep değildir.
Her halde Kanuni’nin büyüklüğü, kendisini kanunlardan küçük görmesinden gelmektedir. Selâmetle!