Mehmet Kaçar

'Lâ ve İllâ'

Mehmet Kaçar

İslam Dini, ilk önce “Lâ” ile başladı işe. İnsanları, Allah’tan(c.c) başka her şeye “Lâ” hayır dedirtip, buna inanmalarını, kalben ve fikren bununla yaşamalarını sağladı.
Tevhid, inancını, kavrayabilmek için “Lâ” ile “İlah”ı kavramak gerekiyor. Tevhidin “Lâ” dan sonra bilinmesi ve tanınması gerekli olanı “İlah”dır.
İlah; kelime olarak : kulluk etme, koruma, hayranlık duyma,sığınma, üstün bir otorite ve olağan üstü bir varlık karşısında acziyetini kabullenme, kulluk etme gibi manalara gelir. Arapça “”elihe” fiilinden, ismi meful olarak türetilmiştir. İsmi meful olarak, kendine tapınılan bir varlık ve ibadet edinilen bir mabut anlamına gelir.
Uluhiyet ise, kelime olarak “ilah” kelimesinin mastarı olup “ilahlık ve tanrılık taslamak” veya “ilahlaştırmak”anlamına gelir.
“Heva ve hevesin ilah edinilmesi” “Allah’tan başka sultan aranması” anlamındaki Ayeti Celileler; İlah ya da ilahların dışımız da olduğu kadar, içimizde de aranması gerektiğine işaret etmektedir. “Allah hiç bir kulunun karnında iki kalp yaratmadı.” âyeti kalpte eğemen otorite (imanın iktidarı) yorumlanmış, gönülde biri mevlâya, diğeri masivaya dönük aynı anda iki saltanatın bir arada olmayacağı şeklinde hükme varılmıştır.
Melek ile şeytan, nefis ile ruh arasında var olan iktidar ve muhalefet savaşının gönülde olduğu varsayılırsa, bu konu çok daha mükemmel kavranır. Gönül de hangisi iktidar olursa, kalp o yönde akla emir verir.
Akılda diğer organlara ışınlar göndererek, bu emirleri davranışa, fiiliyata dönüştürür. Kalbe çok dikkat edilmesi gerektiğini vurgulayan efendimizin “O düzelince bedenin düzeleceğine, o bozulunca bütün vücudun bozulacağına” işaret etmesi de oldukça manidardır.
Tevhid, sadece Allah’ın bir olduğuna inanmak değil, içimiz de ve dışımız da her şeyi yöneten ve yönlendiren tek ve mutlak otoriteye, inanmak ve bağlanmak olarak anlamalı, tebessümümüzden, sükutumuza kadar, bu anlayış ve idrak bizi yönlendirip, yönetmelidir.
Bunun dışında da dünya nimeti olarak bize verilen bedenimiz de, ne kadar güç, irade, otorite ve saltanat varsa; “Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun kulu ve elçisidir(Rasulüdür).” kelimeyi tevhidin de belirtilen bir anlayışla gönülden, amelden, fiilden ve akıldan uzaklaştırılmalıdır.
Cenab-ı Hakk, insanları ve cinleri kendisine kulluk etsinler diye yaratmıştır. Dolayısıyla O’na kulluk, hem kaderimiz, hem de bizzat yapmakla zorunlu olduğumuz bir görevdir.
Bir takım insanlar yalnızca Allah’a kulluk eder ve yalnızca ondan yardım dilerler. Bazıları da yanlış yollara İslam adına sapar ve kendine ilah edindiklerine taparlar. Allah’a kul olmayanlar ismini bile koyamadıkları başka ilahlara kul köle olurlar.Bunlar bazen geçici zevk ve lezzetleri, bazen de dünyevi çıkar hesapları olabilir. Halbu ki kulluk tek kapıya yapılır. İki kapıya kulluk olmaz.
İlah denilen şey, insan üzerinde, etki ve cazibe bırakın, düşünce ve davranışlarını idare eden, güç ve hareketlerini şekillendiren, bir irade koyma şeklidir.
Dinimiz İslam’a göre “Allah” birdir ve O, hem uluhiyyet, hem rububiyyet, hem hâkimiyet, hem de melikiyyet, sıfatlarına sahip bir yüceliktir. O’ndaki bu yücelikler, O’nun yarattığı insanlar tarafından bir başkasına asla devredilemez. Böyle bir devir tespit edilirse ki bu da zaten put ve tağut olur ki, insanı şirke götürür. Mesela; “Bedenime karışma.” “Beden benim, istediğim gibi onu kullanırım kime ne?” diyerek, hiç kimse, heva ve hevesleri doğrultusun da bedenini kullanma yetkisine sahip değildir.Bize, emanet olarak verilen her şeyi (beden-akıl-düşünme- akletme- fikir ve benzeri) biz keyfimize göre değil, onları bize imtihan kastı ile veren Allah’a ve O’nun bahşettiği iradeye göre kullanmak zorundayız. Allah’a ve O’nun bahşettiği iradeye göre kullanmak zorundayız. Allah’a sadece can ve kulluk borcumuz yok, aynı zaman da ten borcumuz, akıl borcumuz da var. Çünkü, “Bizi en güzel kıvam da yaratan O’dur.” Öyleyse Cenb-ı Hakk’ın yarattıkları üzerinde hiç olmazsa bir mucidin patent hakkı kadar bir hakkı vardır ve olması da gereklidir. Zaten bu hakta, O’nun hem mülkiyet hem de tasarruf hakkıdır.
Allah’a ait olan bir sıfatı veya sıfatları bir başka varlığa veren, onu ve dediklerini hayatına hakim kılan ve ona göre yaşayan kimse, onu ilah ediniyor demektir.
Kişinin bir varlığı, ya da kendi heva ve heves, zevk ve hazlarını ilahlaştırması için ille de Allah’a ait bu vasıfların tamamını, yahut bir kısmını ona izafe etmesi gerekmez. Bu vasıflar dan birisini yahut bu vasfın bir kısmını başkasına atfetmesi, o varlığı ilahlaştırmak manasına gelir.
Bütün mesele şudur: Kalbimiz de ki nefis ile ruh, melek ile şeytan arasındaki iktidar ve taht kavgasında insanın, aklı, ilmi, iradesi ve imanıyla, şeytan ve nefsi yenip, vücud ülkesin de ilahi iradenin iktidara getirilmesi, gönlümüze sızarak içimiz de söz sahibi olmaya çalışan dürtü ve düşüncelerin kovalamasıdır. Marifet ise, gönül Nil imiz de Musa’(as)nın kurtularak iktidar olması ve içimizdeki, Tagut ve Firavun’un o Nil de boğulup yok olmasıdır.
“Gerçekten Ey Şeytan! Benim okullarım üzerin de senin hiç bir hakimiyetin yoktur. Ancak azgınlardan sana uyanlar bunların dışında dır.(El-Hicir:15/42).
 

Yazarın Diğer Yazıları