Mehmet Kaçar

KUR'AN'DA SANAT VE ESTETİK

Mehmet Kaçar

 “Sanat”ın Arapça “estetik”in, Hint Avrupa kökenli bir kelimedir. Her bir kelimeyi farklı kültür havuzlarında karşılayacak çok çeşitli kelimeler de bulunabilir.

Sanat’ı Avrupalılar ‘ars, art, techne’ gibi kelimelerle karşılıyorlar. Buna karşılık ‘estetik’in karşılığı olarak bizde ‘bediiyat, ibda veya cemal’gibi kelimeler kullanılıyor. Bu kelimeler kendi kültür havuzlarında var olup, anlam kazandıkları için bir birlerini aynı içerikle karşılamaları da imkansızdır. Doğru olan sanat olup, ve estetik kavramlarını kendi kültür ve yaşam havuzlarında incelenmektedir. Yani hiç bir zaman bizdeki ‘sanat’ batılıların ‘art’ı değildir.

Aynı şekilde ‘estetik’ de tam manasıyla ‘bediiyat’ı karşılaması imkansızdır. Normalinde bütün kelimelerin tak sahibi vardır ki O da kelamı yaratan Allah(c.c)dır. Tüm bu kelimeler açıları, ölçekleri kadar, biri burada öbürü orada gerçekten insanın güzel, naif yanlarını ifade ediyorlar. Bu farklılıkları bilmek ve benimsemek, açık kültürlerin birbirlerine geçtiği dünyamız da bize daha rahat ve zengin bir ifade imkanı da sunmuş olur.

Konu içeriği gereği dinin ve felsefenin bir çok alanı ile doğrudan bağlantı kurdurulur veya veya kurdurulabilir. Akıl, sezgi, duygu, zihin, duyarlık, metafizik, aydınlanma, bilim, güzellik, ölçü, uyum, düzen, algı, yaşantı gibi bir çok kavramı da içinde incelemek gerekiyor.

Sözlük anlamı ile sanat karmaşık yapılar, kurgular, yüksek değerler amaçlar, sırlar, derinlikler, yücelikler bir karışıklık içermemektedir. “Sanat” sözlüğü Arapça’da “Yapı anlamına gelen “sanea” fiilinin mastar halidir ve dilimizde ki karşılığı ise “yapmak”tır. İnsanın akıl ve zekasının yardımıyla ve eliyle yaptıklarına sanat denmiştir. Bu basit ifade şunun için önemlidir. Tabiatın meydana getirdiği şeyler hakkında sanat tabiri kullanılmıştır.

Türkler sanat tabirini isim fiil olarak, yani bir saniin iş yapması manasına aldıklarından sanatın bu günkü manası yerine Arapların kullandığı sınaat kelimesini almışlar ve ve bundan muharref olarak sanat ve sonra da ‘zanaat’ demişlerdir. Özgün bir güzellik üretmeyi amaçlayan, yalnız meleke ve el ustalığı ile yapılan işlere münhasır kalmış ve bunların fevkinde işlere, yani zekâ, tecrübe, ilim ve hüner gerektiren işlere de sanat adı verilmiştir. Kolayca anlaşılacağı üzere, insan elinden çıkma mamul eser anlamında sanat ‘doğal olmayan’ bir vasfa sahiptir. O nedenle doğal olmayanları ifade etmek için aynı kökten gelen ‘Sunî’ kelimesini kullanılırız. ‘Sanayi’ kelimesi de aynı anlam kümesi içerisindedir. Bu havuza veya kümeye ‘sunmak’ kelimesini de aklamak mümkündür. Bundan hareketle terim olarak ‘sanat, birey veya toplumların duygu, düşünce, örf, adet, inanış ve tasavvurlarını, çeşitli malzeme, araç, teknik ve yöntemleri kullanarak, gören ve işitenler de hayranlık uyandıracak bir ahenkle ortaya koymasıdır. “ şeklinde yapılan genel tanımada katmak mümkündür.

Kur’an’ın ‘se-ne-a’ fiilinin ‘yapmak’ manasına gelen örneklerinden biri Neml Suresinin 88. ayetidir. “Sen Dağları görürsün de, onları yerinde durur sanırsın. Oysa onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedirler.(Bu) her şeyi sapasağlam yapan Allah’ın sanatıdır. Şüphesiz ki O, yaptıklarından haberdardır.”(Neml: 27/88).

“Sani” lafzı ‘el-Esmaul Hüsna’ arasın da yoktur. Dolayısıyla da katagorik sıralama bakımından ‘sani’ güzel isimler içerisinde yer almaz. Allah’ın yaratma sıfatının bir başka görünümü olarak sayılabilir. Anlaşıldığı üzere Allah’ın yaratıcılığı İslam sanat düşüncesinin merkezinde ki en temel konudur. Yani ana konulardan biridir. En güzel sanat eseri de insanın kendisidir.

Aslına bakarsanız ilahi boyutunu saymazsak insanlık etkinlik ve faaliyetlerini açıklayan manalarıyla garp dillerinde var olan ‘art’ ve türevi kelimelerde sanatla karşılanan manasını içerirler. Ne var ki Kur’an’da var olan ve tarih boyunca bütün İslam uygarlıklarında vücut bulan sanat faaliyetlerinin ana kaynak ve dayanaklarını oluşturan kavramlar, var oluşun ve hayatın temel dinamiklerini belirleyici niteliğe sahip olmuştur.

İngilizce de ki ‘art’ sözcüğü, at terbiyeciliği, şiir yazma, ayakkabıcılık, vazo ressamlığı ya da yöneticilik gibi her türlü beceriyi ifade etmek için kullanılır. Latince’de ‘ars’ ve Yunanca’da ‘techne’ sözcüklerinden türetilmiştir. Yunanlıların dilinde ‘Techne/ars, marangozluk ve şiir, ayakkabıcılık ve tıp, heykelcilik ve at terbiyeciliği gibi birbirinden çok farklı şeyleri kapsıyordu. Gerçekten de ‘techne’ ve ‘ars’ bir nesneler sınıfından ziyade, insanlarda ki imal etme ve icra etme kabiliyetine işaret ediyor.

Görüldüğü gibi bu anlamlar bizdekiyle hemen hemen aynı kullanım manalarına sahip. Bu gün, yüksek duyguların yansıtılması anlamı yüklediğimiz sanatsal içerik, art veya ars kelimelerinden henüz yoktu. İncelikli ve belli bir felsefeye dayanan faaliyetten çok zanaatla ifade edebilecek faaliyetleri kapsıyordu. Kelime bu anlamlarıyla 15. yüzyıla kadar kullanıldı. O tarihlerden sonra sanat ve estetik bir çeşit düşünme ve duyarlık tarzı, adeta felsefenin yeni bir dalı veya yeni bir felsefe olarak kimi entellektüel çevrelerde kavramlaşmaya başladı. Buna rağmen halkın gündelik kullanımında hâlâ eski anlam üzere sürmekteydi. ‘Art’ İngilizce de 13. yüzyıldan bu yana kullanılıyor. Yakın kökü eski Fransızca ‘art’ kök sözcük latince ‘artem’ ,’beceri.’ başat bir anlam özelleşmesi olmadan, matematikten tıbba, oltayla balık tutmaya kadar çeşitli konular da 17. yüzyılın ortalarından önce ‘hünersiz’ ya da ‘hünerden yoksun’ kişiler için ‘artlesi’ tabiri kullanılıyordu. “1740 yılına gelindiğinde bile, ‘sanatçı’ kelimesi ‘hâlâ bir sanatı icra eden kimse ... Özel olarak da kimyasal işlemler yapanlar’ olarak tanımlanıyordu. Çünkü 18. yüzyıl da sanatçı ve zanaatçı terimlerinin İngilizce, İtalyanca yahut İspanyolca, tanımlarında ikisi arasında keskin bir ayırım yapılmıyordu. 18. yüzyıla kadar çoğu bilim birer ‘art’ tı. Asri insan,yöntem ve amaç olarak kökten farklı hüner ve çabasını ‘bilim’ ve ‘sanat alanı’ halinde 19. yüzyılın ortalarından bu yana ayırmaya başladı.

19. Yüzyılda özellikle Baumgarten, kent ve sonrasında Hegel’in ve en sonra ve en sonra en önemli Marxist sanat teorisyenlerinden Lukacs’ın iyiden iyiye üzerinde durmalarıyla, kelime ayrı bir terim hatta bazılarına göre ayrı bir ‘bilgi türü’ olarak ortaya çıkmıştır. Sanat ve estetik kendi bağımsız unsurlarıyla anlaşılmaya başlanmıştır. Marxsa göre güzellik bir işin simetrisi, oranı, denge ve uyumla ilgili klasik bir duygu içerir; bütün bunlar maddi gerçekliğin biçimlerine rakip olan tutarlı ve cezp edici bir bütünün oluşmasıdır.

Kimi durumlarda alışkanlıkla, sanatçı ve izleyicinin eser üzerinden paylaştığı duygulanımın akılla izah edilmesine hatta akli ölçütlerle izahına gerek bile yoktur. Bu bağlam da illada bir sanat eserinin akli izahlarla açıklanması gerekmezdi. Çünkü akli izahlar eserin anlam ve alanını daraltacaktı. Eserin amacı hatırlayışı, ürperişi, vecd halini, huşuyu insan ruhunda canlı tutmaktı. İster yapan, ister onu kullanan veya izleyen(okuyan) için hissediş, ürperiş sağlanırsa eser amacına ulaşmış sayılıyordu. İnsanın yaratan karşısın da ürperişi gibi.

Bir anlam da bu gün her zamanda böyle değilmidir? Roger Trigg:” Akıl uysallaştırır ve bizim edilgen olarak aldığımız bilginin hizmetine sokulur. Akıl, bize deneyimlerimizi sistemleştirmemizde de yardımcı olabilir; ancak, onu aşamaz.” derken belki meselelere pozitivist yaklaşan materyalistleri memnun etmiyorlardı. Ama anlatmak istedikleri kuşkusuz tam da bizim ifade etmek istediklerimize yakın şeylerdir.

Estetik akli ölçek ve değerlendirmelerden bağımsız mıdır?

Veya bir sanat eseri akli sınırları ne kadar geçerse o kadar mı değerli olur?

Bu görüşlerin doğru olmadığını söylemeye bile gerek yok. Sanat eserinin estetik değeri, akla aykırı düşmesine bağlı değildir. Ancak bura da kast edilen veya vurgulama gereği hissedilen aydınlanma dönemi ile ideolojik karakter kazanan akıldır. Bu akıl varlığın özünden, ruhundan koparılarak, kaba maddenin görünür kodları ile kendini koşullandırdı. İnsanın diğer yetileri ile ortaklaşa bir etkinlik içinde olmayı gereksiz hatta zararlı telakki etti. Kendi varlığını kanıtlamak, bir aşamadan sonra hayata ve eşyaya egemen olmak için başta metafizik duyumlar, sezgi, ilham, inanç gibi aşkın değerlere yönelişin karşısına dikildi. Öyleyse akıl sezgiye, sezgi ise akla yaklaşmakla, kendi estetiklerini ürettiler.

Estetik bu gün, farkına varılmış sezgi ve derin duyarlılık dışına itilmiştir. Asıl anlamı ise bana göre sezgi ve derin duyarlılıktır. Sanat eserine anlam ve güzellik kazandıran ruh! bu gün son derece daralmış iç dünyası ve ıvır zıvırların yücelttiği dış çevresi ile asri insan, estetiği doğal olarak sanatı kavrama yeteneği büyük ölçüde yitirmiştir. Çünkü insanı tanıyamamaktadır.

Sanatın anlamı ve önemi, gündelik nesnel ihtiyaçlarını karşıladığı ölçüde var, karşılamadığı ölçüde yoktur. Varsa eğer bir değeri galeriler de veya müzayedelerde ki satış değerinden başkası değildir. Modern insan içkinliğini, aşkınlığını ve ufkunu yitirdiğinden estetik yaşantıya ihtiyaç duymaz oldu.

Asri insanlar ruh ve zihin dünyalarını estetik perspektifinden çözümlerken ne diyordu üstat? “Bizlerde artık sanata değil, sanat fikrine inanıyoruz.”

Sanatı anlamak, estetik düşünce ve olgunluk seviyesini yaşantıya dönüştürmekle mümkün olacak.

Sanatın zirvesi bizzat insanın kendisiyse, bu sanatın ustası da sonu ve başı olmayan ebedi olan Allah (c.c) olmaktadır.

 

Yazarın Diğer Yazıları