
'KÖTÜLERİ ÖLDÜREREK İYİLİĞİ TESİS EDEMEYİZ!'
Mehmet Kaçar
“Üç kişinin kusuruna bakılmaz. Bunlar; ihtiyarlar, yolcular ve hastalardır.”(Hadisi şerif)
Adamın birisi, kötüleri öldürerek, kötülüğün kökünü kazıyabileceğini zannetmişti. Bu savaşında, kafasına göre takılarak, kötü gördüğü, rivayetlere göre 97/98 veya 99 kişiyi öldürmüştü. 99 kişiyi katlettikten sonrada nadim olup, pişman olmuştu. Ve kendinin 99 kişinin katili olduğunu söyleyerek, kendisinin kurtuluşu olup olmadığını araştırmaya başladı. Çevresine kendinin derdine çare gösterebilecek birilerinin olup olmadığını sormaya başladı. İçlerinden birisi bu durumunu görünce ona şöyle demişti.
“Falan yerde bir mağara var. Orada bir papaz yaşar. O gece gündüz ibadetle taatla meşgul olur. Gecesi gündüzü ibadetlidir. Toplumdan uzakta yalnız yaşar. Tolumdaki kötülüklerden ve kötülerden da asla haberi yoktur. Şehirden, şehir halkından uzak ve bihaberdir. Şehir tanımayan bilmeyen birisidir. Sen ona git o sana bir çare gösterir” der.
Adam ona gider ve durumunu şöyle anlatır: “Ben kötülük yapan tam 99 kişiyi öldürdüm. Sonra birden bire nadim oldum ve pişmanlık duydum ve tövbe ettim. Benim tövbem kabul olur mu” der. Kendisi için bir ümit ışığının bulunup bulunmayacağını sorar adam papaza. Kötülüklerden ve şehirden uzak kendi başına başına yaşayan papaz, şehri bilmeyen papaz. O şahsa bir ümit ışığının olmadığını söyleyince, adam sinirlenir ve nasıl olsa her şeyini kaybetmiş biriyim diye düşünür. Ha 99 kişi ha 100 kişi ne fark eder, nasıl olsa kurtulmam için bir ümit ışığım yok der ve papazı da öldürür.
Ama bir kere yürüyeceğine kurt düşmüştür. Ya tövbem kabul edilirse, ya beni yaratanın affına , merhametine nail olursam? diye düşünerek yine araştırmaya başlar. Çok nadimdir, çok pişmandır. Tövbekardır. Ama bir nebzelikte olsa bir ümit ışığı olmalıdır. Bu ışığın olup olmadığını arayıp bulmak ister. Yine araştırmaya koyulur. Birisi bu şahsa birilerini önerir. Var sen falan şahsa git ve ona danış, ona sor, öğren derdini der. Bu şahıs tavsiye edilen şahsın yanına gelir ve durumunu şöyle izah etmeye çalışır.
Özetle, ben öncelikle kötü olan ve her an kötülük yapan 99 kişiyi, kötülük işledikleri ve kötü kişiler oldukları için öldürdüm. Sonra bir papaza gittim. Kendileri bir mağarada yaşıyorlardı ve benim nadimliğimin, pişmanlığımın, tövbemin hiç bir faydası olmayacağını ve cehennemlik olduğumu söyledi. Nasıl olsa kaybedecek bir şeyim kalmadı ha 99 kişi ha yüz kişi dedim ve onu da öldürdüm dedi. Ben çok pişmanım, tövbe ediyorum bir daha işlememeye söz veriyorum. Benim için bir ümit ışığı yanar mı acaba yahut var mıdır? dedi.
Normalinde katil olan bu zat, başvurduğu zat tarafından dinlenir ve dinlerken de gülümser. Sen zaten nadimsin, pişmansın ve tövbende, pişmanlığında da samimisin.
“Allah(c.c)) nadimleri, pişmanları ve özellikle de kendine samimi(hulusi) bir kalple yönelenleri affeder.” der.
Buna bir şey daha ekler. sen şimdi çevre itibariyle çok şerli yani kötülerin çok bol olduğu bir yerde yaşıyorsun. Öncelikle burayı terk edip iyilerin çok olduğu, kötüleri öldüren değilde, kötülüğün bizzat kendisini öldüren, samimi, ihlaslı ve dürüst insanların olduğu yöreye hicret edeceksin buyurur.
Bu da tabi ki bir nevi günahtan iyiliğe, şerden hayra, kötülükten güzelliğe hicret tavsiye ederken, samimiyetini asla kaybetmemesini, teslimiyetinden asla vazgeçmemesini, bir daha şeytanın fitnesine karşı uyanık olup düşmemesini, bunun yanında bir de çokça infakta bulunmasını tavsiye eder. Bu hicret nereyedir bilir misin? Tabi ki bizzat peygamberin tâ kendisinedir. Onun kalbinedir.
Kur’an’da bahsi geçen Nasuh Tövbesi’de böyle değil midir. Kötülükten vazgeçip iyiliğe, samimiyete, teslimiyete tövbe ederek hicret edip, kötü çevreyi terk etmek...
Neyse sözü fazla uzatmadan hikayeleştirmeye çalıştığımız hadisi şerifin bir başka yönünü de burada vurgulamadan geçmeyelim.
Yüz kişinin katili olan bu şahıs, kötü çevreden, iyi çevreye hicret ederken ecel vaki olup ruhunu teslim ederken, azap ve rahmet melekleri mevtanın başına gelirler. Azap melekleri bu şahıs yüz kişinin katilidir ve cezalandırılmalıdır derken, rahmet melekleri de, hayır, o nadim oldu, tövbe etti, pişman oldu ve rahmeti, affı, bağışlanmayı hak etti derler. Kendi aralarında karar verirler ve bir hakeme baş vurarak konuyu çözmek isterler.
Cibrili Emini hakem tayin ederler. O da mevtanın mevta olduğu yer, şer toprağına yakınsa azap melekleri yok eğer hayırlı topluma yakınsa rahmet meleklerinin vazifelerini ifa edebileceklerini söyler. Hatta bazıları mevtanın bir iki metre hayır tarafına kaydırıldığını söylerler. Her şey aslında matematik değildir. Burada ki bir iki metre kişinin pişmanlığı, samimiyeti ve tövbesi ve bun tutumunda da taviz vermeden kararlı olmasıdır. Bunun uzunluğu, genişliği, yüksekliği, ağırlığı, hafifliği olamaz. Çünkü bu samimiyettir, pişmanlıktır ve affa ve bağışlanmaya hak kazandıran bir davranıştır ve hakka, doğruya hicretin adıdır.
Sözü eveleyip gevelemeden, fazla uzatmadan bugünün Müslümanı, Hz. Peygamberdeki samimiyeti yakalarsa, Hz. İbrahim ve İsmail de ki teslimiyeti bulursa ve hz. Eyüb teki sabrı kazanırsa ve en önemlisi de kötülerle mücadele etmek yerine bizzat kötülüğün kendisi ile mücadele ederek kötülüğün hayra tebdil edilmesine gayret gösterirse işte o zaman 101. kişiyi öldürmeye gerek kalmayacaktır ve geçmişte olduğu gibi de, insanı katleden değil, ihya edip dirilten bir nesil, bir düzen kurulacaktır. Radikalizm bunu bir kez daha düşünse bence çok güzel olacaktır. Kur’an ve Hadis ışığında hareket etseler hicretleri hep iyi çevreye olacaktır.
Esed’i, üreten sistemi değiştirmedikçe Esed’i öldürmek çare değildir. Çünkü o sistem yeni Esedler yetiştirecektir. Kötülüğü üreten Esed değil Esed’i yetiştiren sistemdir. Mesele Esed’i değil Esed’i yetiştiren ana kaynağı, İblisin sistemenin, Firavunun sitemini Musa’nın sistemine çevirmektir.
Fi Emanillah!...