
KİM YÖNETİCİ OLMALI?
Mehmet Kaçar
İmparatorluk, “hukuk devleti” dir.(Aslın da ‘hukuk devleti’ demenin âlemi yoktur. Çünkü, ‘hukuk’, hadizâtın da ‘devletin içlemi’ndedir.’Hukuksuz’ devlet olmaz. Hukuk-Siyâset- İktisat, ‘devletin temel kurucu üçlüsünü oluşturur. O halde ‘devlet” hukukla tanımlamanın ne manası ne de mantığı var?
Kan bağından neşet etmiş oymak boyu topluluğunu esas alan kavimdaş millet devletinden farklı, ülküsü adâlet olan imparatorluk devletin de hukuk gerçek yerini bulur). Hukuk ise, Allah(c.c)ın zâtına en yakın duran, ülkülerin en üstünü, adâletin toplum düzlemin de ki uygulanışıdır. Adâleti ancak vahiy dini yoluyla tanıyabiliriz. Onun tarifi ile tefsiri, hikmetle irtibatını kesip kaybetmemiş bir felsefe sisteminin işidir. Bunun dışın da kalanlar, ahlaka yakın yahut uzak örfi devlet nizâmlarıdır.
Ahlak esaslı hukukla yönetilen devletin idaresi ve kadroları, meşruuluk kaynaklarını vahiy ile geniş tabanlı kamu uzlaşmasında bulur.Kamunun tasvibi ile denetimini yitirmiş idare, meşruuluğundan da olmuştur artık.
İmparatorun İslamda ki yaklaşık olarak karşılığı ise halifelik tir. “Halifelik” Hz. Peygamberin (sav) manevi şahsiyetinin devam ettirilmesi demek değildir. Onun, İslam âleminin birliğini (ümmet) sağlama çabalarının sürdürülmesi anlamındaki siyasi bir kurumlaşma dır.
‘Ümmete gelince; o da, illa ki yekpâre siyasi ile hukuki birlik anlamına gelmez. Müslüman olan halkların, milletlerin yahut devletlerin topluluğu biçimin de de anlaşılabilir.
Millet isterse, halifeyi mutlak şekilde seçer, onun hiç bir tasarrufunu kayıt altına almaz(hükümeti mutlaka), millet dilerse de halifenin tasarruflarını bazı kayıt ve şartlara tabi tutar(hükümeti mukayyede).
İşte meşruti hükümet denilen hükümet bu tür bir hükümettir. Millet hiç bir kişiye vekâlet vermez. Yani bir halife, bir imam seçmezse hilafet de yok demektir.
İslam Kültür ve Medeniyeti yönünden, yönetim anlayışının temellerinden meşruiyet, İlahi kanun üstünlüğüne dayanır.
“Ey İman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere itaat edin. Sonra kendinizden olan emir sahiplerine itaat edin.” ayetinin yanın da Efendimiz Muhammed Mustafa(sas) ve onun varisleri, sahabe efendilerimizin kendi araların dan seçtikleri halifeler ile idareciler, bilgilerin deki yetkinlik bakımından ancak Allah’ın(cc) hükümlerinin yine O’nun adına uygulayıcılarıdır. Yasama, yürütme ve hüküm de keyfilik olmaz. Eğer, yasama ve yürütme de keyfi olursa, idarecilere, idarecilerinde yasalara ve milletine karşı gelmiş olur.Yönetim de meşruiyet, ilahi buyruklara sıkı sıkıya bağlılıkla kazanılır. Allah(cc)a itaat etmeyen bir idareciye itaat edilmez. Ayeti Kerime de, önce Allah, sonra Peygamber ve üçüncüsünde de kendinizden kaydının bulunması, Allah’a(cc) ve Resülüne(sav) itaatı, ilahi emirleri de uygulamayı gerektiren bir durumdur.
Adil bir devlet yönetimin de, herhangi bir fert(birey) diğer fertlere(bireylere), komşu da komşuya, iş veren işçisine, işçi de işverenine, yahutta diğer zümrelere ve gayrimüslimlere, her hangi bir zümre de diğer zümreye ya da ferde, ister nesep(soy-sop ve kan akrabalığı) bakımından olsun, imtiyazlı davranamaz, bütün fertler halife nezdinde eşittir ve temel haklarını alma hakkına sahiptirler. Bu şekilde bir yönetim şeklini gösteremeyen halife ve onun şurası, meşruiyetini kaybetmiş ve hükümetten de çekilmiş sayılırlar. Eğer, çekilmiyorlarsa, zalim bir idareci durumuna düşerler.
İslam Kültür ve Medeniyeti, oluşturmak istediği faziletli toplum için esaslar(yasalar) belirlerken bu tolumun yönetim anlayışının temellerini de, hem Resulüllah(sav)ın ve hem de Raşid halifelerin uyguladıkları temel yönetim şekilleriyle ortaya koymuşlardır ki, bir de bunlara, tarihçiler Harun Reşid’i eklemişlerdir.
İslam medeniyetinde, yönetici kendine verilen(kendisinin istemediği halde, liyakat ve ehilliğin den dolayı) görevlendirilmesinden sonra, toplum ve topluma ait olanın, kendisine emanet olduğunu bilir, bu bilinçle de emanete ihanet etmeyi, emin-güvenilir, adil bir yönetici olmayı da kendine bir şiar edinir. Emin, güvenilir ve adil olan bir yönetici, toplumu adaletle yönetir. Kanun karşısın da bütün bireylerin eşitliğini sağlar. Liyakat sahibi olana yöneticilik verilir. Emanet ve adalet esaslarını yerine getiren liyakatli yöneticinin seçimi de (şura) veya meclis tarafından istişare edilerek yapılır. Yapılan istişareler neticesinde de seçilmiş olan yönetici de meşruiyet kazanmış olur. Meşruiyet kazanmış olan “Ulu’l-emre” uymak zorunluluk ve esastır. Yönetim esaslarındaki bu uyum sağlandığın da huzurlu ve sukûnlu toplum olur.
Demek oluyor ki, meşru bir yönetici de bulunması gereken temel özelliklerin başında da adalet, iman ve liyakat gelirken tebaasından da hiç bir ferdi ayrı ayrı muameleye tabi tutmaması gerekiyor. Bunu başaramazsa, ya istifa gerekiyor yada kendi istifa ediyor.