Mehmet Kaçar

Kim Ehil, Kim Değil?

Mehmet Kaçar

Bir kimse beğenmediği, istemediği bir işe ve makama birileri tarafından getirilmişse, o kimse o makamda uzun soluklu olmaz yahut da olamaz.
Bulunduğu yerin ağırlığını, hakkını veremeyenler, o koltuğu dolduramayanlar, sürekli bir kaçış senaryosu peşinde koşarlar.
Çeşit çeşit planlar yaparak o makamdan uzaklaşmayı hayal ederler.
Kendilerine kaçışın bir yenilgi olacağını kurguladıklarından akıllarına koydukları bu plandan her defasında geri adım atıp vazgeçerler.
Bunlar isterler ki gelmek istedikleri yer, makam ayaklarının altına kendisi gelsin.
Buna da gerekçe üretip cevap vermekte zorlanmayacaklardır ne de olsa.
Ya talih, kısmet diyeceklerdir ya da nöbet ya da emanet.
Hâlbuki kalplerinin durmaksızın attıkları yer burasıdır.
“Bir yer” dediklerine bakmayın.
Siz onların kastettikleri  “O yer” dir.
Önceden işaretlenmiş, bu günler için ayrılmış insanı kanatlandıran müstahkem mevkidir orası.
Bir yere gelen insanı nasıl tanırsınız?
Bunların:
 Mimikleri anlamsız bir şekilde değişir.
Çehreleri okunaksız ve donuklaşır.
Çelişkilerine kılıf bulmak için gülünç duruma düştüklerinin farkında bile olmazlar.
Erkeklerde pantolon ağları genişliğini yavaş yavaş kaybeder ve her geçen gün o genişlik kaybolmaya başlar.
Saç, sakal şekli değişmeye başlar ve en sonunda kendini ispat etmek için top sakal koymaya karar Kendilerini ziyarete gelenlere ve ev halkına daima aşırı bir şekilde meşgul oldukları, çok çalıştıkları   Kendilerinin aşırı meşgul oldukları bir telefona dahi bakmaya vakitleri olmadığını hatta başlarını kaşıyacak vakit bulamadıklarını iddia ederek mesajını verebilmek için telefonlarınıza çıkmazlar. Çok önemli sırlarını bu yolla saklamaya çalışırlar ve ifşa olmasından korktukları sırların açığa çıkmasın Üç dört gün öncesine kadar ahbap oldukları kişileri unutup, çok önemli işlerin ve ortamların adamı oldukları intibaını vermeye çalışırlar.
Bu tiplemelerin her üç kelimesinden biri de “sayın” kelimesidir. 
Bey” kelimesi vaaz geçilmezleri arasında yer alır ve kendilerine “bey” denilmezse çok bozulurlar. Geldikleri yeri  “sıçrama tahtası”, veya “sıçrama taşı” gördükleri için daha büyük makamlara gelebilmek için olmadık akrobatik hareketler sergilerler.
Kalabalık bir ortama düşmüşlerse şayet oturdukları yerde “Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?” edasıyla poz vermekten çekinmezler.
Yemek yedikten sonra uzun uzun kürdanla dişlerini karıştırırlar. Bu durumu gereksizce uzattıklarının farkında olsalar da umursamazlar.
Tanınmış bürokrat ve devlet adamları ile bir araya gelme hikâyelerini hiç gereği yokken mübalağa sanatı kullanarak anlatmak bıkmazlar.
Cüzdanlarından çıkardıkları kartvizitlerinin arkasını işaretleyerek gelip geçenlere dağıtarak   kendilerinin vaaz geçilmez oldukları imajını vermeye çalışırlar.
En samimi arkadaşlarının adlarını kasten yanlış söyleyerek eski dostlukların üzerine bir çizgi çektiklerini anlatmaya çalışırlar.
Mesela, Abdurrahman’a Bora, Muhammed Emin’e Tayfun, Şerife’ye Ece demekten ayrı bir zevk alırlar.
Bürokratlarla beraber aynı karede resim çektirmek ve bu ve bu karede yer almaktan ciddi derecede haz duyarlar.
Her fırsatta basında boy göstermeye çabalarlar.
Paraya, pula, giyim kuşama çok özen göstererek, kendilerinin zengin olduğunu ve bir makamı işgal ettiğini göstermeye çalışırlar.
Kendilerini bu makam ve mevkiinin değişmez elemanı görürler ve kendilerinin o makamdan kazara alındığı zamanda, o makamı bir başkasının kendisi kadar dolduramayacağına tam bir teslimiyetle inanırlar.
 Kendisinin milletvekili olacak adam olduğuna ve kendisi olmadığı için o makamların yetersiz kimselerle doldurulduğuna inanırlar.

Yazarın Diğer Yazıları