
İslam Teslimiyettir/İman İttibadır
Mehmet Kaçar
Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez O’na teslim olmuştur ve O’na döndürülüp götürüleceklerdir”(3/83).
Bu ayete göre, göklerde ve yerlerde olanların Allah’a olan teslimiyeti insana örnek olarak gösterilmektedir. Ve insana şöyle denilmektedir ki:”Ey insan işte sende bunlar gibi kayıtsız şartsız ve isyansız teslim olacaksın.
Sende onlar gibi teslim olmalısın ki, sende sonunda O’na döndürüleceksin.
Evet, teslimiyet İslam’ın, ittiba da imanın ta kendisidir.Kişi neye ibadet ediyorsa ona teslim omuş, neye teslim olmuşsa ona kul olmuş demektir. Bu nedenledir ki, Allah nebisine şöyle demesini öğütlemektedir.:
“De ki: “ben Rabbimden bana apaçık deliller geldiği zaman sizin Allah’tan başka yalvardıklarınıza tapmaktan nehy olundum ve alemlerin Rabbine teslim olmakla emrolundum”(40/66).
Hz. Ali’nin dediği gibi “İslam teslmdir”(nehcul belaga,125, Hikmet). Kur’an da bir çok yerde, “Allah’ın önünde eğiliniz” anlamına kullanılan “Irkeu” emrinin ayrı bir yeri vardır. Rüku ediniz anlamına gelen bu emrle namazdaki rüku karşılaştırılmamalı. Elbet namazdaki rüku da mutlak varlık önünde insanın acziyetinin sembolik bir felsefesidir.Ne ki bazen sözkonusu emir namazla birlikte geçmektedir.
“Namazı kılın, zekatı verin ve rüku edenlerle birlikte rüku edin”(2/43).
Evet, işte bu rüku Allah’ın önünde eğilmenin, O’na kayıtsız ve şartsız itaat etmenin sembolik ifadesidir.O’nun önünde baş eğmeyip O’na kayıtsız şartsız teslim olmayanlar, O’nu yalanlayanlar olarak tanımlanmaktadır Kur’an ‘da:
“Onlara(Allah’ın hakimiyeti önünde) eğilin denildiği zaman eğilmezler.Yalanlayanların o gün vay haline!”(77/48/49).
Biri çıkıp Allah’a inandığını lakin buyruklarına tabi olmayacağını söylese, o aynı zamanda Allah’a da inanmamış demektir. Aynı şekilde Rasul’e inandığını, O2nun söylediklerinin doğru olduğunu tasdik etse fakat buna rağmen “ben sana tabi olmayacağım” dese o kimsenin Rasul’e imanı da geçersizdir. Bu durumda imanla ittiba, İslam’la teslimiyet örtüşmektedir. Değilse bunun olduğu gibi tarihte de inanılması gerekenlere inandığını söyleyip buna rağmen dinin hükümlerinin kendilerini bağlamadığı görüşünde olan kişiler ve guruplar vardı.
Kişilere örnek olarak cahiliyyenin ünlü Taifli şairi Ümeyye b. Ebi’s-Salt’ı verebiliriz. Ümeyye, hanif bir şairdi. Allah’a, Peygamber’e, Meleklere, Kitaplar’a ve ahiret gününe inanırdı. Hatta bir gün Ebu Süfyan, “Abdülmuttalibin yetimi Peygamberliğini ilan etti: Ne dersin? doğru mu söylüyorsun?” deyince şu cevabı alacaktır. “Evet, o Allah’ın Rasulüdür, git O’na tabi ol.” Ebu Süfyan, “Peki sen neden tabi olmuyorsun?” deyince, “Taif kadınlarının Abdulmuttaliboğullarından bir gence tabi olduğumu haber alıp beni kınamalarından korkuyorum”diyecektir. İşte böylesine bir inanca sahip olan İbn Ebi’s Salt’ın adı Allah Rasulü ve Ashabının dilinde “Allah düşmanı”dır(A’raf: 175-176) bu adam hakkında nazil olmuştu ve o, bu ayette köpeğe benzetilmişti.
Asya musevilerinden Saruhaniyye adlı bir gurup Hz. Muhammed’in Allah’ın peygamberi olup getirdiklerinin tümünün hak olduğuna, namazın, orucun, haccın ilahi emirler olduğuna inanıyorlar ve şehadet kelimesini söylüyorlardı. Bütün bunlara rağmen diyorlardı ki:”İslam’ın bütün emir ve nehiyleri haktır ama bizi bağlamaz”(Bağdadî, el-fark, s, 11).
Hicri 4. yüzyılda var olan gurubu hiç bir İslam alimi müslüman olarak adlandırmadı.
Bir başka misal de Isfahan’da ortaya çıkan ve adına İseviyye denilen bir Yahudi mezhebiydi. Bu mezhebe mensup olanlarda Rasule ve Allah’ın onun aracılığıyla gönderdiği herşeyin hak ve gerçek olduğuna inanıyorlardı. Lakin onlar Rasulullah’ın ve dolayısıyla Kur’an’ın Araplara gönderilmediğini, bu nedenle Arap olmayanları özellikle de İsrailoğullarını bağlamayacağını ileri sürüyordu.
Özellikle günümüzde gelişen laik-müslüman tipinin tarihi uzantıları olan bu gurupları kimse İslam ümmetinden saymadı. Hoşgörü ne kadar geniş olursa olsun hiç bir alim bu türden garip bir inanç biçimine mazeret aramaya kalkmadı.
Çünkü, “İnandım” demek “tabi oldum” demekti. Allah’a inanıpta hükümlerini reddetmek, O’nun rububiyetini inkar etmekti. O’nun rububiyetini inkarla, O’nun varlığını inkar arasında pek bir fark yoktu. Çünkü o kendisini Rabb olarak tanıtıyordu.