
İslam Medeniyeti Nasıl Oluştu?
Mehmet Kaçar
İslamiyet’in zuhurundan evvel birbirine muhasım(düşman), dağınık bir hayat geçiren iptidai Arap kavmi için Müslümanlık yeni ve çok güçlü bir bağlılık ortaya koydu(Medine Kardeşlik anlaşması gibi).Birbirleriyle birleşerek, kenetleşerek yeni ve çok kuvvetli bir mefkure ile de süslenen Arap orduları, karşılarındaki iki çok eskilere dayanan imparatorlukları çok erkenden sarsmaya muvaffak oldular. Kaç asırlık İran saltanatı ile onun istinatğahı olan İran medeniyeti, üzerinden geçen bu müthiş kan ve ateş kasırgası altında surat le ortadan silindi ve İslam orduları Orta Asya’yı da geçerek Çinlilerle, Türklerle, Hintlilerle temas ettiler. Şarki Roma İmparatorluğu çölden gelen bu nagehani sadme ile büsbütün yıkılamamakla beraber, Suriye ve Mısır da dahil olduğu halde en kıymetli cenup eyaletlerini bırakarak gerilemeye mecbur oldu. Bu istilası bu kadarla tevakkuf edemezdi. Garp’ta(batıda) Şimali(kuzey) Afrikayı bir hamle de geçtikten sonra Cebelitarık’tan karşıya atlayarak orada vasi bir sahada kuvvetle yerleşti. Şark’ta(doğuda) ise bir taraftan Hint’e, Kafkasya Dağlarına, diğer taraftan hemen hemen Çin serhatlerine kadar dayandı.
Bu muazzam fütuhatın iki neticesi oldu. Birincisi bu sahalarda yaşayan muhtelif dinlere ve ırklara mensup ahalinin -muhtelif amiller tesiriyle- İslamiyet’i kabul etmeleri; ikincisi de o kadar muhtelif medeniyetlerle temas eden İslamiyet’in tekâmül-i zarurisi. Yeni bir mefkûrenin feyziyle çölden fırlayan İslam kuvveti, eski dinlerden ve medeniyetlerden kalan bakiyeleri -her yeni dine mahsus unf ve şiddetle- ortadan kaldırmıştı; lakin muahharen onların yerine yeni bir medeniyet kurmaya tabiatıyla mecbur oldu. İşte İslam Medeniyeti, esaslarını tabii Araplardan almakla beraber, en ziyade yıktığı eski medeniyetlerin ve dinlerin bekaya-yı anasırı sayesinde inkişaf edebilmiş, türlü türlü harslara malik muhtelif kavimleri kucaklayabilecek kavi, cihan-şümul bir medeniyeti ancak o sayede vücuda getirmiştir. Yoksa yalnız çöl harsının unsurları, kendi başına bu kadar büyük bir iş yapmaya kadir olamazdı. “İslam Medeniyeti” dediğimiz kitle nasıl sırf Araplardan mürekkep değilse, İslam Medeniyeti münhasıran Arapların ve Araplığın mahsulü değildir.
Emeviler zamanında yavaş yavaş teessüse başlayan İslam Medeniyeti, Abbasiler zamanında en yüksek mertebe-i tekâmüle vasıl oldu. Bunda İran anasırı medeniyesinin, Eski Yunan’ın, Hint’in, Museviliğin ve İseviliğin, hülasa İslamiyet’le temas eden muhtelif din ve medeniyetlerin bir hissesi vardır. Bu medeniyetin mahsulatı fikriyesi, ekseriyetle Arap olmayan İslamlar -mesela Türkler, İranlılar ilh.- hatta Hıristiyanlar, Museviler, Mecusiler tarafından Arap lisanıyla yazılmış veya tercüme edilmiştir. Arapların milleti hakime olması ve İslam Medeniyeti nüvesinin Arap harsında terekküp etmesi Arapçayı uzun müddet kurûn-ı vustâ Avrupası’nın Latincesi gibi - İslam ümmeti için umumi bir lisan-ı tahrir hâline koydu. Ve çok eski bir lisan-ı edebi olmalarına rağmen Farisinin, Türkçenin İslamiyeti müteakip uzun asırlar metruk ve mühmel bırakılmasına sebebiyet verdi. Abbasiler zamanında yani İslam medeniyetinin en yüksek devresinde “Kaşgar”dan “Bahr-ı Muhit-i Atlasi” kenarlarına kadar umumi tahrir lisanı olarak Arapçayı görüyoruz.
İslam ümmeti dairesine dâhil olmuş kavimler için Kur’an lisanının bu tefevvuk ve tahakkümü kadar bir şey olamaz.
Muhtelif din ve medeniyetler bekayayı anasırının Arap harsıyla birleşmesinden vücuda (gelen) İslam medeniyeti, heyet-i mecmuasıyla bir “kül” teşkil eder: Gerek telakkiyatı hukukiye ve ahlakıyye, gerek teşkilatı maddiye itibariyle bu medeniyetin bütün eczası arasında bir ahenk mevcuttur. Muhtelif İslam kavimlerine göre bu telakkiyatı maneviye ve teşkilatı maddiyenin az çok değiştiği, mahallî farklar gösterdiği inkar olunamaz: Lakin kavmî ananelerin bu tehalüfüne rağmen, kitap ve sünnetin vahdeti İslam medeniyetinin bütün İslam memleketlerinde umumi ve müşterek bir sima almasını intaç etmiştir. Bunu yalnız idari ve askeri teşkilatı değil bütün sanayi-i nefisede, lisan ve edebiyatta, hatta ahlak ve adapta sarih bir surette görmek mümkündür. İslamiyet dairesine giren her kavim, İslamiyet’ten evvelki ananelerini büsbütün unutmamakla ve İslamiyet’ten sonra ki müessesat-ı maddiye ve maneviyesinde onların tesiratını az çok saklamakla beraber, müşterek İslam medeniyetinin tesiratından kurtulamamış ve o medeniyetin umumi hatlarını daima muhafaza etmiştir. (Darülfünun Türk Edebiyatı Tarihi Müderisi Köprülüzade Mehmet Fuat).