
İslâm Medeniyeti 'Gönül Medeniyetidir' (Medine Devletinde Özel İnsanlar!)
Mehmet Kaçar
“(Peygamberler), âmânın kendisine gelmesinden ötürü yüzünü ekşitti ve çevirdi! Sen nereden biliyorsun, belki o temizlenecek yahut öğüt alacak da bu öğüt ona fayda verecek! Kendini muhtaç görmeyene gelince, sen ona yöneliyorsun! (İstemiyorsa) onun arınmasından sana ne? Fakat koşarak ve (Allah’tan) korkarak sana gelenle ilgilenmiyorsun! Hayır, böyle yapma, şüphesiz bu ayetler bir öğüttür, dileyen ondan öğüt alır.”(Abese, 80/1-12).
Din, İslam Kültür ve Medeniyeti’nin insan tasavvuru, insan tasarımı ve ürettikleri insan şekli, onların temel karakterlerini yansıtır. Hz. Muhammed(s.a.v)’in inşa ettiği İslâm asırlardır tarih sahnesindedir ve bu tarihin büyük bir kısmında insanlığın gerçekleştirdiği en büyük başarı örnekleri inkarı kabil olmayan katkılar yapmıştır. Onun inşa ettiği İslam Medeniyeti, insana insan olduğu için kıymet vermekte, varlığın özü ve mevcudun en gelişmişi olarak insanı görmektedir.
İslam Dininde insan zübde-i kâinat ve eşref-i mahlûkattır. Bu medeniyetin temel manifestosu şudur: “Allah sizin ne biçimlerinize ne de bedenlerinize bakar fakat o sizin yüreklerinize bakar.” (Müslim, Birr,45) Bunun için İslam, insanın bedeninden çok yüreğinin önemsendiği bir gönül medeniyetidir. (Özafşar, M. Emin, İslam Kültüründe Engelli Meşhurlar ya da İslam Kültüründen İnsan Manzaraları, 137)
Allah Resûlü(s.a.v) Medine İslam devleti toplumunun tüm fertlerine işte bu pencereden bakmış ve onlarla bu prensip doğrultusunda bir ilişki kurmuştur. Onun engelli bazı sahabelerle olan ilişkilerinden bir kaçı şu şekilde oluşmuştur. Âmâ bir sahabe oan İtban bin Mâlik Allah Resûlü(s.a.v)’ne gelerek “Ey Allah’ın Resûlü! Benim gözlerim iyi görmüyor. Evimle kabilem arasındaki nehir, yağmur yağdığında taşıyor ve geçmem zor oluyor. Evime gelir bir yerinde namaz kılarsan orayı mescit edineceğim’ der. Bunun üzerine Allah Resûlü, onun evine gidip orada namaz kılacağına söz verir ve ertesi sabah güneş doğup yükseldikten sonra beraberinde Hz. Ebû Bekir(r.a) ile İtban(r.a)’ın evine gider. Eve girdiğinde ‘Evinin neresinde namaz kılmamı istersin?’ buyurur. O da Allah Resûlü(s.a.v)’nün namaz kılmasını istediği yeri gösterir. Resûlüllah namaza durur, arkasındakiler de ona uyarak namaz kılarlar.”(Buhari, Teheccüd,36; Müslüm, Mesacid ve Mevziu’s-Salat, 263).
Allah Resûlü(s.a.v)’nün Ümmü Mektum(r.a)’la yaşadığı şu hadise ve sonrasında onun hakkındaki tasarrufları konu açısından çok dikkat çekicidir. Allah Resûlü(s.a.v) bir gün Mekke’nin ileri gelen müşrikleriyle konuşuyordu: İslam hakkındaki sohbet iyice koyulaşmıştı. Tam o esnada âmâ sahabelerden biri olan Abdullah b. Ümmü Mektum, “Bana doğru yolu göster, ey Allah’ın Resûlü!” diyerek çıka geldi. Onun zamansız gelişi ve söze dalışına canı sıkılan Hz. Peygamber, yüzünü çevirip konuştuğu şahsa döndü ve “Söylediklerimde herhangi bir sorun görüyor musun?” diye sordu. Adam, “Hayır” diye cevap verdi. İşte tam da bu esnada, Yüce Allah’ın yukarıda mealini verdiğimiz ayetlerine muhatap oldu. Kutlu Nebi bu ilahi mesaja kulak vermiş, ondan payına düşeni fazlasıyla almış ve Ümmü Mektum’a sahabe içerisinde yüksek payeler vermiştir. Öncelikle onu Mus’ab b. Umeyr ile birlikte Medine’deki Müslümanlara Kur’ân öğretmekle görevlendirmiş.(Buhari, Tefsir, A’la, 1)ardından onu, Bilal-i Habeşi ile beraber Mescid-i Nebi’nin müezzinliğine tayin etmiştir. (Buhari, Ezan, 11; Müslim, Salat, 8)Bu görevlerin yanında savaşlara giderken onu Medine’de vekil bırakmış; Ümmü Mektum, geride kalanlara namaz kıldırmıştır. Hz. Peygamber’den sonra onun raşit halifeleri de bu muhterem sahabeye çok önemli görevler vermişlerdir. Hatta o Kadisiye Savaşında İslam ordusunun sancaktarlığını yaparken şehit olmuştur.(İbnü’l -Esir, Üsdü’l-Gabe,IV,264).
Engelliler Hz. Peygamber’in yanında sadece merhametin ve yardımın nesnesi olarak görülmemişler, bilakis kabiliyetlerine göre bilgi, irfan ve güven timsali olarak telakki edilmişlerdir. Allah Resûlü(s.a.v)’nün önemli görevler verdiği engelli sahabelerden biri de Muaz b. Cebel(r.a.)’dir. O, ayağı aksayan Muaz b. Cebel(r.a.)’i Yemen’e vali olarak göndermiştir.(BUhari, Cihad, 164) Hz. Peygamber zamanında, engelli olmalarına rağmen kendi istekleri ile savaşa katılan sahabeler de dikkat çekmiştir. Bunlardan en önemlisi ayağı aksak olan Amr b. Cemuh(r.a.’dur. O, bir gün Hz. Peygambere gelerek, “E Alla’ın Resûlü! Eğer ben şehit oluncaya kadar Allah yolunda savaşırsam cennette bu topal ayağım düzelmiş bir şekilde yürüyebilecekmiyim?” diye sorar. Hz. peygamber, “Evet” der. Amr, Uhud Harbinde şehit olur. Savaş meydanında Amr’ın cenazesiyle karşılaşan Hz. Peygamber, “Ben sanki seni cennette bu ayağın iyileşmiş durumda yürürken görüyor gibiyim.” buyurur.(İbn Hanbel, V. 300) Zikri geçen bu sahabelerin yanında Hz. Peygamber’e arkadaşlık etmiş ve yaşamlarının belli dönemlerinde engelli olmuş önde gelen bazı sahabeler de şunlardır. Sa’d b Ebi Vakkas(ra), Cabir b. Abdullah(ra), Bera b.Âzib(ra), Ka’b b Malik(ra), Abdullah b Ebu Evfa(ra), Abbas b Abdülmuttalib(ra), (İbn Kuteybe, Mearif,587-588)
Engellilerle ilişkilerini örneklerde de görüldüğü üzere bedene değil de kalbe, akla ve liyakate bakmak prensibi üzerine inşa eden ve güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderilen Allah Resûlü(s.a.v) hiçbir engelliyi “kör, sağır, dilsiz” gibi vasıflarla nitelendirmemiştir. Eşi Safiye’yi boyunun kısalığı ile niteleyen Hz. Aişe(ra)’yi “Öyle bir söz söyledin ki denize karışsa onu bozardı.(Tirmizi, Kıyame, 51.)diyerek ikaz etmiş, hatta âmâ bir sahabeyi ziyeret etmek istediğinde “Beni, şu iyi gören adama (basir) götürün” demiştir(Beyhaki, Sünen, X, 199) O, engellilere yapılacak her türlü yardımın ibadet olduğunu özellikle vurgulamış, bir gün varlıklı Müslümanların namaz, oruç ve hac gibi ibadetlerin yanısıra sadaka vererek de sevaba erdiklerini söyleyen ancak kendilerinin buna imkân bulamadıklarından yakınan Ebû Zer (ra)’e sadakanın birçok çeşidinin bulunduğunu belirterek şöyle buyurmuştur: “Âmâ’ya veya yol sorana yol göstermen, sadakadır. Güçsüz birine yardım etmen, sadakadır. Konuşmakta güçlük çekenin meramını ifade edivermen sadakadır.”(İbn Hanbel, V, 152, 169)
Engellilere yardım etmeyi ibadet telakki eden Allah Resûlü(s.a.v)’nün bir âmâyı yoldan saptıranları, onu kasten yanlış yola yönlendirenleri lanetliler içerisinde sayması ise son derece manidardır.(İbn Hanbel, I, 317, I, 217) Bu gibi söylem ve eylemleriyle engellilerin toplum nezdindeki yerine ve toplumun onlara karşı görevlerine işaret eden Allah Resûlü(s.a.v) engellilerin nasıl bir sabır ve şükür imtihanından geçtiklerini şu örnekle ortaya koymuştur. “Yüce Allah, İsrailoğullarından, biri alacalı, biri âmâ ve biri kel üç kişiyi imtihan etmek ister. Bir melek göndererek onları iyileştirir. Sonra da deve, sığır ve koyun gibi hayvanlardan en çok istediklerini vererek onları zengin eder. Yıllar sonra melek, gariban bir kişi sureti ile gelerek sırayla her birini ziyaret eder ve Allah’ın kendilerine verdiği bu mallardan Allah rızası için ister. Alacalı ile kel, bu malları miras yolu ile elde ettiklerini söyleyerek ona bir şey vermezler. Ceza olarak her ikisi de eski hâllerine döner. Âmâ ise ‘Ben bir âmâ idim. Allah bana görme duyumu geri verdi. Fakirdim, beni zengin etti. İstediğini al! Vallahi Allah için aldığın hiçbir şeye engel olmayacağım ‘der. Bunun üzerine melek, ‘Malın sende kalsın! Siz sadece imtihan edildiniz ve Allah senden razı oldu, diğer iki kardeşine ise öfkelendi’ şeklinde cevap veriri.”(Buhari, Ehadisü’l-Enbiya, 51; Müslim, Zühd ve Rekaik, 10). Bu misale ek olarak Allah Resûlü(s.a.v)” İki sevgilli olan gözlerini almak sureti ile kulunu sınadığımda sabrederse, o ikisi yerine ona cenneti veririm.”(Buhari, Merda, 7); “Bir Müslümanın başına gelen hastalık, dert ve hüznü Allah o kişi için günahlarına kefaret sayar.”(İbn Hanbel, Müsned, III, 24) sözleriyle de sabreden engelli engelsiz herkese günahlardan arınma ve cenneti vadetmektedir. “Âmâya veya yol sorana göstermen, sadakadır. Güçsüz birine yardım etmen, sadakadır. Konuşmakta güçlük çekenin meramını ifade edivermen sadakadır.
Bu misallerde de görüldüğü gibi Hz. Peygamber, engelli sahabelerin ibadete devam etmelerini istemiş, onları çok önemli görevlerde görevlendirmiş, savaşlara katılmalarına dahi izin vermiştir. Böylece o, engellilerin toplumdan soyutlanmasına asla izin vermemiştir. Liyakatlerine uygun alanlarda topluma hizmet etmelerine fırsat vererek onların topluma fayda sağlamasını temin etmiştir. İnsan-ı Kâmil olan Hz. Peygamber bütün ömrünü insanın onur, haysiyet, hürriyet ve saygılığını kazandırmaya adamış, ortopedik engelli Muaz’(ra)’ı Yemen’e vali; Ümmü Mektum(ra) gibi âmâ birini Medine’de kendi yerine vekil tayin etmiş, bütün bu uygulamalarında bilgi, yetenek, akıl ve beceriyi esas almıştır. Engelliler Hz. Peygamber’in yanında sadece merhametin ve yardımın nesnesi olarak görülmemişler, bilakis kabiliyetlerine göre bilgi, irfan ve güven timsali olarak telakki edilmiştir.
Bizler için her yönüyle “üsve-i hasene”(Ahzab, 33/21) ideal bir model olan Hz. Peygamber’in, engellilerle birkaç örnekle işaret edilen hikmetli ilişkisi bizim de onlarla olan ilişkilerimize ışık tutmalıdır. Çünkü Allah Resûlü (s.a.v) tabibü’l ebdan değil bilakis tabibü’l-kulubtür. Yani o bedenlerdeki hastalıkları, sakatlıkları değil kalplerdeki hastalıkları tedavi etmek için gönderilmiştir. O, fiziken sağlam ancak hakikat karşısında kör, sağır ve dilsizleri tedavi için çaba harcamıştır. Çünkü O’na göre gerçek engel, hakikati idrakten yoksun olmaktır.
Selametle