
İSLAM MEDENİYET TARİHİNDE 'HADİS'
Mehmet Kaçar
Hz. Peygamber, Rabbinden aldığı emre riâyet ve itaat bila istisnasız itaat ederek, Kur’an-ı Kerim’de kendisine gönderilen ayeti kerimeleri, Müslümanlara tebliğ etmiş, tebşir etmiş, anlatmış, açıklamıştır. İşte bu yolla kendisine Rabbinden verilen görevi tam layıkı vechile ile yerine getirmiştir. Noktasını virğülünü dahi atlamamış bir peygamberdir.
Ne var ki, bu görevin mücerred(yalnızca) tebliğ görevine münhasır kalması halinde, Müslümanların güç-kuvvet ve ekonomik hallerin de, her yönden güçlü olan müşrikler ve diğer küffarla karşılaşacak olmaları da hatırdan çıkarılmamalıdır.
Çünkü, Hz. Peygamber tarafından tebliği olunan İslamın ve tatbiki istenilen tüm Kur’an’ın, mücmel(özet ve kısa) gayrı mufassal(açıklamasız), yahut mutlak(tamamı) gayrı mukayyed(belirlenmemiş) olarak nazil oluştur.
Mesela namaz kılınmasını Kur’ân-ı kerimde emreden ayetler, mücmel(ayrıntılarına girilmemiş) olarak gelmiştir. Ne var ki, namazın rekatlarının sayısı, yapılış şekli(kılınışı) ve vakitleri Kur’ân-ı Kerimde beyan(açıklama) edilmemiştir.
Keza, zekât verilmesi emredilen ayetlerde de mutlak(kesin, net) olarak gelmiş, zekâtı gerektiren malın asgari haddi(sınır ve ölçüsü ve çeşidi) takyid ve tahdid(hadisi şeriflerle açıklanıp izah edilmesi), miktarı ve şartlarının beyan(açıklanması) edilmiştir.
Kur’ân-ı Kerim’de bunun gibi, şekli, şartı ve erkanı beyan(açıklama) edilmedikçe tatbiki(uygulaması) mümkün olmayan daha pek çok bunun benzeri hükümler içermektedir.
Bunların beyanı(açıklanması), için yine Hz. peygamber Efendimize başvurmaktan başka çare de yoktur zaten.
Nitekim Allahu Teâlâ da bu yönden Hz. Peygambere ikinci bir görev vermiş ve şöyle buyurmuştur:
“İnsanlara, kendilerine indirileni beyan(açıklayan) edilsin diye sana zikir(Kur’ânı)i indirdik. Ola ki onlar da düşünürler.”(Nahl:41).
Görülüyor ki, Hz. Peygamber bir taraftan kendisine indirileni insanlara tebliğ(duyuma/açıklama/anlatma) etmekle, diğer bir taraftan da tebliğ ettiklerini uygulama ve bu tebliğ ettikleri arasında Müslümanlar için anlaşılması anlaşılması ve tatbik edilmesi(uygulanması) güç olanları açıklamakla görevlendirilmiştir.
O’nun bu görevi, şu ayeti kerime de daha açık ve net bir şekilde görülmektedir:
“Allah, müminlere ayetlerini okuyan, onları tezkiye(temizlenen), onlara kitap ve hikmeti öğreten, kendi aralarından bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur; halbuki onlar önceden apaçık bir sapıklık içerisinde ididler.”(Âli İmran:164).
Pek çok İslam Uleması, söylediğimiz bu ayeti kerime de geçen hikmet kelimesinin burada ki manası üzerinde durmuşlar ve Allah’ın İsminden sonra Peygamberin zikredilişine ve Allah’a imandan sonra Peygambere imanın şart koşuluşuna kıyasla, Kur’ân’dan sonra hikmetin zikredilişini göz önünde tutarak bunların sünnetten başka bir şey olmadığı görüşü üzerinde görüş birliğine varmışlardır.
Eş Şafiî(r.a) bu konuda şunlara demiştir:
“Kur’ân ilmine vakıf kimselerden işittiğime göre, hikmet(bilgi-ilim) Hz. Peygamberin sünnetidir.
Çünkü bu ayeti kerimede önce Kur’an zikredilmiş, onu hikmet takip etmiştir. Allah, insanlara kitap ve hikmeti öğretmek suretiyle onlara yaptığı büyük lütuftan bahseder.
Peygamber Efendimiz de hikmet hakkında şöyle buyurur. “Hikmet müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa alır.”
Bu bakımdan hikmetin sünnetten başka bir şey olduğunu söylemek mümkün değildir. Çünkü hikmet, kitapla birlikte anılmıştır.
Aynı zamanda Allah, Peygamberine itaati ve emirlerine uymayı farz kılmıştır.
Peygamberine imanı, kendisine iman ile birlikte farz kılınan şeyinde peygamberin sünnetinden başka bir şey olmadığı anlaşılır.(El-Şafiî, er-Risale, s, 78)
Hz. Peygamberin muhtelif konular da taalluk(bağlı olan) eden içtihadları, çok defa ilahi ilhamın bir sonucudur. Bu bakımdan bunları ittiba(tabi olma/uyma) yönünden Kur’an’la sabit olmuş diğer hükümlerden(ahkam) ayırt etmek mümkün değildir.
Her ne kadar kaynağı ilahi ilham olmayan bazı söz ve içtihatlar olsa da, hz. peygamberin bunlarda ki isabeti vahiy yolu ile teyid(doğrulama), bir beşer(yaratılan) olması hasebiyle hataya düştüğü noktalar olmuş ise de, bunları da yine vahiy yolu ile düzeltmiştir.
Bu itibarla ilhami ilahiden sadır olan içtihadi nevbi hükmü arasında tefrik yapmaya(ayırmaya) mahal(yer) yoktur.
İşte ilk devirde söz, fiil ve takriri olarak hz. peygamberden sadır olan(doğan) her şey, Kur’ân-ı Kerim’in “(Peygamber) kendi hevasından konuşmaz;( o her ne söylemişse) kendisine vahiy olunan bir vahiyi dir.” ayetiyle de şehadette bulunduğu gibi, yukarı da anlatıldığı üzere kabul edilmiştir.
Sahabeyi kiram, dini ve dünyevi yaşayışlarına düzen veren sünneti büyük bir titizlikle korumaya koyulmuşlardır.
Hz. Peygamberin, bir beşer olarak bazen hata yapabileceği kendisinden sadır olan hadisi şeriflerde de sabittir.(Müslim).