
İSLAM DİNİNDE DEVLET FELSEFESİ
Mehmet Kaçar
İslam Devlet şekli oldukça dinamik bir yapıya sahip olmasına rağmen, tarih boyunca, İslam alimlerine göre, İslam Devletlerinde oluşan müesseseler dinin esaslarına ait bir yapıymış gibi görülmüştür. Oysa İslamın temel kaynaklarında devlet başkanı ile ilgili hiç bir kayıt yoktur.
Maverdi’nin öne sürdüğü devletin özellikleri de kendisinin bilim seviyesinin ve yaşadığı dönemin payı olduğu gözden kaçırılmış bir durumdur.
Gerek şark bilimcilerine göre ve gerekse de onların yandaşları olanlardan Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer(R.Anhüm) devrinde İslam Devletinden sapmaların olduğu ve İslam Devlet sisteminin uygulanmasının mümkün olmadığını söylemektedirler.(Ridde ve Nadr Bin Hacc olayları).
Halbuki sapma denilen hadiselerin dini bir vecibenin ifasından ziyade düzenin sağlanmasını sağlamak için olduğunu ve bu tür tedbirlere de sınır konulamayacağını dolayısıyla da İslam devletinden sapmanın söz konusu olmadığını kabul etmek gerekir.
Garplı bilim adamları(Von Kramer ve Goldzieher vb...) ve bunların yandaşları İslam Devletinde Kuran ve Sünnetin payı yüzde birdir diyerek Müslümanların kurdukları devletin İslamla ilgisiz olduğunu söylemektedirler; oysa ki naslar incelendiğinde devlete ancak temel esaslar getirdikleri insanların kaderini yöneticilerin ihtiras ve kararsızlıklarından kurtardıkları ve aynı zamanda yöneticilere geniş alanlar bıraktıkları görülür. Hz. Peygamberin sünnetlerinden devlet hayatında istifade edilenler bağlayıcı olmayan (şer-i münzel) sünnetlerdir. Değişik uygulama da bulunmak, zaruretler hasıl olunca uygulamayı yapmak caizdir.
İslamın temel kaynaklarında amme müesseselerine dair bir kural yoktur. Cihanşumül bir din bir millete ve bir çağa hitap ettiğinden ve her kültür ve her çağın müesseseleri farklı olacağından herhangi bir müessese vaz’ etmesi gayet normaldir. İslam devletleri dışarıdan müessese dolayısıyla amme hukuku kaideleri almış; ama bunların İslamın devlet telakkisi çelişkili olmasına dikkat edilmiştir. Örfi hukuk da İslam Hukuk’unun kaynaklarından sayılmıştır.
İslam tarihin de devlet düzeninin iyice yerleşmesi için fıkıh ve şeriat birbirinin müteradifi olarak kullanıldı. Ayet ve hadisler asıldır(Tenzildir), anlam sebebi ve gayeleri gereğince fıkıh hükümleri doğmuştur. “Tenzile inkar edilmeden, yorumlar yapılmıştır.” Dolayısıyla bunların birbirlerinin müteradifi olarak kullanılmasın da bir engel bulunmadığı kabul edilmiştir. Muhakkak ki erbabınca bir engel yoktu; fakat bu ayırımı yapamayanların nezdinde fıkıh literatürü mukaddes bir havaya büründü. İslamın temel kaynaklarının tamamlayıcı unsuru oldu. Fıkıh uzun bir süre geliştirilemeyince ve çağın ihtiyaçlarına göre yorumlanamayınca da doğan boşluklar dışarıdan giderilmeye çalışıldı. Bu hareket fıkıhın şeriatla aynı olduğunu kabul edenlerce dinden uzaklaşmak olarak kabul edildi. İktibasları savunanlara fıkhı tenkit ederken dini tenkit durumuna düştüler. Son dönem en büyük İslam devleti oaln Osmanlılar da ise İmam-ı Azam ve diğer büyük hukuk kodifikasyonları yapanlar gibi müctehidler, Gazali seviyesinde alimler yetişmemiştir, Molla Hüsrev, İbn Kemal gibi şahsiyetler orjinal araştırmalar yerine eskilerin nakli ile yetinmişler buda İslam dünyasında ilmi düşüncenin gelişmesine engel olmuştur.
İslam devlet felsefesinin kaynakları ise; Kuran, Hadis, Sünnet, İcma, Kıyas-ı Fukuha, İslamiyet öncesi ve sonrası islamiyetle çatışmayan örfler, Hulafai Raşidinin uygulamaları, sorumlu devlet adamlarının yönetimleri, dini kitaplar, yönetime ait kitaplar vs...
İslam devletinin gerekliliği; İslamiyette insan tam ve temiz olarak yaratılmıştır.(insanı en güzel şekilde yarattık...”Lakad halaknel İnsane fi ahseni takvim...”).
Bununla birlikte insan iyi ve kötü cephelere sahiptir. Kur’an’ın nasihatleri vaazlarıyla yok edemediği kötülükleri, fenalıkları yok edebilmek için devlet otoritesine muhtaçtır. “Devlet başkanı Allah’ın yeryüzünde ki halifesidir. Sizlerden biri bir ülkeye varır da orada devlet başkanı olmazsa, oturmasın çıksın.”
İslam Devleti şöyle doğmuştur: Akabe biatları ile başlangıç yapılır. 620 yılın da 12 Medineli Müslüman şöyle yemin ediyorlardı.”Gerek sıkıntı ve gerekse müzayaka ve gerekse sevinç ve sürur halinde dinlemek ve itaat etmek başta gelir. Ve sen bizim üzerimizde tercihe sahip olansın. Allah yolunda bizi küçük gören ve horlayan kimsenin ayıplamasından çekinmeyeceğiz. Allah’a hiç bir şeyi şirk koşmayacağız. Aramız da hiç bir iftirada bulunmayacağız ve senin hiç bir iyi hareketinde sana karşı itaatsizlik etmeyeceğiz.” Hz. Peygamber Medine’ye göç ettiğinde siyasi ve sosyal hayata kabile anlayışı hakimdi. Her kabile ayrı bir hukuki birlik teşkil ediyor ve kendileri dışında hiçbir otorite tanımıyordu.(Gerek Yahudiler’de gerek Araplar arasında 6000 müşrik Arap’a 4000 Yahudi 50 Hristiyan): Hz. Peygamber sahabeleri ve diğerleri ile görüşerek dünyanın ilk anayasası denilebilecek olan Medine Vesikasını ortak karar olarak bir metin haline getirdi. Yapılan anayasa ile fertlerin ve kabilelerin kendi haklarını kendilerinin koruma usulü kaldırılıyor, merkezi bir otorite yani devlete tevdi ediyordu. Eğer topluluklar arasında bir anlaşmazlık çıkarsa Hz. Peygamber yetkili merci kabul ediliyordu. Anayasanın en önemli özelliği sadece Medine şehrindeki Müslümanlara münhasır olmasıydı. Medine’ye ilave olunan bir araziye hatta ilerde doğacak olan Büyük İslam Devletine de tatbik olunabilecek yumuşaklıkta bir anayasa oluşturuldu. Gelişen şartlara göre eski hükümleri kaldırma ihtiyacı olmadan yeni idari kaide ve nizamlar ilave edilmiştir.
Bir İslam Devletinin unsurları nelerden oluşur? İslam Ülke Unsuru ilk unsurdur. İslam Hukukuna göre göre ülkeler müslümanların ve gayri müslimlerin idare ve hakimiyetlerine göre Dar’ul İslam ve Dar’ul harp diye ikiye ayrılır. bu tabirler Kur’an da yoktur. Hadisten çıkarılmıştır. Yine de Dar’ul İslam ve Dar’ul Harp’in nasıl olacağı bahsi geçen hadislerde de tam olarak açıklanmamıştır. Bu konu İslam Hukukçularının yorumları ile şekillenmiş ve çok farklı nitelendirmeler ortaya çıkmıştır. İslam Alimlerinin çoğu Daru’l İslamı müslümanların emniyet içinde yaşadığı yer olarak tarif etmiştir. Cuma ve Bayram namazlarının kılınabilmesini de ölçü almışlardır. Yine de bu hususta mezhepler arası farklı anlayışlar vardır.
Nüfus unsuru; Çoğunluğun müslüman olmasıdır. Hakimiyet unsuru ise; İslam ülkesinde bir zulüm veya milletin iradesi değil Allah’ın Allah’ın iradesinin hakimiyeti temel ilkedir. İslam ve İman Allah’ın hakimiyetine teslim ve kabul demektir. İnkar ise küfürdür.
İslam da Devlet teşkilatı nasıl olmalıdır?Kur’an da devlet şekli veya teşkilatı hakkında herhangi bir ayet yoktur. Böylece Kur’an ve Sünnete uyan zamanın ihtiyaçlarına göre ortaya çıkan bir devlet şekli istenmiştir. İlk İslam Devletinde devlet başkanlığına gelişler düşünülürse bu sonuçlar ortaya çıkar. Evvela Kur’an’ı iyi bilen müslümanlar kral seçmediler. Bu krallık rejiminin mecbur olmadığını da gösterir aynı zaman da. Hz. Ebu Bekir Halifeliğe çok dar bir zümre tarafından seçilmiştir. Bu klasik kamu hukuku açısından aristokratik bir sistem olarak değerlendirilir. Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer’i tayin etmiştir.
Hz. Osman’ı ise bir şura seçmiştir. Hz. Ali ve Hz. Muaviye dönemi halk demokrasisi niteliğini taşımaktadır. Devlet başkanlığına gelişlerde biata riayet edildiği için İslam Devletini despotizme kapalı olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Netice olarak denilecek şey İslam Devleti insan idrakinin anlayamayacağı ölçüde bir elastiki yapıdadır. Devlet şekli devrin icaplarına ümmetin durumuna kültür seviyesine, siyasi şartlar coğrafyasının ve zamanın imkan ve zaruretlerine göre belli edilir.