Mehmet Kaçar

İSLAM DEVLETİNİN MAHİYETİ!

Mehmet Kaçar

    İslam devletine bir hukuk devleti denilebilir mi?

    Gerek Akabe biatları ve gerekse Medine’de ilk İslam devleti kurulurken gayrimüslimlerle yapılan anlaşma(bugünkü manasıyla koalisyon hükümeti), İslam devletinin hukukilik temeline göre kurulduğunu siyer kitaplarından okumaktayız. Devlet başkanı bir yana İslamda bizzat Hz. Peygamber(s.a.v) bile başına buyruk değildir. Sünnetin mahiyeti gereğince bilinmediğinden Hz. Peygamberin devlet hayatındaki uygulamalarındaki Hulafa-i Raşidin döneminde  değişiklik yapılınca bu bazılarınca sapma olarak nitelendirilmiştir. Mesalihi ammeyi idare yolunda yapılan tasarruf ve hükümlerin hangileri olduğu ve bağlayıcılık özelliğinin bilinmesi gerekir. Mesela peygamberimizin “Bir kimse sahipsiz ölü bir toprağı işleyerek diriltse o yer onundur” hadisi müctehidi izma göre Efendimizin İmamü-l müslimin vasfı ile söylediği hükümdür. Dolayısı ile peygamberimizin bu sıfatla verdiği hüküm, yaptığı işin başka ferdin yapabilmesi ancak hükümetin izniyle olabilir.Nebi(s.a.v) sadır olan her şey ümmeti için hukuken bağlayıcı değildir. Hz. Ömer(r.a)in yaptığı değişikliklerde dini mahiyette olmadığından dinden sapma olması düşünülemez.

    İnsan hal ve hareketlerinin çoğunu oluşturan, ne iyi nede kötü denemeyen amellerdir. Kanun koyucu mübah amelleri düzene sokmak için her zaman müdahale edebilir. Kuarn ve sünnetin meşru kıldığı bazı konuları, kötü neticeleri önlemek için sonradan yasaklanmıştır(Mesela, ehli kitaptan kadınla evlenme ve Şam ve Irak yörelerindeki arazinin dört bölü beşinin gazilere dağıtımı). Sahabiler daha önce benzeri geçmemiş bazı hükümlere hayırlıdır diyerek rıza göstermişlerdir.

    Kur’an-ı Kerimin mushaf halinde toplatılması, fiyatların kontrolü ve Hz. Osman’dan(r.a) itibaren Cuma Namazı için minareden okunan ilk Ezanı şerifi burada sayabiliriz.

    Kur’an ve Sünnetten sonra İslam Hukukunun bir kaynağı da icmadır. Hukukçular ancak Kuran ve hadisler bir konuda hüküm getirmemişse Kuran ve Hadiste yer alan ifade ve terimler çeşitli yorumlara açıklık bırakılmışsa hukuk kaidesi istihraç etmek için icmaya başvurabilirler.

   İcmanın temel kaynaklarına dayanan hukukun(şeriatın) yanı sıra genellikle kamu ile ilgili konularda olmak üzere örfi hukuk doğmuştur. Elbette bu hukuk hakkında şeri bir hüküm bulunmayan konularda söz konusu olabilir. Burada asıl olan unsur ise kamu yararıdır.

    Devletin veya devlet başkanının görevi kanun yapmak değil, kanuna bizzat uymak ve tebayı bizzat uydurmaktır. İslam hukuku bize aşırı bir hukuk örneği de sunmuş olmaktadır. Kişilerin hakları ne devletin ve nede halife veya hükümdarın bir ürünü değildir. Kuranın, sünnetin ve meri(yürürlükte ki) hukukun ürünüdür.

    İslam da kanunlaştırma hareketleri; Kanunlaştırma hareketini kamu hukuku olmak üzere iki kısma ayırmak mümkündür. İlk kanunlaştırma hareketi Hz. Peygamber Efendimizin Medine’ye hicreti ile başlamıştır. Hz. Ömer diğer devletlerin teşkilatlarını ve bu devletlerdeki yönetimleri ve bu yönetimdeki usulleri incelettirdi. Kabule şayan bulduklarını alıp uygulamaktan hiç çekinmedi. Arazi ve gümrük vergileri, devlet memurluğu, murakabe ve muhasebe hakkında düzenleme yapan kanunları İran ve Suriye’den almıştır. Cizye’ye atıf yapan Taberi(bunlar Hz. Ömer’in İran’ı fethettiği zamanki kanunlardır) diye not düşer. Dolayısı ile yabancı devletlerin kanunlarını ve müesseselerini almakta, ideolojik bir mahiyet taşımadığı müddetçe mahsur görülmemiştir.

   Abbasiler döneminde ise kamu hukuku ile ilgili kitaplar yazılmaya başlanmıştır. Kanuna ihtiyaç gösterdiği durumlarda yetkili organlar kanun vazedebilmekteydi. Yazılan bu kitaplar, çıkarılan kanunlar devlet müdahalesinden uzakta engin bir hürriyetle özel hukuku geliştirmiştir. Durum böyle olmasına rağmen hicri üçüncü yüzyıldan sonra islamda ictihad kapısının kapandığı belirtilmiştir.  Oysaki mezhep imamları dahil kendi görüşlerinden daha iyisine ulaşabileceğini söylemiş, hatta bazıları aynı mülahaza ile talebelerinin önünü tıkamamak için derslerinde onları not almaktan yasak etmişlerdir, bu yasakla onların kendi görüşlerinin gelişmesi hedef alınmıştır. Bazı bilim adamları ile de içtihat kapısı kapanmamış ve içtihat yapılmaya devam edilmiştir. Ama ne yazık ki içtihat edecek nitelikte hukukçu yetişemez olmuştur şeklinde açıklamalar yapmak mecburiyetinde kalmışlardır. Özellikle batılı bilim insanları İslamiyetin Hristiyanlık gibi teokratik bir düzen getirdiğine inanmışlardır.

    Oysa ki din adamları sınıfını İslamiyet kökten çözmüş ve ruhbanlığı yasaklamıştır. Din, bir zümrenin hukuk anlaması ve yorumlaması için değil bütün insanlık için nazil olmuştur yani evrenseldir. bunun yanın da devlet başkanlığı ile dini liderliğin ayrı elde toplanacağına dair islamın temel kaynaklarında bir hüküm yoktur.  Ayrıca İslam da Hristiyanlıkta olduğu gibi dini liderlik gibi bir müessese söz konusu değildir. Zaman zaman Hz. Süleyman ve Hz. Muhammed’te olduğu gibi peygamberlik ve devlet başkanlığı bir yerde toplanmış ve zaman zamanda ayrılmışlardır.(Hz. İsmail ve Harut hadisesi)Kur’an da geçen bu yorumlara dayanan İslam Hukukçuları, İslam devlet başkanını dünyevi, uhrevi  olarak ayırmışlardır. Teokratik devlet yanılgısının bir kaynağı da sultanların bazılarının devrin halifelerinden menşur olmalarıdır. Halbuki bunun en büyük sebebi islam dünyasında sayısı artan devletlerin aralarında bir karışıklık doğmasına engel olmuştur. Böylece nüfuzu korunan halifelikle islam birliği sağlanmış oluyordu. Teokrasi iddiasının başka bir kaynağı da islam hukukunun ilahi kaynaklı olmasıdır.

    Ancak daha öncede belirtildiği gibi islam devlet düzeninin diğer devlet düzenlerinden farkı islam devletinde insanların kaderinin yöneticilere bırakılmamasıdır. İnsanı realist olarak ele alan islamiyet zulümlerin önüne geçmek için hukuka kaynaklık etmektedir. İnsan haklarının subjektifliği insan iradesinin kararsızlığı düşünülürse akıl ve iradenin yegane kaynak olamayacaklarına rahatlıkla karar verilebilir. İslamiyetin temel kaynakları kamu hukuku alanında geçerli olan yasalar getirmemiştir. Genel olarak bu konuların düzenlenmesi yöntemlere bırakılmıştır. Temel kaynaklar incelendiğinde hukukçulara bazı sınırlamalarda getirmiştir. Bu sınırlamalar zina, katl, kısas, hırsızlık, miras gibi belli olan konulardır. İslam hukukunda insan hayatını esas kuşatan tavsiye edilen fillerle tavsiye edilmeyen mekruh hareketlerdir. Mübah sayılan fikirler ise bundan daha geniş yer kaplar. İslam hukukunda bu mübah dairesini daha geniş yapan bir hüküm de zaruretin mahzuratı mübah kıldığı hükmüdür

Yazarın Diğer Yazıları