İNSAN GİBİ DEVLETLERDE SONLUDUR!
Mehmet Kaçar
Ünlü bilgin İbni Haldun o meşhur önermesini ortaya koyarken devletleri de aynen insanlara benzetmiştir ve onları da evrelere ayırmıştır. Hatt-ı zatında devletlerin de bir olduğunu açıklamıştır. “Coğrafya bir kaderdir” tüm dünyaya alenen duyuran İbni Haldun, bu konuda bana göre de çok haklıdır. Çünkü ebedi ve sonsuz olan sadece ve sadece Allah(c.c.)dir. Dünya üzerinde varlığını ebediyete kadar devam ettiren hiç bir devlet bulunmaz. O devletten arta kalan yani bakiyesi olan toplulukların/ulusların kurmuş oldukları politik teşekküller vardır. Bunlar yeni kurulacak olan hanedana veya yeni rejime dayanırlar ki bu durumda, kesintiye uğramış olan devletin devamından ziyade onun mirasçısı konumundadırlar. Mirasçılar emaneti devir alsalar da farklı bir kişiliğe sahiptirler. Bütün bunlara rağmen varlığını uzun yıllar sürdürmüş olan devletler de vardır ve bilindiği üzere tarihe isimlerini altın harflerle yazdırmışlardır. Doğu ve Batı fark etmeksizin tüm tarihçiler ve siyaset bilimcileri mutabıktır ki yalnızca iki ‘büyük’ devlet tarih sahnesinde en uzun şekilde hayatını sürdürmüşlerdir. Bunlardan birisi; Roma İmparatorluğu, diğeri ise Osmanlı Ulus Devleti’dir. Roma; Ortadoks ve Katolikliğin ayrılmasına karşın ikiye bölünerek varlığını Doğu Roma(Bizans), Batı Roma(İtalya merkezli) olarak sürdürmüştür. Osmanlı Ulus Devleti ise 1299-1923 tarihleri arasında 623 yıl boyunca varlığını sürdürürken; İbni Haldun’un işaret ettiği gibi tüm evreleri/safhaları yaşayarak tarihin altın sayfalarına ismini, kahramanlarını ve medeniyet tasavvurunu nakşederek sonsuzluğa erer. Osmanlı’nın kuruluş dönemine ilişkin bilgiler verelim.
13. yüzyılın en çarpıcı hadisesi hiç şüphe yok ki IV. Haçlı seferi olur. Haçlı Seferi’nin tamamının görünen amacı Hıristiyanların kutsal kabul ettikleri yerleri gayr-ı Hıristiyanlardan temizlemek olmakla beraber esas amacı ise ‘İslamiyet eşittir Türk’ algısından hareketle Türkleri Anadolu’dan atmaktır. Bunun için 1098’de başlayan Haçlı Seferleri’nin dördüncüsü 1204 yılında tertiplenir. Papa III. İnnocentius, 1202 yılında çağrılara başlar ve 1204’te muazzam bir ‘Latin haçlı Ordusu’ toplanır. Kudüs’ü fetheden Selahaddin REyyubi ve soyundan geri alma yeminleri edilir. Ancak 1195’te tahttan indirilen imparatorun oğlu kaçarak Venedik’e sığınmıştır. Bu hadiseyi takiben gelişen süreçte gasıp imparatoru devirmek gizli hedef tayin edilir. Neticesinde de 1204 yılının Temmuz ayında Haçlı orduları tarafından İstanbul işgal edilir. Ancak prense vaat ettikleri tahtı da istila ederler. Burada 1204 yılından 1261 yılına kadar devam edecek olan Latin İmparatorluğu kurulur. İstanbul’dan ayrılan hanedan üyeleri İznik’te ve Trabzon’da birer devlet kurarak iddialarını sürdürmeye devam ederler. İstanbul yalnızca Türkler tarafından fethedilmedi, iddialarını sözüm ona bazı entellektüeller, 1204 işgali ile gölgelemeye çalışır. Hatta konuyu İstanbul’un fethine işaret eden Hadis-i Şerifin geçersizliğine kadar götürme hadsizliği gösterseler de İslam siyaset bilimcileri ‘işgal’ ve ‘fetih’ kavramlarının tefsirini yaparak gereken cevabı verirler.
Anadolu kelimesi Grekçe Anatolia’dan gelir. Anlamı ‘doğu vilayeti’ demektir. Peki, nerenin doğu vilayeti? Batı’nın, Batı Roma İmparatorluğ’nun. Devletin bölünmeden önceki dönemde Roma’dan yönetildiğini düşündüğümüzde üzerinde yaşadığımız coğrafya ‘doğu vilayeti’ anlamına gelen Anatolia demesi çok normaldir. Zaman içerisinde bu kelime fonetiğimize uygun bşr hal alarak Anadolu şekline dönüşür. Anadolu coğrafyasının temel sakinleri; Grekler yani Yunanlar’dır. Çeşitli kavimlerden müteselsil şekilde varlığını sürdüren halk toplulukları da vardır. Kayseri-Yozgat hattı yoğunluğun başlangıç sınırı olmakla beraber Ermenilerin nüfus fazlalığı görülür. Kuzey doğuda Gürcüler ikamet etmektedir. Araplar Diyarbakır çevresinde az bir nüfusla varlıklarını sürdürürler. Bugünkü Azerbaycan hattına açılan coğrafya’da Farslar ve Kürtler yaşamaktadır. Yani günümüzde 81’ilden oluşan Türkiye Anadolusu içerisindeki ezici oranda hakim, redd-i kabil olmayan nüfusu ile, gayr-i Müslim olan bir unsur vardır. Sözüm ona Türkiye Anadolusu içerisinde -1012 Türk akınları öncesinde- Müslüman Türk veya Müslüman Kürt yaşamaktaydı, demek; yalnızca hamaset olmakla kalmayacak, tarihi siyaset namına çarpıtmak da olacaktır.
Siyasi çekişmeler, iklim şartları gibi sebeplerden ötürü Türklerin Çağrı ve Tuğrul Bay öncülüğünde İran-Azerbaycan hattı üzerinde Anadolu’ya keşif akınları yaptığını ve 1071 Malazgirt Zaferiyle beraber yoğun bir Türk kitlesinin Anadolu’ya giriş yaptığı tarihi bir gerçektir. Pek çok İslam Tarihçisinin kaynağında bu bölgeler ‘Diyar-ı Rum’ olarak adlandırılır. Yani (Doğu) Roma İmparatorluğu’na tabi olanların yaşadığı yer, Bizans tabiri biraz ‘amiyane’ olmakla beraber biz Türklerin kullandığı bir kelimedir. Malazgirt Zaferi ile birlikte Sultan Alparslan’ın komutanları Anadolu’da kurdukları beylikler ile ilk önce gönülleri sonra Diyar-ı Rum diye İslam Alimlerinin ifade ettiği bu topraklar batılı kaynaklar tarafından başka bir isim ile anılmaya başlar. Türkiye/Türkiya.
Çekişmelerin artmasını takiben kuraklığın da baş göstermesi; sürüleri için verimli topraklar barındıran batıyı, özellikle Anadol’yu ata yurdundaki Türkler için cazip hale getirir. Bilhassa Oğuz boyları akın akın Anadolu’ya gelerek geniş ve münbit otlaklara yayılırlar. Henüz Malazgirt Zaferi’nin üzerinden bir asır geçmiştir ki bu bölge ‘Türkiye’ adıyla telaffurz edilir. Türkiye şeklinde tabir edilecek kadar İslamlaşan ve Türkleşen bu bölgede iki güç hakimdir. Bizans ve Türkiye Selçukluları. haçlıların 1204’teki işgaliyle beraber istanbul’daki hanedanın İznik ve Trabzon’da iki farklı devlet kurması ile beraber güç çekişmesi daha şiddetli bir hal alır. Kösedağ Bozgunu ile beraber Türkiye Selçuklu Devleti büyük bir darbe yer. Türklerin hakim gücü olan devlet, inkıraza uğrar. Burada yaşayan otorite boşluğu zaten özerk hareket eden pek çok Türkmen beyliğinin iştahını kabartınca olanlar olur. Anadolu bugün birkaç ilçe ve kasabadan ibaret olarak görülen pek çok Türkmen beyliklerinin hakimiyeti altında taksim edilir. Osmanlı’nın kısa sürede güçlenmesinde temel birkaç sebep vardır. Bunların başında Bizans sınırında oluşları ve gaza-cihat politikaları ile Kolonizatör Türk Dervişleri’dir. İşte Anadolu budur.
Selametle!