Mehmet Kaçar

İhkakı Hak

Mehmet Kaçar

İnsan Hakları” yazılı metinlerde kalmamalı.. Tabiatıyla insan haklarının tanınmasının yazılı metinlerle tespit edilmesinin tek başına bir şey ifade etmediğini geçmişte ve halihazırda yaşanan misallerde çok açık bir şekilde görmekteyiz.

Önemli olan bunun toplumun bütün fertleri ve diğer milletlerin fertleri, özellikle de egemen güçleri (emperyal-siyonizm) tarafından özümsemiş, adeta bir yaşam biçimi haline getirilmiş olmasıdır.Diğer bir çok insani ve hukuki değer gibi insan hakları da ancak sağlam bir inanç ve ahlak zemininde, hukukun üstünlüğünün ve adaletin bulunduğu toplumlar da insan hakları ancak gerçekleştirilip geliştirlebilir.

Hukuk devletinin bulunmadığı, Hak ve Adaletin uygulanmadığı, kanunların adil olmadığı ve adaletin bir yaşam biçimi olarak yaşama geçmediği toplumlarda insan hakları sadece ve sadece kağıt üzerinde imza altına alınmış bir antlaşma olarak kalır.

Kur’an’da ve Hz. Peygamberin (sas) sünnetinde, adalet ve hukukun üstünlüğüne her daim vurgu yapılıp, keyfiliğin, kişinin kendi hakkını bizzat kendi hakkını bizzat kendi kuvvetiyle elde etmesi demek olan ihkak-ı hakkın, nasların çizdiği sınırların çiğnenmesinin yasaklanması, meşruiyetin ve hukuk düzeninin korunmasının emredilmesi bu sağlam zemini kırmaya matuf tedbirlerdir.
Hz.Peygamber’in(sas) hicret esnasında Medine-i Münevvre’deki değişik inanç mensuplarıyla ve etnik gruplarla yapmış olduğu “Medine Sözleşmesi”, hayatı boyunca etrafındaki insanlara davranışları, çeşitli din mensuplarıyla ve kölelerle ilişkileri ve bu konuda ki tavsiyeleri insan hakları açısından büyük öneme sahip belge ve uygulama örnekleri.
Rasulullahın(sas) uygulamalarının teorik çerçevesi mahiyetinde olan Vedâ hutbesinde, insan hakları açısından çok önemli bir ilk belge kaynağıdır. Vedâ Hutbesi, kişi aile, tolum(müminler toplumu) ve bütün insanlığı iç içe geçmiş daireler biçiminde içermektedir.
Başlangıç cümlelerinden sonra hutbe, “ Ey Allah’ın kulları, sizlere Allah’tan korkup çekinmenizi tavsiye eder, hepinizi ona itaat etmeye teşvik ederim sözleriyle devam eder. Başlangıç cümleleri ile düşünüldüğünde kişinin kendine karşı olan haklarının başında tek Allah’ı tanımak ve O’na itaat etmek geldiği söylenebilir; kişi ancak bu suretle kendine karşı görevini yerine getirmiş ve gerçek değerini bulmuş olur.

Bundan sonraki halka aile hakları denilebilecek haklardır. “Ey İnsanlar! Eşlerinizin sizin üzerinizde hakkı vardır; size kadınlar hakkında yaptığım tavsiyeyi tutun; siz onları Allah’ın emaneti olarak aldınız, kadınlar konusunda Allah’tan korkun ve onlara iyi davranın.”
Vedâ hutbesinde can, mal ve namus dokunulmazlığı da ayrıca vurgulandıktan sonra mü’minler kardeş olduklarından bahsedilmiş ve daha sonra hutbe cihan şümul bir boyuta çekilmiştir. Ey İnsanlar! Rabbiniz birdir, babanız da birdir, hepiniz Ademdemsiniz, Adem de topraktandır.” İslam Alimleri, ve teorisyenler, dinin amacının “zarurât-ı hamse” denilen beş temel ilkeyi yerleştirmek ve korumak olduğunu ifade etmişlerdir. Bunlar: a- Canın korunması, b-aklın korunması, c-namus ve haysiyetin korunması, d- dinin korunması, e- malın korunmasıdır. Ayrıca, eğitim ve öğretim hakkında temel bir konudur.
Korunması gereken bu beş ilke bir yönüyle Allah’ın Peygamber gönderme de ki maksatlarını (makasıdü’ş- şâri’) teşkil ederken, bir yönden de insanların yararlarını gerçekleştirme amacına matuftur, daha doğrusu insanların temel yararları bunlardan ibarettir.
Müslüman doğu’da, insan haklarının ne ölçüde korunduğu ve gerçekleştiğinin değişik ölçüt ve göstergeleri bulunabilir. Ceza hukuku alanında suç ve cezada kanunilik ilkesinin konması, kesinleşmiş bir suç olmadıkça kimsenin suçlu işlemi görmemesi, sanık haklarının korunması , işkence yasağı, cezalandırma da denklik ilkeleri, hayvanların haklarını korumaya matuf tedbirler ve uygulamalar sosyal amaçlı vakıflar, zek3at, nafaka ve yardımlaşma anlayışı , sosyal dayanışmayı ve bütünlüğü amaçlayan ahlâki değerler, toplumun güçsüz kesimleri olan gayri müslimler, işçiler, çocuklar, köle ve kadınlarla ilgili düzenlemeler ve onların haklarını korumaya maâtuf tedbirler ayrı ayrı ölçüt ve hareket noktası olarak kullanılabilir. Bunların hepsinde her dönem de arzulanan seviye de olumlu bir uygulama çizğisinin bulunduğunu iddia etmek doğru değil ise de tarihi süreç itibariyle genel görünüm olumlu bir seviye de ve çizgide seyretmiştir.
Batı Emperyalizmi o dönemler de böyle bir dini ve ahlaki öğreti temeline sahip bulunmadığı, güçlünün egemen olduğu ve diğerlerinin hakkını belirlediği bir toplumsal yapıya sahip bulunduğu, köleler ve kadınlar, akıl almaz bir aşağılamaya muhatap olduğu için, insan hakları kavramının niçin batı kökenli toplumlarında rastlanır. Bu durum insan hakları kavramının niçin batı kökenli sayıldığını açıklar.
Aslında insan haklarının batıdaki kötü geçmişi ve bu gün için ise toplumda bireysel hak ve özgürlükler adına bir çok aşırılık ve aykırılıkları önlemez bir hal almış olması, bir etki-tepki veya toplumsal med-cezir hali görünümündedir. Aynı med-cezir kiliseye ve hıristiyan din adamları sınıfına karşı haklı olarak başlatılan laiklik mücadelesinin giderek bireysel hayattan da dini dışlama ve sekülerleşme sürecine girmesi, hukukun dini ve ahlaki zeminini yitirmesi sonucunda da görülmüştür.
Müslüman doğu’da insan haklarının hiç ihlal edilmediğini söylemek abartılı bir ifade olur. Ancak, Kur’an ve Sünnet terbiyesini almış Müslüman toplumlar da insanların temel hak ve hürriyetlerinin korunması yönünde bir mesafe alındığı, bu gün için bile gıpta ile söz edilen bir hoşgörü ortamının bulunduğu, ihlal ve haksızlıklarında oldukça mevzii kaldığı söylenebilir. İslam toplumlarında insan haklarının ihlal ve ihmal edildiğini göstermez. Aksine insan haklarının gözetildiğini gösterir.

Yazarın Diğer Yazıları