
Hicret hadisesi hicri takvimin başlangıcı mıdır?
Mehmet Kaçar
Muharrem ayının biri yani Hicri takvimin başlangıcı. Tarihteki birçok hadisenin apaçık olduğunu düşünmeye meyyaliz. Bir savaş düşünelim mesela Çaldıran gibi. Ve onun yanında bir tarih 1514 yahut İstanbul’un fethi ve 1453. İşte tarih budur deriz bizler. İşte hicri yıl başı da tam böyle bir şey ve tam da orada başlar. Hicri takvimin hikayesi de böyle başlar ve buna benzer. Rasûlüllah(s.a.v) Efendimiz, Mekke’den Medine’ye hicret ettiği tarihte Hicri takvimin kullanıma girdiğini zannederiz. Oysa takvim meselesi hep karışık işlerdendir. Ahmet Cevdet Paşa referansında Hicri Takvimi bir göz atmak gerekir. Ahmet Cevdet Paşa’ya göre Ay(kameri) takvimin başlangıcı Hz. İbrahim ve Hz. İsmail zamanlarına kadar götürülür. O devirden itibaren Araplar hilalin ilk görüldüğü günü aybaşı olarak kabul etmiş ve 12 kameri aydan oluşan takvimi kullanmışlardır. Bu takvimde yıl Muharremle başlayıp Zilhicceyle biten 12 aydan oluşuyordu ve bu aylardan 4’ü ise haram aylardı:
Muharrem, Receb, Zilkade ve Zilhicce. Bu aylarda savaşmak ve kan akıtmak haramdı. Ancak bu takvimde tabiatın ritminden kopuş tehlikesi baş gösterecekti ister istemez. Orucun her yıl on gün önce gelmesi diye bildiğimiz hadise de işte bundandır. Buda yaklaşık 355 günlük takvime her yıl 10 küsur gün, güneşin ritmine ayarlı olan mevsimlerden sapar. Araplar bu artık günlerden biriktiğinde bazı yılların sonuna bir ay daha ekleyip 12 aylık takvimi 13 aya çıkararak işin içinden sıyrılmayı denemişlerdir. Bu artık aya da ayrı bir isim vermeyip Muharrem, Safer gibi diğer ayların isimleriyle anmışlar. Bu uygulamaya kebise denildiğini biliyoruz.
Kebisenin yanında ikinci bir kurnazlık daha düşünmüş Cahiliye Arapları 4 adet olan haram ayları, şartlar gerektirdikçe değiştirir, mesela bir yıl Recep yerine Şabanı haram aylar listesine katar, ertesi yıl gene eskiden olduğu gibi Recebe döndürürlermiş. Haram aylar üzerindeki bu keyfi operasyona da nesî adı verilirmiş. Kebise uygulamasının Müslümanlar Mekke’yi fethettikten sonra da devam ettiği açık bir şekilde görülmektedir. Çünkü Hz. Ebubekir’in Hac ettiği 9. hicri yılda Hac mevsimi Zilkadeye denk geliyordu ve o yıl, kebise yılı idi, yani 12. aydan sonra yeni bir ay olarak Zilkade tekrarlanmıştır.
Her iki uygulamanın Kuranda yasaklandığını görüyoruz(Tevbe: 36-37). İlginç bir tevafuk eseri olarak Veda Haccını yaptığı yıl, Hac ayı yeniden Zilhicceye dönmüştü. Bu, aynı zamanda takvimin yeniden aslî şekline dönmesi demekti. Nitekim Veda Hutbesinde bana uzun zaman anlaşılmaz gelen bir ifadenin, ancak Kebisenin nasıl bir şey olduğunu öğrenince yerine oturduğunu söylemekte fayda vardır. O zamanda hep beraber hatırlayım: zaman şimdi Cenab-ı Hakk’ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki hal ve heyetine döndü. Veda haccıyla birlikte yüzyıllar boyu tahrif edilen ve eklenen aylar sebebiyle karmakarışık hale gelmiş olan ay takvimi aslî kimliğine kavuşturulmuş oluyor, Kebise ve Nesî kesin olarak yasaklanıyordu.
Ancak buradan Hicrî takvime gitmek için atılması gereken birkaç adım daha vardı. Bu adımlar içerisinde yıllara isim takmayı hatırlatmasak olmaz. Mesela Hz. Peygambere hicret izninin çıktığı yıla İzin Yılı, Cihad emrinin verildiği yıla Emir Yılı denilmişti. Veda haccının ifa edildiği yıla da Veda Yılı adı verildiğini biliyoruz. Böylece bir hadise, o yılın sayısı değil, o yılki meşhur bir hadisenin ismi zikredilerek hatırlanıyor, resmi işlemler de buna göre yapılıyordu. Ancak Efendimizin vefatından sonra böyle mühim bir hadise cereyan etmeyince, ümmetin kendisi gibi yıllar da sahipsiz ve isimsiz kalmıştı. İsimsiz kalmışsa ne olmuş yani? diyebilirsiniz tabii ama belgelerde sorunların çıkmaya başladığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Mesela hz. Ömer’in halifeliği zamanında (bu arada Hicretin üzerinden 17 yıl geçmiştir sessiz sedasız) Yemen Valisi Ebu Musa el- Eşarî ile aralarındaki mektuplaşma sırasında bir mektubun üzerinde tarih olarak yalnızca Şaban yazıldığı için yılını tespitte ihtilaf çıkmış ve artık bir takvim yapılması gerektiğine karar verilmiştir.
İyi ama bu takvim hangi yıldan başlamalıdır? Efendimizin doğum günü olarak tespit edilememiş olduğundan takvimin başlangıcı olarak alınamamıştır. Bir başkası, onun vefat tarihini kabul etmeyi teklif etmişse de hazin ve kederli bir gün olduğu için ondan da vazgeçilmiştir. Sonunda İslam’ın yayılması ve yükselmesinin ilk büyük adımı olduğu için Hicret, başlangıç tarihi olarak alınmıştır. Hicrî takvime. Yine de işin bu kısmının nispeten kolay durumda o yıl esas alınmak şartıyla takvimde 2,5 ay kadar geriye gidilmiş ve Hicri takvim o yılın Muharreminin birinden itibaren başlatılmıştır. Şaşırtıcı da olsa, Hicrî takvimimizin Hicretten önceki bir tarihten başladığını itiraf etmekte de fayda mülahaza etmekteyim.
Konuyu toparlamakta fayda vardır: 1-Hicret, 12 Rebiülevvelde (Miladi 24 Eylül 622’de) gerçekleşmiştir ama bu tarih, Hicrî takvimin başlangıcı değildir. 2- Bu durumda 1 Muharrem Hicretin vuku bulduğu tarih olmayıp Arap takviminin başlangıç günüdür. 3- Hicri takvimin kullanılmasını Hz. Ali teklif etmiştir. 4- Hicretin takvim başlangıcı olarak kabul edilmesi, tam 17 yıl sonra, yani Hz. Ömer’in Hilafeti dönemine denk gelir. Selâmetle!