Mehmet Kaçar

Her şey Allah'ı tesbih eder

Mehmet Kaçar

İsrâ Suresi  44. Ayeti kerime de:   “Her şey Allah’ı tespih eder, ama siz onların tespihini anlayamazsınız.” Bu ayeti celileyi birazcık tefsir yapmaya çalışalım. İnşaallah Allah (c.c.) bize idrak verir, izan verir, anlayış ve kavrayış nasip eder. Bu ayet üzerinde bir nebze düşününce acaba Allah(c.c.)’ın  yarattığı tüm yaratıkların, (hayvanat, insan ve hayvan türleri/, nebatat, bitki ve ağaç türleri/, cemadat, diğer yaratılmışlar)  yaratılış amaçlarını bir nebze olsun anlamış yahut kavrayabilmiş oluruz.

Çünkü tespih, Allah’ı(c.c.) her türlü noksanlıklardan münezzeh (soyutlanmış) bir şekilde kutsamak manasına gelir.   Bu kelimenin kökü “sebh” tir. Bu kök, yüzme fiili içerinde kullanılmaktadır.

Burada yüzmenin bir denge olduğunu kabul edecek olursak, kararlı ve düzenli ,  yerine getirilen bir tespihin ne anlama geldiğini çok daha iyi anlamış oluruz.

Titreşen, hareket eden her cisim, biz duysak da duymasak da bir ses çıkarır(İnsan çok düşük ve çok yüksek sesleri duyamaz). Biz bize verilmiş olan(desibelde ) sınırlar içerisindeki sesleri ancak duyabiliriz. Çok daha şiddetli veya sessizini duyamayız.  Bu durum da bizlere şunu göstermektedir. Cisimlerin “seslerini” bizim duymamız istenmemiştir. Bizim bu sesleri duymamamız, bu cisimlerin titreşmediğini veya ses çıkarmadığını göstermez.

Nitekim ayette geçen her şeyin Allah(c.c.)’ı tespih ettiği gerçeğinin arkasından, bu tespihleri bizim anlamamıza izin verilmediği ve  anlayamayacağımız vurgulanmıştır.

İnsan vücudunda bulunan zerreden kürreye ne varsa, onlarda bu ayeti celilenin işaretine göre Allah(c.c)’ı tespih ve zikir etmekle meşgul olmuş oluyorlar.

Yaratılmışlara ve de hassaten insanlığa verilmiş olan izinle, beş duyumuzla algıladığımız (hisettiğimiz)sınırlar kadar biz bunları algılayıp bilebiliyoruz. Bizim, vücudumuz içerisinde göremediğimiz, algılayamadığımız zerreciklerin içerisinde ise nur yani ruh vardır.

Çünkü “Allah(c.c.), göklerin,  yerlerin nurudur(ruhudur)”(Nur: 35).

İşte bu ayete göre bizim algılayamadığımız veyahut da idrak edemediğimiz, beş duyumuz ile görüp hissedemediğimiz  boyutumuz da  nur ve ruhtur.

Bu ayeti celilenin bir başka boyutu ise yani Allah(c.c.)’ın “nur”ları, yerler ve gökler ile onların içerisindekilerdir. Yerlerin içerisinde ise, katı, sıvı ve gazlar vardır. Çünkü insan da dahil her cisimde katı, sıvı ve gaz vardır. Burada kullanılan çoğuldan da anladığımıza göre yer deyince yer yüzü olduğu anlaşılmaktadır.

Evren de  yaratılmış ne varsa yer kelimesi ile uyum halinde bulunmaktadır. Gökler(semalar) deyince de felekut yani  uzay anlaşılacağı gibi atom ve içerisindeki boşluklarda anlaşılabilir. Çünkü ‘Allah göklerin ve yerlerin nurudur’ deniyor ayeti kerimede.

Allah(c.c.) göklerin ve  yerlerin aydınlatıcısıdır deniliyor ilahi vahiyde.  Burada ‘nur’ kelimesi, içine ne konulursa konulsun onu kabul edecek bir kavram olarak ele alınıyor.

O halde ‘nur ‘ ne demektir?

Öncelikle ‘nur’ Allah’ın ismidir. Nur tecelli ettiği zaman, yaratılış başlamış, oluşmuş, olmuş ve her şey düzen ve intizama girmiştir. En küçüğünden en büyüğüne kadar nur, her şeye nüfuz etmiş ve içeride saklanmıştır.

Bir kelebekten bir fil’e ve insan’a   kadar.

Şu  hadisi  şerif bu durumu çok güzel bir şekilde tefsir etmektedir: “Allah(c.c.), ilk önce benim nurumu yaratmıştır” sonra “Ben daha Âdem yaratılmadan önce peygamberdim.” buyurur ve şu ayette bu durumu en vazıh bir şekilde ifade ediyor zaten:

“Sen olmasaydın, bu kâinatı yaratmazdım!”

Kâinatın yaratılışında Peygamber Efendimizin bu nurunu göz önüne almak gerekiyor. Çünkü temel taşı vazifesi görevini görmektedir. İşte bu nurun bir bölümü ateşe diğer bir bölümü ise maddeye dönüşmüştür.

“Allah(c.c.), evvel, ahir, zahir ve batındır.”(Hadid:3).  Evvel, her şeyden önce o vardır. Ahir, O’ndan sonra, hiç varlık olmayacaktır. Zahir ise, görünen, açığa çıkandır. Batın, gizli, ortaya çıkmamış, saklı, örtülmüş demektir.

Bu ayeti  celileye  göre; bu isimler toplu olarak ele alınıp anlaşılması bizden istenmektedir. O zaman şu neticeye varıyoruz: “Ben gizli bir hazine idim, bilinip tanınmak istedim, insanı yarattım” kutsal sözünden ise Allah(c.c.) saklı olan isimlerinin ve yaratmasının bilinmesini istiyor.

Şu teşbihle (benzetme) konuyu aydınlatıp noktala yabiliriz:

Zahir ve batın konusun da  daha da aydınlatmak üzere şöyle bir misalle bu konuyu açıklamak mümkündür. Buz katıdır, ısı alınca erir ve su olur. Bu hal değişimi fiziksel bir özelliktir. Buz dardır ve su ise buzun tersine geniştir.  Buz yoğundur ve zahirdir. İçerisinde ki saklı olan su ise batındır. Suyun içerisinde gizli  olan  ise buhardır. Atomlar da aynen böyledir. O halde su zahir buharda batındır ve latiftir. Bu fiziksel değişimleri tersten başlatmış olsak da aynı neticeyi elde edebiliriz. Burada sadece değişen tek şey görünen şeklidir.  Asıl, öz ve ana temel unsur sabit kalmıştır ve Allah(c.c.)’ın bir ismi de latiftir.

Bize göre, kutsal Muhammediyet Nuru’nun, tüm ruhlarla beraber, ervahı âlem den, o soyut mücerret ve âyânı sabite olarak bilinen vahdet (teklit ve eşsizlik) deryasından “Kün fe yekün” (ol) emri ile Ceberût,  Lahût  ve Melekût  âlemlerinden (evrenlerin den) geçerek, bulunduğumuz evrene; bu çokluk ve izâfî (göreli) ve zülmani âleme inişi ile yaratılış süreci başlamıştır. Böylece “Kün fe yekün” emri gerçekleşmiştir ve her saniyede gerçekleşmeye devam etmektedir. Selam ve dua ile!..

Yazarın Diğer Yazıları