Mehmet Kaçar

HAZAR'DAN FATİH'E KALAN MİRAS: KIRIM

Mehmet Kaçar

 “ Türk devlet geleneği aklı”tamlaması bir kültür ve medeniyetin akışı ile beraber büyük bir şuurun da temsilciliğini ve asırlar boyunca da taşıyıcılığını yapmıştır. Hazarlar; Göktürklerin Batı kolunun kalıntıları olarak nitelendirilir. Batı Göktürk Devleti yıkıldığı zaman bölge de kalan Türk bakiyesi konumunda bir yerdir. Siyasi teşekkül halinde 630 yılında geldikleri kabul edilir. İlk hükümdarı bazı kaynaklara göre Böri Şad bazı kaynaklara göre de Bulan Han’dır. Bazıları da Böri Şad’ın bir unvan olduğuna kanat getirmişlerdir. Böri/ Börü: Kurt, demektir. (Bir anektod: Kudüs’ü zulümden kurtaran fatih Selahaddin Eyyubi’nin Turan Şah, Tuğtekin, Şahinşah isimlerini taşıyan kardeşlerinin olduğu da belgeler ile sabittir.)

Coğrafi dağılışları ise Moskova ve St. Petersburg şehrinden doğarak Hazar Denizi’ne dökülen İdil Nehri’nden Kırım’a kadar uzanır. Bir anlamda Atilla’nın Roma’ya iniş yolu Kafkaslar-Karadeniz’in kuzey hattında hakimiyet kurmuşlar ve Hazar Denizi’ne ismini vermişlerdir. Gürcistan-Tiflis ve Rusya’nın içlerine kadar da girmişlerdir. Bugün Ukrayna adı ile anılan ülkenin de topraklarına sahiptirler. Hatta başkent olan Kiev ilinin Kağanı tarafından meskun hale getirildiği kabul edilir. Azerbaycan’daki hakimiyet mücadelesinden ötürü İran’ın arka planını oluşturan Sasaniler ile sık sık savaşlar ve sınır çatışmaları yaşamışlardır. Buna mukabil Bizans ile karşılıklı bir yakınlaşmaya da sahiptirler. Hatta o kaar ki Hazar Hanı’nın kızı Çiçek ile V. Kostantin evlenecek ve oğulları IV: Leon daha sonra tahta geçecektir. IV. Leon annesinden ilhamla Türk kültürüne aşina olarak yetişmiştir. Onun döneminde Hazar/Türk kültürü Bizans saray merkezinde yayılmış bir üstünlük derecesi kabul edilmişti. Annesi Çiçek hatun’un giydiği elbiseler de “Çiçekion” şeklinde anılmaktaydı.

O dönem de İslam ile müşerref olan Arapların fetih ruhu ise Arap yarımadasından taşmış ve tüm Asya kıtasına yayılmıştı. İstanbul’u kuşatan Müslüman Araplara karşı -henüz eski Türk inancına tabii olan Hazarlar- müttefiki Bizans’a destek verdiler. Buna karşın İslam orduları Hazarların içlerinde akınlar yaptılar. 100 bin kişilik bir ordu ile fethe kalktığı söylenen Mervan bin Muhammed, Hazarlara büyük bir mağlubiyet yaşatmıştır. Bu etkileşim sonucunda İslamiyet Hazarlar arasında hızla yayılmaya başlamıştır.

Hazarlar -hele ki o dönem için- hiç kimsede görülmemiş bir hoşgörüye sahiptirler. Devlet ricali ve halk arasında kültürel bağlar kuvvetli ise de dinsel anlamda şaşırtıcı bir hürriyet ortamı mevcuttu. Halk geleneksel inancını bırakarak yavaş yavaş İslamlaşıyor ya da Bizans vb. etkenler ile Hristiyanlığa geçiyordu. Buna mukabil üst yöneticiler ise Museviliği benimsemişti. Ancak halka veyahut hükmettikleri tebaaya asla bir dayatmada bulunmamışlardı. Bu dönem için “Hazar Barış Çağı” denilmesi de işte bu nedendendir. Üst tabakanın Museviliği kabul edişini bazı art niyetliler “İsrail’in kayıp 13. kabilesi” gibi eksantrik hislerle açıklamaktadırlar. Bu iddianın hiç bir gerçek yanı da yoktur. Üst zümrenin Museviliğe geçiş nedenleri konusunda çok ciddi bir araştırma maalesef henüz yapılamamıştır. Ancak en mutabık kalınan yorum -ilginç olsa da- şu şekildedir: Hazarlar’da yalnızca devlet ricali Musevi olur ve bunu asla halkına dayatmazlardı. Hazarlar bir çekim merkezi oluşturmaya çalışmışlardır. Tebaalarına karşı özerklik tanımaları ve o dönemd hürriyet vermeleri başka türlü açıklanamaz: Mutemeldir ki Mekke-i Şerif ve Roma’ya karşı kayıp olan Musevi merkezini ihya etmek istediler. Bu Museviliğe sempatiden değil, olsa olsa Türklerin “teşkilatçılık” ruhundan gelmektedir.

Hazarlar takriben 965 yılına kadar yaşarlar. Karadeniz’in kuzeyini ve Rus kültür-siyasi hayatını büyük ölçüde etkilemiştir. Hazarlar bize pek çok hatıra bıraktılar ancak bunkardan en önemlisi hiç şüphesiz ki Kırım’ı kesinkes bir Türk toprağı ve Hazarların gönül başkenti haline getirdiler. Hatta 965 yılında Normanlar!dan yedikleri büyük darbe sonucunda tabii hale geldiklerinde Kırım’a sığındılar. Kırım’ı bir kıyı sine kabul ettiler.

Kırım, 1475 yılında Ebu’l Feth Sultan II. Mehmet Han tarafından Osmanlı topraklarına katılır. Gedik Ahmet Paşa Kırım kıyılarına çıkarak öncelikle Kefe Limanı’nı aldı -ki bu bölge daha sonra şehzadelerin sancak beyliği yaptığı bir yer olacaktır, misel: I. Süleyman-. Ardından Azak ve Menkub kalelerinin de fethiyle Kırım, Osmanlı’nın bir parçası haline gelmiş oldu. Ruslar güçlendikleri vakit daima gözlerini Kırım’a diktiler. Çünkü onların Deli Petro dedikleri Çarları Karadeniz’e ve oradan da Akdeniz’e inmeyi hedefliyor ve bu hedefi de Ruslara mirasa bırakıyordu. Bunun için de Kırım’ın alınması şarttı. Osmanlı’nın gerileme ve yıkılma döneminde en çok savaş yaptığı ülkelerin başında Rusya gelir. Çünkü mezkur hedefleri için Kırım’ın ilhakını zaruri görüyorlardı. II: Katerina adlı Çariçe bu hadeften sonra gözünü İstanbıul’a dikmişti. Önce Kırım’ı ilhak edecek ardından da istanbul’a yürüyecekti. Hatta bunun için torununa Kostantin adını vermiş ve ona Rum dadılar tutmuştu...

Rusların Lehleri ve bölgedeki Müslümanları kılıçtan geçirmesiyle beraber olay patlak verdi. Tahtta ol vakit III. Mustafa vardı. Tecrübeli dvlet ricali ordunun henüz savaşa hazır olmadığını Yeniçerilerin çoğunun Acemi Ocağı’ndan yeni çıktığını hünkara anlatmak istediler ancak nafile. Padişah harpten taraflı ve aksi düşünenleri azlederek kendi görüşüne uygun düşünenlere görev verdi. Ve Osmanlı’ya özerk şekilde bağlı olan Kırım Hanı Selim Giray Han’a Rus topraklarına akınlar düzenleme emri verdi. Bun akarşın ordu bir sene sonrasında ancak sefere çıkabildi. Savaş seyrederken daha hazırlıklı olan Rus orduları Osmanlı askerlerini mağlup etmekteydi. Karadeniz mevkiinde savaşdvam ederken Rus orduları da Akdeniz’den taarruza geçerek Osmanlı’yı şaşkına uğratmıştı. Eflak-Boğdan, Hotin, Kili, Bender gibi mevkiler Rusların eline geçmiş oldu. Kırım merkezi ise haris bir şehzadenin “bağımsızlık ve taht” yalanına kanmasıyla Osmanlı hakimiyetinden çıktı. Kırım Han’ı Selim Giray payitaht İstanbul’a kaçmak zorunda kaldı. Ancak ne Kırım bağımsız olabildi ne de ihanet eden şehzade payidar oldu... II. Katerina 1783 tarihinde Kırım’ı Rus topraklarına dahil ettiğini ilan ederken büyük bir mağlubiyet ile sarsılan Osmanlı, Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım’ın Ruslarca ilhakına ses çıkaramadı...

Geçen yıllardan Boşevik İhtilali ile beraber Komünist yönetim Müslüman ve Türk kimliğine karşı büyük bir alerji besler hale geldi. Kırım Tatarlarına/ Kıpçak Türklerine de büyük zulümler yaptılar. 18 Mayıs 1944 tarihli büyük sürgün bunun en bariz örneğidir.

Kırım’ın öz sahibi Tatarlar -423 bin kişi- trenlere istiflenerek Sovyetler’in farklı coğrafyalarına sürgün edilip, dağıtıldılar. Amaç bölgedeki Müslüman nüfusu eritmekti! Sovyetlerin dağolmasıyla Ukrayna topraklarında kalan Kırım, 2014 yılındaki bir oldu bitti ile Rusya topraklarına dahil edildi. Kırım’ın sahibi olan Tatar nüfus sürgünden ve zulümlerden ötürü adeta azınlık hale getirilmiştir. Bu yüzden 2014 yılında ellerinden pek bir şey gelmedi. Uluslararası ilişkilerde daima çıkarlar esastır, bunu unutmamak gerekir. Ancak Kırım’dan sonra ki ‘ukde’nin istanbul olduğu malum ve sarihtir. Bu elbette -çok şükür ki- imkansızdır. Lakin İstanbul’un savunması için Kırım’ın güçlü olması gerekmektedir.. Bu yüzden Kırım meselesini gündemimize almalı, dualarımıza dahil etmeliyiz.

Bu anlamda Hazarların 1300 sene önce imar ve ihya ettikleri Kırım ve Kırım davası, bize onlardan kalan en esaslı mesaj ve mirastır. Tarihçilerin kutbu ve aslen Kırımlı bir Kpçak Türk’ü olan Halil İnalcık’ın trthaber.com’da yayınlanan 7 Mart 2014 tarihli haberşnde geçen şu cümle meramımızı anlatmaktadır: “Kırım, Anadol’yu, Boğazları, İstanbul’u tehdit etmek için bir atlama noktasıdır.”(Kaynak: Gökhan Gökçek).

 

Yazarın Diğer Yazıları