Mehmet Kaçar

Hayriye Vakası!

Mehmet Kaçar

Tarih Gastesin de ki delillere göre; Askeri Şura sonucunda tasfiye edileceklerini fark eden bir grup vatan haini, askeri ayaklanma kalkışmasında bulundu. Darbeci vatan hainlerine pabuç bırakmamakta kararlı olan hükûmet, vatan sever emniyet güçleri ve halk, hainlere; alemlere ibret olacak bir; birlik, beraberlik, fedakarlık, vatanseverlik dersi verdi.
Darbe kalkışması esnasında Başkent olan İstanbul’da meydana gelen olaylar şöyle gelişmişti: 11 Haziran 1826 tarihinde ilk eğitimlerine başlayan yeni ordunun, kendilerinin tasfiyesine yol açacağını anlayan yeniçeriler kazan kaldırdı. İsyanlarının sembolü olan kazanlarını Etmeydanı’na çıkararak gösterilere başladılar. Halkın milli ve manevi hislerini de kendi aşağılık emellerine alet etmek isteyen bir grubun mensubu olan isyancı askerler 14 Haziran 1826 tarihinde “Gavur Sultan’a ölüm” çığlıklarıyla et meydanında toplandılar.
Yeniçeriler, rakip askerlerin ve kendilerine direnmekte kararlı görünen sivil halkın canlarına kast etmişlerdi. Tabiri caizse İstanbul’u ateşe vermek istiyorlardı. Ancak artık o eski müttefiklerinin çoğu yanlarında yoktu. Bazı subaylar çağrılara kulak bile asmadı. Ulema ve halk Sultan’a sadık kaldılar; başka hiç bir ocak onlara katılmak istemiyordu. Asiler, o sıra da orada bulunmayan Sadrazamın evini yağmaladılar ve emir verircesine Sultanın müşavirlerinin başlarını talep ettiler. İsyancılar, ayaklanmalarının her zaman ki alışıldık programını bu sefer de harfi harfine uygulamaya başladılar. Ancak tam o sırada Sadrazam döndü ve çok geçmeden, devletin tüm ileri gelenlerini huzuruna çağıran ve onları ikna etmeye çalışan Sultan II. Mahmut’tan Sancak-ı Şerifi çıkartma iznini aldı. Sultan önce ellerinde barış bayrağı ile dört subayını gönderip eğer hemen dağılırlarsa kendilerini affedeceğini duyurdu. Yeniçerilerse teklifi reddetmek bir yana; gönderilen dört subayı hemen orada parçalayarak, Sultanı ve halkı korkutup sindirmek gayesiyle daha önce de sık sık yaptıkları gibi toplu halde yürüyüşe geçip, büyük sarayın dış bahçesine vardılar. Liderleri ise daha önceki isyanlar da olduğu gibi o büyük çınar ağacının önünde toplandılar.
Sultan, altın sırma koşumlarla kuşanmış beyaz atının üstünde sade üniforması ve “Kaşıkçı Elması” ile süslenmiş fesiyle karşılarına çıktı. Bizzat Sancak-ı Şerif açarak tüm gerçek müminleri Sultan’ın etrafında toplanmaya davet etti. Yeniçeriler buna da karşı çıkarak hücuma tevessül ettikleri sırada Sultan Mahmut’un askerleri, yeniçeri ağalarına ateş açtılar. Peşrev gülleri yeniçeri saflarında büyük gedikler açmakta iken gerisin geri et meydanına doğru kaçan yeniçeri güruhuna orada da önceden mevzilenmiş topçular karşıladı. Yüzlercesi öldü, hayatta kalanlar panik içerisinde kışlalarına dönüp, kapıları kilitlediler ve saldırıyı beklediler. Ancak Osmanlı’nın klasik kuşatma muhaberesinde olduğu gibi üzerlerine bir askeri hücum gerçekleşmedi. Toplar kışla barakalarının önüne getirildi ve barakalar ateşe verildi.
Topçular, Eşkinci Askeri Nazırı Saib Efendi’nin denizcileri, cebeciler, ulema ve talebeler, derhal silahlar ve toplar ile Sultanahmet Meydanı’ndan yola çıkarak, Et Meydanı’na doğru harekete geçtiler. Asiler, kışlalarını çok geçmeden ateşler içinde bırakan top atışları karşısında bile fanatik davalarından vazgeçmediler ve Et Meydanı’na açılan dar sokaklardan birine kaçıp, İstanbul halkını terörize etme girişimlerini ancak Kara Cehennem İbrahim Ağa isimli subayın isabetli top atışları durdurabildi. Sadrazam; Sultanahmet Meydanı’ın da çatışmanın sona erdiğine ve asilerin öldürülmesine devam edildiğine dair haberi aldı. İstanbul halkı da talepkar ve cüretkarlıkları ile çekilmez hale gelen yeniçerilerin yok edilmesine katılıyordu. Akşama doğru cesetlerin yığıldığı savaş meydanının ortasındaki eski çınar ağacında yedi ceset asılı idi. Gece boyunca İstanbl’un tüm kapılarında ve stratejik noktalarında gerekli tedbirler alındı. Ertesi gün, aralarında Cebecibaşı’nın da bulunduğu tüm suçluların idamı emredildi ve cesetleri çınarın önüne atıldı. Bir grup yeniçerinin, Ayasofya’nın yanındaki bin bir sütunlu Yerebatan Sarnıcı’na sığındığı haberi alındı. Burada omzuna kadar suyun içinde yeniçeri askeri ile göz gözü görmez karanlıkta göğüs göğse bir son boğuşma daha gerçekleşti. Günün sonunda; devletin ve milletin bekasına kast etme cürümünü işlemiş en az on bin yeniçeri askeri saf dışı bırakılmış oldu. Ateşte yanmamış, sarnıçta boğulmamış olanların boğaza atılan cesetleri aylarca denizde yüzerken görüldü. O yüzden İstanbul’da yakalanan balıkların eti aylarca yenemedi.
Birkaç gün sonra İstanbul’da neredeyse hiç yeniçeri kalmamıştı. Ancak, eyaletlerde bulunanların sayıları hala oldukça yüksekti. Sultan II. Mahmut, bunun üzerine yeniçeri ocağını ebediyen kaldırmaya girişti. Sultanahmet Camii’nde toplanan devlet şurasında katılımcıların tamamı bu hususta anlaştılar.Bundan böyle yeniçerilerin ne adı ne de işaretleri bir daha anılmayacaktı. Yeniçerilerin ocağı; barış bozguncuları, İslam düşmanları, kollarında haç işareti gizli Hristiyanlar ve Rumların emrindeki casuslar olarak lenetlendi. Yerine Muhammed’in (s.a.v) muzaffer askerleri anlamına gelen Asakir-i Mansure-i Muhammediye getirildi. Müezzinler tüm camilerin minarelerinden bu konuda ki fermanı ilan ettiler.
Yeniçeri ocağının kaldırılması, ülke içinde habis birer ur haline gelmiş diğer bazı kurumların ve bunların bünyelerinde yuvalanmış bulunan kişilerin tasfiyesine de zemin hazırladı. Bu vesileyle sipahilerin dağıtılması, hamal ve tulumbacı teşkilatlarında yapılan değişiklikler, yeniçeri ocağı ile “ıhvan” ilişkisi içinde yaşayan Bektaşi dervişlerinin İstanbul’dan ve tüm dergahlarından kovulması ile ıslahatlar daha da sağlamlaştırıldı.
Sancak-ı Şerif: Peygamber Efendimiz’in(s.a.v) emaneti olan “Ukab” ismiyle de bilinen özel sancak.
İslamiyet’in yayılmasından ve Peygamber Efendimiz’in(s.a.v) vefatından sonra dört halife bu şerefli emaneti almışlardı. Resmi kayıtlara göre daha sonra Emevi ve Abbasi halifelerine intikal eden sancak, Moğolların Bağdat’ı işgaliyle Abbasi Halifesi tarafından Mısır’a götürüldü. Yavuz Sultan Selim han tarafından Mısır’ın alınmasının ardından İstanbul’a getirildi. On altıncı yüzyılın sonlarında sancağın Osmanlı ordularıyla birlikte önemli savaşa gönderilmesi geleneği başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu içinde cereyan eden bazı iç karışıklıklarda da açıldığı görülmüştür. Sancak-ı Şerif eskidikçe yenileri yaptırılmış, aslında kesilen parçalar yenisinin üzerine eklenmiştir. Günümüz de Topkapı Sarayı Kutsal Emanetler dairesinde korunmaktadır.
Yere batan Sarnıcı: Yere batan Sarnıcı’nda 336 sütun bulunur. Yeraltındaki sarnıç 132 metre uzunluğu ve 65 metre genişliğiyle bir futbol sahasından daha geniş bir alana sahiptir.

 

Yazarın Diğer Yazıları