
FIRININ KIZIŞTIĞI ANDAMIYIZ!
Mehmet Kaçar
Mekkeli müşrikler 10 bin kişilik Muhammedi Ordu olan Fetih Ordusu ile fethedilmiş ve Müşrikliğin kalbine müminliğin mührü vurulmuştu.
Kalpler artık bu mühür sayesinde şirke değilde değilde imana ve tevhide çarpıyordu.
Mekke’nin bir tek kan akıtılmadan fetih edilmesi neticesinde de, şirkin ve küfrün, şeytani düzenin beli kırılmış, güç ve kuvvete, mal ve oğullara dayanan güç odakları birer birer Mekke’den kaçmışlardı. Bunların en başında gelenlerin en başında da İkrime bin Ebu Cehil(r.a) geliyordu ve daha sonra gelip Müslümanlığı kabul ettiğini Efendimize bildirmiş ve netice de şehit olmuştu.
Efendimiz ve onun Fetih Ordusu, her ne kadar Mekke’nin kalbine iman mührünü vurmuş olsalar da, küfür ve şirk ehlinin ümitleri kırılmamış, pes etmeye de hiç mi hiç niyetleri yoktu.
Bir ümit diyerek, Mekke’nin fethini kabullenemeyip kendi sistemlerinin yıkılmasına hazımsız olanla, Huneyn’e kaçmışlar ve yeniden güç toplamaya başlamışlardı.
İki Cihan saadetinin yollarını bizlere müjdeleyip anlatan o güzeller güzeli Nebi(s.s.v.)in o günkü şartlara göre hazırlanmış olan istihbarat örgütü, Huneyn’de küfrün yeniden toplanarak bir ordu kurmak için çalışmalarını sürdürdüklerini haber verince, Efendimiz o Mekke’nin kalbine iman mühürünü kazıyan fetih ordusu ile Huneyn üzerine yürümeye ve güvenlik çemberini geniş sınırlara yaymaya karar verdiler ve Huneyn üzerine yürüdüler.
Fetih ordusu, Mekke’nin fethinin kısa sürede ve kansız bir şekilde fetih edilmesinden dolayı oldukça morallarini yükseltmişler, ne de olsa kendi vatanlarına geri dönmüşlerdi. Bu dönüş onlara oldukça yüksek moralin yanına bir öz güven de vermişti.
Kıyamete kadar Mekke’nin fatihleri unvanını taşıyacak olmaları ayrı bir mutluluk kaynağını oluşturmaktaydı. hayır dualarda hep onlarda bulunacaklardı.
Müslümanlar, hem de bu kadar kalabalık bir orduyu bir arada ilk defa görüyorlardı.
İblis’i mel’un bu durumda hiç rahat durabilirmiydi? Kurmuş olduğu yeryüzü krallığının kralları olan Firavun ve Nemrutları derhal harekete geçirdi. Hiç vakit kaybetmeden, tabilerinin sinelerine ve göğüslerine vesvesesini hemen konduruverdi.
İblisin, gönüllerine girdiği ve fesat tohumlarını saçtığı Müslüman ordusunun çokluğunda ve Mekke’nin fatihleri oluşanlardan dolayı gurur ve kibir denizine gark ediverdi.
Fetih ordusu şöyle düşünmeye başlamışlardı: “Bu gün bize azlığımızdan dolayı artık yenilgi yok, bu kadar kalabalık bir orduyu kim mağlup edebilecek.” diye düşünceleri İblis sinelere bir tohum gibi yerleştirivermişti. Bu düşüncelere dalanlar Mekke’yi fetih eden fetih ordusu fatihleriydi.
Şu ince nokta onlara, şeytan tarafından unutturuverilmişti: “Müslüman sefere çıkar, zaferi ancak ve ancak Allah nasip ederdi.’Men sefere zafere.”
Mekke’nin küf kokan küfür yüreklerinin fatihleri, memleketlerine geri dönme ve zafer sarhoşluğu ile unutuvermişlerdi.
Neden mi unuttular?
Sahabe de olsalar, peygamber eğitiminden de geçseler, sonuçta insandılar ve nefis taşıyorlardı. Yaratılıştan getirdikleri nefislerinde bulunan kibir, gurur ve büyüklenme hastalığı da vardı.
İblis’i mel’un da Müslümanların, insanların kadim yani ezeli ve azim bir düşmanı olarak, hem de kıyamete kadar iflah olmayacak, asla pes etmeyecek azılı bir düşmandı.
O muhteşem, peygamber eğitiminden geçen fetih ordusu fatihleri, Huneyn’de ki ilk vuruşmada, kibir, gurur ve büyüklenmenin hastalığından dolayı bozulup dağıldılar.
Allah Resûlünün etrafında, şeytanın kandıramadığı, kalbini çekemediği bir avuç Müslüman kalmıştı. O koskoca fetih ordusu çil yavrusu gibi darmadağın olmuştu. Şeytan bu durumda sinsi sinsi gülerken;
Bir den Hz. Abbas’ın o gür sesi duyuluverdi ve Müslümanlar oldukları yerde irkilerek kendilerine geldiler ve nefsani iblis hastalığından ve şoktan kurtuluverdiler:
“Allah’ın Rasulünün bırakıpta nereye gidiyorsunuz, dönün gelin ve buraya toplanın!”
Sanhabeyi Kiramın duyduğu bu ses, şeytana bir şamar niteliğinde indirilmişti. İblise rağmen, sanki Hz. Abbas’ın sesi deiğildi de Hz. İsrafil(a.s)in o üfürdüğü surun sesiydi.
Sahabeyi kiram hastalıktan kurtulup derhal geri dönerek, Ya Rasulullah(s.a.v.), anam, babam, malım, canım, evladım senin yoluna feda olsun diyerek yeniden biat ettiler. Güzel Nebinin etrafında yeniden toplanarak bir güç birliği oluşturdular.
İşte o anda, Allah’ın Rasulü yerden bir avuç kum aldı ve işte şimdi “fırın kızıştı” diyerek kafirlere doğru savurmuştu.
Evet, bu kadar çileyi çeken Müslümanlar için fırın artık yeniden harlamışdı. İblis sahadan yenilerek yeniden kaçmıştı. Hak batıla yeniden galip gelmişti.
Bu kadar zulme uğrayan müminler için fırın yeniden kızışmış idi.
Kızışan bu fırının ateşi müminleri cehennem ateşinden uzaklaştırmış, kafirleri de cehennemin veyl çukurlarına doğru yuvarlamıştır.
Ve artık zafer mutlakiyet halini almıştır.
Zafer kazanılmış, şeytan ve yeryüzü ordusu bir kez daha mağlup edilmişlerdi.
Biz de bu gün İslam coğrafyasında mazlum Müslümanların durumuna bakarak diyoruz ki:
Hz. Abbas’ın sesi çoktan duyuldu ve “İşte fırın yeniden kızıştı.””
Karşımıza kim çıkarsa çıksın: “Zafer inananlarındır!”
Şeytan ve İblis artık oyun oynayacak gücünü kaybetmiştir.
Çünkü, Müslümanlar , mazlumlar günahlarının kefaretini çoktan ödeyip, çilelerini tamamlamışlardır.
Zafer İslam milletinidir. Zafer, sefer de olan İslamın son ordusunundur.
Allah(c.c), yolumuzu, yönümüzü, zihnimizi, aklımızı açık eylesin.
Allah(c.c), tüm ümmetin duasına icabet buyurup, yar ve yardımcımız olsun!”
Âminnnn!...
Fî Emanillah!.....