Mehmet Kaçar

Filozofca Bir Şey İman Ve Stres

Mehmet Kaçar

Bazen insan, “az” konuşan fakat “öz” konuşan insanlara rastlar bazen insan da hayretler içerisinde kalır. İşte benim babam da bunlardan biriydi vefat etmeden önce. Saatlerce susar ve son anda bir veya iki cümlelik bir şey söyler, bizleri hayretler içerisinde bırakırdı. Çok sık bir arada bulunamazdık. Gurbet ve rızık peşinde koşmak biz hep ayırmıştır. Ben köyde olunca o olmaz, o olunca da ben olmazdım. babamın bu “öz” konuşmaları ise malum nedenlerden dolayı bize çok az olur ve doyurmazdı. Vefat etmeden bir kaç ay öncesinde öyle bir “kelime “ söyledi ki şaştım kaldım. Uzun süre kafamı meşgul eden şey oydu.
Antalya da duymuş olduğu bir laf etti bize:” Strese girenin imanından şüphe etmek gereke” deyivermişti.
Stresle bir kaç kitap okumuş ve seminerler dinlemiştim amma bu kadar orjinal bir cümleyi ilk defa duyuyordum. Belki bu cümle ağır gibi görünse de müthiş bir tespit olmuştu. Çağın hastalığı olarak görülen stres hakkında söylenmiş çok keskin ve kesin bir ifade duymamıştı.

Düşündüm düşündüm, İlahi kitapta aradım bu stresi ve hadisi şeriflerde aradım ve yine bazı problemlere çok orjinal çözümlerin orada olduğunu da orada gördüm. Stresle ve asabiyetle iman arasında çok büyük bir bağ olduğunu gördüm. Hatta şunu anladım ki eğere stresten dolayı bir insan hastalanırsa veya stres yüzünden intihar falan ederse, bunu hesabını çok zor verir Allah’a(c.c).
Stres, halk arasında bilindiği ve kullanıldığı anlamıyla, sıkıntıları kafaya takmak, moralman çökmek, mutluluğu unutmak, umutsuzluğa düşmek demektir. Mutsuzluk ise insanı mutsuz eden en önemli etkenlerden biridir. İşte onun için İslamda “umut etmek”, yüce kitabımız tarafından da tavsiye edilen önemli bir konudur.

Kimisi hastalıklarla mücadele etmekten yoruluyor. Mutsuz ve hasta oluyor. Çünkü şifa bulup yeniden hayata tutunacağına inanamıyor. Tamamen moralman çöküntü içerisinde kime ve neye sığınacağını bir türlü bulamıyor.
Kimi insan da ailesiyle problemler yaşamaktan bunalıyor ve tutunacak bir dal alıyor.

Kimisi ise maddi sıkıntılarla boğuşuyor ve bir türlü çare de bulamayacağına üzülüyor. Rızkın sahibinin Allah(cc) olduğunu unutuveriyorlar.

Kimisi ise çevresindekilerin kendisini anlayıp dinlemediğini ve insanların tarafından dışlandığını düşünüp içine kapanıyor. hatta, ebeveyni, eşi ve çocukları, kardeşleri, amcaları, dayıları, teyzeleri ve halaları tarafından dışlanıp “adam yerine koyulmadığı” nı düşünüp kendilerini aileden soyutluyor, bazende tüm aileden intikam alma hevesine düşüyorlar.

Kimisi de bir sevdiğini toprağa verdiği zaman, dünyaya ve yaşadığı hayata küsüyorlar.

Hayatta insanı strese sokan o kadar çok şey vardır ki, herkes kendisine dert edecek bir sıkıntı içerisine giriveriyorlar.
Yukarıda verdiğimiz şıklara bakarak imanla stres arasında bir ilinti var mıdır dersiniz?
Sıkıntılı, çilelerle dolu, zulümler altında inleyen bir hayat mı düşündünüz! bunların hepsini ve daha fazlasını, insanlar arasından seçilen Peygamberler de görüyoruz. Allah(cc) Peygamberlerin kıssalarını ayrıntılarıyla bize
niçin aktarıyor dersiniz? Okuyup, ibret almamız için değil mi?

Peygamberlerin hayatlarından yola çıkarak bazı sorular sormak yerinde olacak tabi.

Hz. Eyyüb(as)ü hastalıkla imtihan eden Allah(cc), bizi de aynı imtihana tabi tutma hakkına sahip değil mi?

Hastalığını kafaya takıp bunalıma giren insan “Allah(c.c)ım, beni niçin hastalıkla imtihan ediyorsun ki?” demiş olmuyor mu?

Hz. Nuh(a.s)u, oğluyla imtihan eden Allah(c.c), sizi evlatlarınızla imtihan edemez mi? Böyle bir hakkı yok mu?

Hz. İsmail(a.s)i babasıyla imtihan eden Allah(c.c), sizi öz babanızla imtihan edemez mi? Tabi ki, yaratılış gereği herkesin babası-annesi vakti saati gelince vefat edecek.
Hz. Lut(a.s)u eşiyle imtihan eden Allah’(c.c)a “Beni niçin eşimle imtihan ediyorsun ki?” deme hakkına sahip olduğunuzu mu düşünüyorsunuz?
Hz. Yusuf’(a.s) u kardeşiyle imtihan eden Yüce Yaradan, belki bizi de kardeş ve babamızla imtihan ediyordur?
Tüm Peygamberlerin hayatları sıkıntı(imtihan) dolu olduğuna göre, bizim hayatımız da da bazı sıkıntı ve imtihanların olması hayatın bir parçası olamaz mı?
Anne ve babasını kaybedince bunalıma giren bir insan Allah(c.c)a “Benim annemi/babamı niye alıyorsun ki?” deme hakkına sahip olduğunu mu sanıyorlar?
“En büyük acı evlat acısıdır!” denir. Bu acıyı yaşayan anne-babalar “Allah kimseyi böyle bir imtihana tabi tutmasın!” derler ya da “Allah kimseye evlat acısı göstermesin” derler. Beş defa evlat acısıyla imtihan edilmiş olan bir peygamberin ümmeti olduğumuzu bilmek zorunda olduğumuzu bilmiyormuyuz?
“Kardeşim onlar Peygamber, biz insanız!” diye kimse itiraz etmesin. Peygamberler de bizler gibi üzülen, ağlayan, Allah’a sığınan insanlardı. Allah tarafından özel seçilmiş oldukları gerçeği “insanı” acılara tepkisiz kalacakları anlamına gelmez. Bize düşen hayatı doğru anlamaktır.
Stres ile imanın arasındaki ilişki kafamın içinde dolanıyordu. Kur’an’ı okuyup düşününce stresin en büyüklerini yaşayanların peygamberler olduğunu, kiminin ateşle, kiminin suyla, kiminin zelzele ve depremle, kiminin rüzgarla, kiminin vatanıyla, kiminin eşi ve evladıyla, kiminin babasıyla, kiminin de evladıyla imtihan edildiğini görüyoruz.
Bu cümlenin, evimizin duvarına, yahut iş yerimizin en uygun yerine asmalıyız diye düşünüyorum. Çok sıkıldım dediğimiz zamanda bu yazıyı okuyup rahatlamak da lazımdır.
Bir gün dünyaya ait büyük bir derdin olursa Rabbine dönüp, “Benim büyük bir derdim var!” deme, derdine dönüp “Benim dertlerime çare veren çok ama çok büyük bir Allah’ım var!” de...
Selam ve dua ile....

Yazarın Diğer Yazıları