
Enfüs ve âfâk
Mehmet Kaçar
İnsan neden iletişim kurmak ister ve bu evrenin yaratılışı insanın yaratılışına benzerlik arz eder mi?
Bu sorunun cevabı yine insanın bizzat kendisinde saklıdır. Çünkü insan yaratılırken bu sorunun cevabını verecek şekilde bizzat yaratan tarafından kodlanmış bir varlıktır. Bu kodlamaya göre insanın iletişim kurmasının zarureti ve büyüyüp genişlemesi, evrenin genişleyerek büyümesi ayniyet arz eder. İnsanın iletişim kurmasının iki yönü vardır. Bu yönlerden birisi kısmen içinde yani derunî(ruhî), kısmen de dışında (afâki) saklıdır. Zira, insanın gerek kendi içerisinde (ruhî/derûnî) gerekse diğer insanlar ve evrenle karşılıklı kurduğu iletişim aslında, içeridekilere(enfüs) ve dışarıdakilere de afâk(bilme/anlama/algılama/çevreyi tanıyıp tefekkür etme/ idrak etme) çabası yatar(Fussilet: 41/53). “Kur’an’ın, gerçek olduğu kendileri için apaçık belli oluncaya kadar onlara çevrelerinde ve kendilerinde bulunan kanıtlarımızı hep göstereceğiz. Rabbinin her şeye tanıklık etmesi(onlar için) yeterli değimlidir?”(Fussilet:41/53).
Bazı müfessirlere göre buradaki afâk kelimesi Mekke dışında ki çeşitli yöreler, bölgeler(nevâhi), “kendi nefisleri” de putperestlerin ve müşriklerin yaşadığı Mekke kentidir. Buna göre, vakti saati geldiğinde gerek müşriklerin yaşadığı Mekke’nin ve gerekse Mekke çevresindeki diğer yörelerin, hatta dünyanın bir çok yerinin Hz. Muhammed ve sonraki Müslüman liderler tarafından fethedileceği, böylece putperestlerin asılsız olduğunu ileri sürdükleri Kur’an mesajının, İslam dininin cihana yayılacağını müjdelemektedir.
Diğer bir görüşte şudur: “Afâk’tan gaye, yıldızları, ayı ve güneşiyle semanın uçsuz bucaksız köşeleri (kozmik evren), astronomik, meteorolojik, biyolojik vb. olaylar, yasalar; “kendileri” nden maksat da en ince sanatların ve yaratılış hikmetlerinin örneği olan insanın biyolojik ve ruhsal dünyasıdır; kısacası “dış dünyadaki deliller” kozmolojik evrenin sırları, “kendilerinde bulunan deliller” ise insanın biyolojik, psikolojik, para psikolojik yapısındaki sırlardır. Bu ayeti kerimede ileride insan oğluna bu sırların gösterileceği, yani insanlığın bu konularda keşifler yapacağı bildirilmektedir. Eski müfessirlerin çoğu bu ikinci görüşü savunmuşlardır(Tâberi, XXV, 4-5; Râzî, XXVII, 139; Şevkânî, IV, 598).
Çünkü bu ayet eski müfessirlere göre henüz bilinmeyen bazı şeylerin ileride bilineceğini haber vermektedir. Halbuki bu ayetin indiği dönemde insanlar bakışlarını Semaya(gök yüzüne) çevirdiklerinde oradakileri zaten görüyor, biliyorlardı. Ancak Râzî’nin önemle üzerinde durduğu gibi bu gerçekte zayıftır, zira o dönemin insanların gerek kozmik evrendeki gerekse insanın biyolojik, psikolojik varlığındaki sayısız harikalardan habersizdi; -“Yüce Allah insanlara bu harikaları zaman içinde adım adım nasip etmekte ve keşfetmektedir.” Şu halde ayette Allahu Teâlâ, zaman içinde insanlara hem kendi varlık yapıları hakkında hem de dış dünyada yaratıcı kudretinin eserleri olan nice delillerini göstereceğini haber vermektedir ki bu da o döneme göre ileride gerçekleşecek olan bilimsel keşiflerden başka bir şey değildir.
İlk insanın bir peygamber oluşuyla birlikte, öncelikle dinsel bir içerikle anlamlandırılan söz konusu bilme, keşfetme, anlama çabası, aslında insanın kendini anlama ve anlatma çabasıyla birlikte dinsel bir boyut kazanarak söze ve sözlüklere aktarılmaya başlar. İşte bu iki boyut insanın kendisi, yaratıcısı ve evrenle kurduğu bağlantıyla birlikte, kendinden başlayarak yakın ve uzak çevresindeki insanlarla kurduğu iletişimin de ana temelini oluşturur.
İnsan oğlu, çeşitli yeteneklerle dünyaya gelir. Kişiden kişiye farklılaşan bu yetenekler, tek tek tüm insanların yaratılış hikayesinde bulunur. Çünkü her insan, nevi şahsına münhasır potansiyeliyle diğerlerinden farklı, biricik ve eşsiz bir yaratılışa sahiptir. İnsanın bizzat kendisi evrenin bizzat küçük bir kopyasıdır. İnsan, erkeğin kanındaki embriyonun , beytür rahme düşmesi ile büyük bir patlama yaşar. Bu patlama esnasında tüm organları bitişik ve çok küçüktür. Organlar büyüdükçe insan da genişler. 9 ay sonra bu büyümeye devam eden beden başka bir evrene hicret eder ve burada da büyümeye ve genişlemeye devam eder. İşte evrenin ilk yaratılış hikayesi de insanın bu serüveni gibidir. Big Bang patlamasın da Allahın oluşturduğu evren, daha sonra itme ve çekme kuvvetleri ile kendi gezegenlerinin genişliğine göre bir birinden uzaklaşmışlardır. Evrenin varlığının yaratılması insan menisi gibidir. Sıvı olan bir meniden koskocaman bir insan oluşur. Evrende işte en küçük maddeden (maddeyi Allah yaratır) genişler ve kıyamete kadar da genişlemeye devam edecektir. Bir menide ki canlıya göre, insan ne oranda büyükse, insana göre de evrenin gezegenleri, kendi olması gereken büyüklüğe ulaşıncaya kadar bir birinden uzaklaşıp genişleyerek büyümeye devam edecektir ve o oranda da büyüktür.
İşte insanda var olan milyonlarca potansiyel, insan yaratılırken, yaratan tarafından kodlanarak yaratılmıştır ve bu kodlamalarda insanın ve evrenin ihtiyacı olan her şey hemen hemen saklıdır. Mesele bu kotlamaları çözümleyebilmektedir. Şahsa özel bir yazılımda taşınan bu kodlar, ilk önce ilahi bir nefeste gizlidir. Bu nefes, vakti geldiğinde bir damlacık suya üflenir(nutfe).
Bu üfleyiş, insanın dünya yolculuğunun da başlangıcına işaret eden ilk hareketi oluşturur. Bu yolculukta insan, önce katreden nutfeye, sonra nutfeden alakaya(embriyo), alakadan (hücre topluluğu) bir parça ete, etten kemiğe, kemikten ete ve son olarakta insan oğluna dönüşerek (müminun; 23/14) dünya ile buluşur. İşte böylece dış dünya ile iletişimde kurulmuş olur. Evrenin yaratılıp genişleyerek büyümesinde de aynen bir insan örneğini görmekteyiz.
Çocuk kendini tanımaya başladıkça, kendi fıtratın da var olan kodlarla, ilim-irfan, ahlak ve edebini keşfederek enfüsi alemin önemini de idrak etmiş olur.
Namazla, oruçla, haçla, zekatla vesair ibadetlerle, kendi enfüsinde ki kodları öğrenir ve onlarla iletişime geçer, insanlığını bu şekilde kavrar. Beytül Rahimde iken bu ibadetlerle annesi vasıtası ile tanıştırılmış olur. İşte evren insan ilişkisi ve Allah’ın varlığı, yaratılış sırrı ve iletişim kurma kodları buradadır. Selametle!...