
DOĞU NEDEN SORUNLARLA BOĞUŞUYOR?
Mehmet Kaçar
Biz doğulular, Amerika ve Avrupa’nın, dünyanın en ücra köşelerine kadar bir örümcek ağı misali kurduğu misyonerlik ağının büyüklüğünü fark etmekten çok uzakta kalmış ve kendi koltuk derdine düşmüş ülkelerden oluşmaktadır.
Hem ilimde, hem fende, silah sanayiinde ve medeniyet kurmada geri kalmış, ilmi çalışmalardan ön saflara bir türlü geçememiş, hem de batılı ülkelerde devam ettirilen bu faaliyetlerin ne anlama geldiğini ve yeni bir kardeşlik medeniyeti inşasını hiç düşünmemiş ülkelerden oluşmaktadır. Tüm bunları düşünmüş olsak bile bu tür çalışmalar ancak “devede kulak misali” güdük kalıyor ve hep dışımızdaki medeniyet, ilim ve silah sanayini arkalardan takip ediyoruz. Onların verecekleri himmetlere muhtaç durumdayız. Yapılan çalışmalar ise çok ekaliyette kalan çalışmalar durumundadır.
Bugün yalnızca Katolik hristiyan kilisesinin sunduğu ahlak üzere yetiştirilmiş on binlerce misyonerin(ajanın) dünyanın her tarafına ve özellikle de çoğunluğun İslam Coğrafyasına yayıldığından da bi haberiz.
Bu ajan misyonerlerin Kango ve Tibet’in an ulaşılmaz ücra köşelerine kadar gidip davalarına şeksiz şüphesiz hizmet ettiklerini unutup giden bir doğu ülkeleri var. Çünkü bu ajanların arkalarında kendilerini noktası virgülüne kadar destekleyen ve sınırsız bir ekonomik ve mâli kaynak bulunmaktadır. Birde bu ajanların destekçileri iç güçler(hainler)in hainliklerini düşünürsek, Müslümanların fertler üzerinden kurumları, dini ve devleti neden yıprattıklarını da iyi anlarız kanaatindeyim.
Bu tür faaliyetler sadece misyonerler aracılığı ile değilde, dünyanın çeşitli bölgelerine yayılmış olan vatandaşları aracılığı ile de yürütülmeye devam edilmektedir.
Din kisvesi ve çeşitli şekil ve görüntüler altında yürüttükleri bu çalışmaların yalnızca görünen yüzünü biliyorum. Mesela, tarihin kaydettiği Dru’l-Hiâl’in kurucusu Corci Zeydan ve gazeteci yazar Selâmet Musa, son yılların en azılı haini Fetullah Gülen bunlara örnek teşkil eder. Bu verdiğimiz isimler Mısır ve Türkiye’de CİA’nın ve hristiyan katoliklerinin öne çıkmış çok önemli misyonerleridir.
Doğuluların gaflet ve cehaletinden yararlanarak gazetecilerin, gazete okuyucularının, görsel medyacı ve seyircilerinin çoğunu ağlarına düşürmüş ve hiç bir misyoner teşkilatının yapamadığı geniş bir faaliyet sahası oluşturmuşlardır. Bunu da kültür, edebiyat, gazetecilik ve medya aracılığı ile yürüterek, kitleleri hedeflerine yönlendirmeyi başarmışlardır.
Bu ajan misyonerlerin hükumetleri ise bunlara hem cesaret vererek sınırsız destek sağlıyorlar, hem de mâli kaynak aktarıyorlar. Çünkü hristiyanlık kültürünü yayma çabaları, bu faaliyetlerden ekonomik (iktisadi) ve politik sahalardan da faydalanmaktadırlar. Hristiyanlık gölgesi içerisinde pek çok herzelerin yendiği bir semboldür misyonerlik.
Dönüp duran bütün hileyi şeriyeler karşısına dikilecek olan tek bir din vardır o da İslam Dini’dir. Nitekim zaman zaman Batılı Emperyalist/siyonist üst düzey bürokratları tarafından yapılan konuşmalarda bu gerçekler aleni şekilde dillendirilmektedir.
Hükmetmeyen bir İslam’ın gerçek manada ve icracı bir İslam olamayacağını bu haçlı zihniyeti çok iyi anlamış ve çalışmalarını bu yöne kaydırmışlardır. İslam Dini’nin akidelerini harekete geçirip onları birer fiil haline getirmedikçe sonra da bu fiileri savunup bir koruyan, egemen güç oluşturmadıkça yer yüzünde güçlenip kendini dış güçlere karşı konması mümkün değildir.
İşte bu nedenle haçlı zihniyeti, nerede ve ne şekilde olursa olsun İslam’ın iradeyi eline alması için korkunç bir mücadeleye girişmişlerdir. Bunu da maddi güçleri, nüfuzları ve içimizdeki kurdukları iç hain ağlarına düşürdükleri İslami iradeden ürken gafiller aracılığı ile ve müminlerin kardeşliği değilde düşmanlığı üzerine kurdurdukları sistemlerle yapmaktadırlar.
Amerika ve Avrupa, dünyanın herhangi bir yerinde İslamın hakim güç olmasını, bir tolumun, bir ulusun İslamın prensiplerine, İslam Şeriatına tabi olmasını bütün güçleriyle engellemeye çalışıyorlar.
Ruhlarını batılılara satmış, bedenleri de İslam olan bir takım din hainleri de dine dayalı devletin geçmişte kaldığını, 21. asırda dine dayalı bir devletin kurulamayacağını ve hatta artık “Kur’an’ın cihat ayetlerinin hükmünün kalmadığını” iddia ediyorlar.
Bu gün dünyada İslama karşı düşmanlıklar sürüp giderken, bir de çölde yetişen diken gibi İsrail Devletinin hortlatıldığını görüyoruz. Hem de dine dayalı, en katı Musevi şeriatına dayalı evet yalnız dine ve Musevi şeriatına dayalı bir devlet. Bilindiği üzere Yahudilik, ırkçılık tan ziyade, dini esaslara dayalıdır. Çünkü bir Rus’un, bir Alman’ın, bir İngilizin, bir Amerikalı’nın, bir Yemenli’nin Yahudi olması mümkündür.
İngiltere ve Amerikanın yardım ve desteği ile İsrail devleti Yahudiliğin temsilcisi bir devlet olarak kurdurulmuş olan bir devlettir. Rusya’nın bu konuda ki tutumu da bunların tutumundan çok farklı değildir. Rusya’nın din düşmanlığı zorunludur zaten. Çünkü Rusya için yeryüzünde dine dayalı bir devletin kurulması korkunç bir şey olmasına rağmen, kendi menfaatleri söz konusu olduğu zaman her şeyi, hatta komunizmin prensiplerini dahi bir kenara itiveren bir yapıya sahiptir.
Mısır’da ve diğer İslam ülkelerinde haçlılar tarafından İslam’a kurulan tuzakların benzerleri Keşmir probleminde Pakistan’da kurulmuştur.
Müslümanların içerisinde bulunan gafiller ise Pakistan’a kurulan bu tuzağın haçlı ruhuyla kurulmuş bir tuzak olduğunu kabul etmeyerek bunu başka nedenlere bağlıyorlar. Türkiey içinde aynı oyunların oynandığı aşikardır.
ABD ve AB’nin, Doğu’da yürüttüğü politikaların aynısı Hindistan’da da yürütülmeye devam etmektedir. Bütün araçları aynıdır. Planları aynıdır. Yankıları tüm doğu basınında görülen ve propagandanın malzemesi ABD ve AB işbirliği ile ayar edilmektedir. Bunun nedeni Hindistan’ın Müslüman olmaması ve doğu’nun en büyük İslam ülkesiyle aralarında anlaşmazlık bulunmasıdır.
ABD’li diplomatların pek çoğu zaten misyoner (ajan) olarak görev yapıyor ve ABD Büyük Elçiliği olan ülkelerde hep darbe ve ihtilaller yaşanıyor. ABD’li büyük elçiler, misyoner yetiştiren Enstitü veya Akademiler de eğitim görmüşlerdir.
İslam, başkalarının hakimiyeti altında yaşanılan bir din olmaya asla rıza göstermez. İslam ülkeleri yöneticileri buna rıza gösterirler. Haçlı Protestan Katolikler de bu gerçeği çok çok iyi bilmektedirler.
O halde bize düşen görev nedir? Bizim yapmamız gereken tek şey, aklımızı başımıza yeniden devşirmektir. Haçlıların bizim gaflet ve uykumuzdan, ahmaklığımız dan yararlanarak doğu ve batı da özgürlük ve kültür adı altında bize yutturmaya çalıştıkları şeylerin farkına varıp gerekenleri ivedilikle yapmaktır.
O halde siz söyleyin! Durumun böyle olduğunu bildiği halde bu haçlı ruhunu destekleyen kimse kan emici bir vampirden başka ne olabilir!...
Selametle!...