Mehmet Kaçar

Değerler Eğitimi Nedir?

Mehmet Kaçar

Her milletin, her ulusun, kendine özgü örfü, geleneği ve değerleri vardır. Bunlar bazen örfünden, geleneğinden doğar. Bazen tarihinden bazende inanç ve ahlakından doğar.

Bu değerler, örf ve gelenekler, inançlar ve ahlaklar, o milletin bir millet olma özelliğinin ve geçmiş tarihi, edebi, sanatsal kültürünün birer habbesidir. Her yeni gelen ve görev verilen peygamberler de bu değerlerin bozulmuş, çürümüş yanlarını tevhid inancına göre tamir etmiş ve yeniden milleti inşa etmişlerdir ki, İbrahim milleti, Muhammed(sav) ümmeti de böyle oluşmuştur.

Geçmiş kültürün habbesi yaşanan günde filizlenip, yeşerirse , onun o günde ki meyvesi bir değer olur. Ebeveynlerin yetiştirdikleri çocukları da o günün meyveleri ve ebeveynlerinin taklitçileridir. Evde baba küfür edip, içki içerse ve dini eğitim verilmezse, o çocuk ta babayı taklit edecek ve sonra aynısını yapacaktır. Öğrenciler üzerinde yıllarca yaptığım sorgulamalar da babası küfreden genelde küfür ediyor, tiryaki olan da tiryaki oluyor. Sonrasında edep ve terbiye işini okula bırakıyorlar.

Eğer bir ebeveyn, toprağa saçmış olduğu habbeyi çürütmüşse, toprakta o habbe kaybolmuşsa, o, milletin değerleri, ahlakı da çürümüş ve o günde baskın halde bulunan kültürün değerleri( bu yüzyıl da emperyalizm baskın kültür), bir virüs gibi, gençliği sarar, kaplar ve baskın yabancı değerler, gençler tarafından kanıksanıp birer yaşam tarzı haline gelmiş olur.

Bu gün, en çarpıcı, örnekleriyle, emperyal siyonizmin değerleri, gençlerimizi , şehrimizin piyasasını(ticarethanelerin levhaları hep İngilizce), tekstil sanayimizi, moda akımlarımızı komple kıskaç altına almış, beynine, aklına, yüreğine, giyim tarzına kadar inmiştir. Gençlerimiz, ebeveynlere rağmen rol model olarak aldıkları emperyal insanları(sporcu, sinema aktirsti, modacı vb.)taklit etmeye devam ediyorlar. Oysa Kur’an’ı Kerim’de; rol model alınması gereken tek örnek, “Usvetül Hasene” olan Efendimiz gösterilmektedir.

Bu günün genci, kendi geçmiş kültürünü unutup, yahut öğrenmeyip, saç tıraşından, giyim kuşamına ve pirsing’den dövmeye kadar, bunlar onun için artık normal bir yaşam tarzı haline gelmiştir.

Bu genç, ebeveynin desteğini de alamadığı için, kendi geçmiş kültürünü, öğrenememiş, beynine ve yüreğine indirememiştir. Çünkü çevresin de, taklit ettiği sporcular, mankenler gibi rol modelleri çoktur. Anne-baba bırakalım, biraz gençken hayatını yaşasın, evlendikten sonra ya da askerden dönünce adam olur inancındadır. Hatta oğlu kız arkadaş bulunca sırtını sıvazlar ve “babasına çekmiş”, derken, kızı aynı davranışı yaptığında öldürmeye kadar giden bir yol izlenir. Bilmez ki aynı suç hem erkeğe hem de kıza haramdır.Kendi kültürünü öğrense de, ne okulda ne de evde özümseyememiş, beynine ve yüreğine indirememiştir.

Saçlar, Amerikan conilerinin modeline, sakallar, Suudi Vahhabi(selefi-ticani) modeline(top sakal-M.A. Ersoy” Unuttun dedenin sünnet sakalını, koydun top sakalı”)vücutlarından, arkaik Afrika’nın totem, ilkel toplumların dövmeleri ve pirsingler, ayaklarında düşük kemer ve tayt tipi pantolonlar, çok acaib bir görünüm halindedir. Kapşonların aslı da kilise giysisinden alınan bir modeldir ki haçlıları simgeler.

Nedir o zaman bizim ve bize ait olan değerlerimiz? Osmanlı kültür ve medeniyetinden bir kaç örnekle konumuza açıklık getirelim o zaman.

Osmanlı evleri bu günkü gibi çok katlı olmadığı için, dış pencerelerinde bulunan parmaklıklara, kırmızı çiçekler kondu mu, o evde hasta, yeni doğmuş çok küçük çocuk, çok yaşlı insanlar yaşıyor demektir. O mahalleden geçmekte olan, seyyar satıcı, eskici, yoğurtçu hiç ses çıkarmadan, o evden uzaklaşır ve kimseyi rahatsız etmezdi. Düşünün bir kere, hafta sonu gençlerin , futbol takımları kazanmışsa, sabaha kadar olan curcunayı. Eğer, o pencere de sarı çiçekler varsa, o evde evlenilecek gençler(kız-erkek) var demektir. Yine 63 yaşını geçen bir yaşlıya amca yaşın kaç diye sorulunca, Efendimize(sav) saygıdan dolayı “haddi biraz aştık” be evlat diye cevap verirlerdi. Evlerin giriş kapılarında, bir ince sesli küçük zil, bir de tok sesli büyük zil bulunurdu. Sadece bir bayan misafirliğe ve bir iş için gelmişse ince zili çalar, erkek de yalnız sa tok sesli zili çalarlardı. Küçük zil yalnız bayana, tok sesli zil yalnız erkeğe işaret ettiği için ev sahipleri de ona göre tavır alırlardı.

Yine, Osmanlı geleneklerinde eve gelen misafirler, gösterilen yere oturmadan ev sahipleri oturmaz, misafire açmısın, tokmusun diye sorulmaz, hemen bir fincan kahve ve yanında da bir bardak su ikram edilirdi. Eğer, misafir kahveyi içerse karnı toktur yok eğer, suyu içerse karnı açtır ve ona göre muamele yapılırdı.

Çanakkale savaşlarından sonra, toplumumuza ve kültürümüze kazandırılan, o muhteşem medeniyetten, arta kalan çok nazik, naif ve ince bir İslam kültür değerimizi bu gün unutmak üzereyiz. Çanakkale savaşlarından sonra, gazi olanlar, caddeler de bir iş için veya eşleriyle gezerlerken, “eşlerine biraz arkadan gelin”, şehit kardeşlerimizin eşleri biz kol kola görmesinler, belki onlar, bizi kıskanabilirler, yahutta ne bileyim, bizlere söylemek isteyip te ulaştıramadıkları, bir sıkıntıları vardır. Onların hakları üzerimize geçmesin diyerek eşlerinin arkadan gelmelerini sağlarlardı.Ne büyük bir değer ve güzellik değilmidir? bu gelenek. Oysa bu gün, üniversiteli kızlar ve erkekler, tramvaylar da, aileleri rahatsız edecek şekil de davranmaya devam etmektedirler. İnsanlarımızın rahatsız olmalarına aldırış etmemektedirler. Liseli hatta daha küçük yaştaki geçler, yaşlanmayacakmış gibi yaşlılara yer bile vermemektedirler. Bu gençliğin sanki ar damarları patlamış durumdalar. Oysa Efendimiz(sav), “bir binit de yaşlı birine yer veren bir kişi, yaşlandığında, ona yer veren birine rastlamadan, Allah ruhunu almaz” buyurmuştur.

Hâlâ,güzel yurdumuz, Anadolu’muzun köylerin de, bayanlar, erkekleri görünce, ayağa kalkarlar, erkeklerin önünden asla geçmezler, özellikle yıkadıkları çamaşırlarını, komşuları göremeyeceği yerlere asarak kuruturlardı. Ben bunu, 1977 yılında, Konya Merkez Anadolu İmam Hatip Lisesinde okurken ancak öğrenebildim. Rahmetli, anne-anneme (biz koca ana derdik), “neden, senin torunun yaşında bir erkek çocuğunun önünden geçmiyor ve onu görünce ayağa kalkıyorsun?” diye sordum.

Beni hayretler içerisine düşüren şu cevabı aldım. Oğlu;” Biz, erkekleri görünce, önünden geçmemeyi, ayağa kalkmayı, anamızdan öğrendik”. O, şöyle derdi:” Bu çocuklar ve gençler askere gidecekler ve dinimizi, vatanımızı, ırzımızı, namusumuzu koruyacaklar.” “Düşman çizmesi(potin) bu toprakları çiğneyemecek. İşte biz erkelere, çocuk veya yaşlı bunu için saygılıyız” dedi ve şöyle devam etti; “ ben yeni yeni gelin olacak yaşa gelmiştim ve bir gün çamaşır yıkadık(o zamanlar kazanlar kaynatılır, çamaşırlar elle yıkanırdı). Şalvarımı, komşuların da görebileceği bir yere asmıştım. Anam bunu görünce, beni biraz da sinirli bir şekilde yanına çağırdı. O şalvarı derhal oradan al ve kimsenin göremeyeceği bir yere as dedi ve sonra da, bu çamaşırlar bizim namusumuz, ırzımız, haysiyetimizdir. Onun için ulu orta her yere çamaşır asılmaz” dedi. Ne büyük bir nezaket değil mi? Bu gün bırakın bu düşünceyi, giyim ve kuşam da da batılıları baskın kültürün değerlerini taklit etmeye devam ediyoruz.

Ekmek izim kutsalımız, buna hiş şüphemiz yok. Bayrak kutsalımız, vatan kutsalımız,dinimiz kutsalımız, bunda şek ve şüphemiz yok.

Ekmeği yere bıraksak, binlerce lira versek kimse çiğnemez. Bayrağı yerde gören dayanamaz, vatanı için canını verir. Dinine saldıran veya alay edene de ettirmez. Çünkü bunlar bizim değerlerimiz ve kutsallarımızdır. Tüm bunları alkışlıyoruz tabi.

Alkışlamadığımız bir şey var. Hem dinin emri hem de toplumu, milleti millet yapma özelliğinden uzaklaştıran çok ciddi bir hastalık. Yalancılık.....

Bu gün, pembesi, beyazı, siyahı almış başını gidiyor. Keşke, ekmeğe, bayrağa, dine, vatana gösterdiğimiz o muhteşem saygımızı, dinimizin büyük haram olarak bildirdiği, yalancılık hastalığı için de gösterebilseydik ve yalan tohumlarını saçmasaydık. Baba hanımına, hanımı beyine, çocuklar ebeveynlerine, ebeveynler de çocuklara, küçük de olsa yalan söylüyorlar. Oysa yalanın küçüğü ve büyüğü de yok. Yalan yalandır ve o da büyük günahtır.

Bizi biz yapan, bize has ve bizim kültürümüzden çıkmış, nice değerlerimiz, bu gün baskın olan batılı değerlere ve taklitçiliğe kurban gitmiştir. Bu da bizim kendimiz olmamızı engellemektedir.

O zaman, şöyle bir silkinip, kendi kibarlığımıza, naifliğimize, zarifliğimize ve bizden olan değerlerimize dönüp çocuklarımıza acil olarak öğretmeliyiz. Din eğitimini ise doğmadan başlamalı ve konuşmaya başladığında kısa sureleri ezberleterek başlatırız.

Anne-babalara, Efendimizin (sav)hadisi şerifleriyle bir tavsiyede bulunarak bu konuyu sonlandıralım; “Rasulü Ekrem Efendimiz(sav) şöyle buyuruyor:”Yazıklar olsun, ahir zaman babalarına!”Bunun üzerine ashap şöyle sordu:”Yoksa müşrik mi olacaklar?”

Peygamber Efendimiz(sav) şöyle buyurdu:”Hayır, Müslüman kalacaklar; ama çocuklarına dini öğretmeyecek ve hatta çocukları dini öğrenmek istediklerinde onlara engel olacak ve onları dünya malı kazanmaya sevk edeceklerdir. İşte ben böyle babalardan uzağım; onlar da benden uzaktırlar.”(Müstedrek’ül- Vesâil, c, 2, s, 625)

Selam ve dua ile....

Yazarın Diğer Yazıları