
Çocuk eğitimi ve verilen görevin önemi(sadakat)
Mehmet Kaçar
Günümüzde, televizyon kanallarında eş arayanlara bakıyoruz da, kendilerini kandırmaktan ve toplumla alay etmekten başka bir iş yaptıkları yok. Reyting uğruna, toplumun en kutsal kurumu aile ile alay edilir hale geldiler. Kavgalar, alay etmeler, küçük görmeler, saklanması gereken sırların deşifre edilmesi vesaire vesaire....
İşte, bu yazımızda en azından evlenecek yaşta evlatları olan kardeşlerimize bir tutam nasihat niteliğinde bir yazı sunacağız. Okuyan ve doğru diyen kardeşlerimiz beğenip paylaşırlarsa daha çok kardeşimize ulaşıp nasihat vermiş oluruz. Şimdiden kardeşlerimizden Allah razı olsun.
Merv şehri, kadısının bir kızı varmış. Gelinlik çağına gelen kızını ülkedeki, ileri gelen zengin, makam ve mevki sahibi kimseler, evlenmek için evin kapısını aşındırmaya başlamışlardı. Kadı Efendi bu konuda çok düşünceli bir hal almıştı.
Kadı Efendinin, Mubarek isminde bir kölesi vardı(kölelik tam anlamıyla kaldırılamamıştı.). Mubarek, kadı Efendinin bağından bahçesinde sorumlu bir işçi idi. Aradan iki- üç ay yeni geçmiş idi. Kadının bağındaki meyveler iyice olgunlaşmış hale gelmişlerdi. Bolluk ve bereket gözle görülür bir halde idi. Bir gün Kadı Efendi; işçisi Mubarek efendiden üzüm getirmesini istedi. Mubarek üzümleri toplayıp geldi. Getirdiği üzümler görünüm olarak çok güzel olmasına rağmen henüz tatlanmamışlar dı. Hala ekşi idiler. Kadı Mubarek’ten başka bir üzüm getirmesini istedi. O da ekşi çıkınca Kadı Efendi:
“Bahçemizde o kadar üzüm var. Niçin ekşi üzüm getiriyorsun?” diyerek işçisini tatlı sert bir tavırla azarladı.
Mubarek; “Efendim! Ben ekşisini tatlısın bilmiyorum!” diye cevap verdi.
Kadı Efendi; “Subhanallah, iki aydır bağlarımda çalışıyorsun, daha hangisinin ekşi, hangisinin tatlı olduğunu bilmiyorsun” diye çıkıştı. İşçi Mubarek de; müthiş bir sadakat örneği göstererek; “ben üzümleri yemekle görevli değilim. Sadece bakım ve korumasından sorumluyum efendim” dedi.
Kadı Efendi; “Niçin onların tadına bakmadın veya yemedin “deyince; Mubarek; “Siz benden Bağınızdaki meyvelerin korunup bakımını üstlenmemi istediniz. Yiyiniz demeyince onlardan alıp yemem hiç uygun olur mu? Ben sizin emrinize nasıl karşı gelebilirim?” cevabını verdi. Kadı Efendi böyle bir cevap alınca çok şaşırmıştı. İşçi Mubarek’in bu davranış ve ahlakına hayran hayran bakmaktan kendini alamadı. Müthiş bir “sadakat” örneği duruyordu karşısında. “Helal ve haram”a noktası virgülüne kadar dikkatli olan bir ahlak ve iman abidesi vardı yanında. Hayranlığı bunlara idi.
Mubarek’in bu güven veren hali Kadı Efendi’yi derinden etkilemişti. Onun bu hallerini çok sevmiş ve evini, ailesini ona güvenmekle ne kadar isabet ettiğini düşünüyordu. Bu düşünceler içerisinde Mubarek’e(yani kölesine) dönerek:
“Sana bir şey soracağım” diye söze başladı. Sonra; “benim bir kızım var. Malı,makamı, mevkisi olan halk arasında yüksek mevki sahipleri evlenmek için benden onu isterler. Hangisine vereceğimi ne yapacağımı bilemiyorum. Bu konu da senin de mutlaka bir fikrin vardır. Sen bu konu da ne dersin?” diye sorunca:
Mubarek, bu soruyu şöyle cevapladı:” Efendim! İnsanlar, damat veya gelin adayı için cahiliye devrinde soya, sopa;
Yahudiler ve Hristiyanlar ise; güzelliğe,
Rasulullah(s.a.v) zamanın da ise; İslami yaşantıya ve iman derinliğine, yani; Allahu Teâlâ’dan korkup, haramlardan sakınanlara bakarlardı,
Günümüz de ise; mala, mülke, zenginliğe, makam ve mevkiye bakılıyor.
Artık, sen bu saydıklarımdan dilediğini seçme hakkına sahipsin” der.
Bunun üzerine Kadı Efendi: “Ben dindarlığı, takvayı ve sadakat’ı seçiyorum. Kızımı da seninle evlendirmek istiyorum. Çünkü sende, emanet, güvenirlilik, sadakat ve ahlak gördüm. Haramdan kaçınma, helalle yetinme, dinine bağlılık ve ahlak halleri buldum”dedi.
Mubarek ise; kendisinin bir işçi ve köle olduğunu, parasının, pulunun, hatta özgürlüğünün kısıtlı olduğunu, parayla satılan bir köle olduğunu, böyle olunca da Kadı kızıyla evlenmesinin çok garip karşılanacağını, hem de Kadı kızının buna rıza göstermeyeceğini, tek tek efendisine anlattı. Aklı selim de zaten bunu gösteriyordu. Ancak Kadı Efendi kararını vermişti ve kölesini kendine damat olarak seçmişti:” Kalk eve gidelim”dedi.
Eve varınca hanımına:” Bu salih, dindar, sadakat sahibi, Allah’tan korkan, ahlakı hasane sahibi bir köledir. Kızımı da onunla evlendirmek istiyorum, senin bu konuda ki fikrin nedir?” deyince, hanımı:
“Sen bilirsin, bir de kızımıza soralım” cevabını verdi. Anne durumu kızına açıp babasının niyetini söyleyince, kızı da bu konu da ki her şeyi anne ve babasına bıraktığını bildirdi. Anne, kızlarının razı olduğunu Kadı Efendiye bildirince nikâhları kıyıldı. Fakat Mubarek, kızın yanına gitmiyordu. Bu durum kırk gün sürdü. Bir vesile ile kızın annesi durumdan haberdar olunca dayanamadı. Kadıya: “Kızımı kölene verdin, aradan bunca zaman geçtiği halde dönüp yüzüne bile bakmadı, bu kölenin yaptığı iş nedir? Bu nasıl iş? diye şikayet ve sitem de bulundu. Bunun üzerine Kadı: “Ey Mubarek! Kızıma nazmı ediyorsun? Niçin yanına gitmiyorsun? demekten kendini alamadı. Buna karşılık damat:” Ey Müslümanların kadısı! Ey benim Efendim! Bu nasıl bir söz? Sizin kerimenize naz etmek benim ne haddime. Lâkin Kadısınız. Ola ki kızınız şüpheli bir şey yemiştir. Şüpheden uzak olmak için bu zamana kadar bekledim ve ona hep helal yemek yedirme gayreti içindeyim. Belki Allahü Teâlâ bize salih bir evlat verir. Bundan başka bir düşüncem yoktur” dedi.
Kırk gün geçtikten sonra ehline yaklaştı. Haram ve helâle bu derece dikkat ettiği için Allahu Teâlâ ona Abdullah(Abdullah bin Mubarek) isminde bir evlat verdi.
İşte büyük veli Abdullah bin Mubarek o tertemiz izdivaçtan dünyaya geldi.
Evlenen çiftlerin, çocukları olmadan önce de haram ve helallere çok dikkat etmeleri gerekiyor. Çünkü, Anne ve babanın genlerindeki haramlar çocuğa sirayet edebiliyor.
118’de (M:736) Merv’de dünyaya gelen Abdullah bin Mubarek, zamanında her geçen gün daha fazla zenginleşen dini ve ilimlerin(tasavvuf ve ahlak) bölümünü iyice benimsemiş bir âlim olmuştu.
Nusus Kitabında halkın İbn Mübarek’e gösterdiği alakayı ifade eden şöyle bir hadise vardır ve bu hadise bu soruya cevap niteliğindedir.
İtaatsizlikte bulunan ve şikayete gelen bir babaya sordu: “Sen oğluna hiç beddua ettin mi?”
“Evet, canımı çok sıktığı zamanlarda beddua ettim.”
“Sen kendi elinle kötülüğü oğluna yapmışsın. Baba ve Annenin çocuğu hakkındaki duası reddolunmaz. Rasûlü Ekrem(s.a.v) Efendimiz; Mubarek dişini kıran ve Taif’te taşlayan kavmine: “Yâ Rabb, kavmime hidayet eyle, onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar!” diye dua etti. Sen de böyle bir anlayış içerisin de olsaydın, çocuğunu ziyan etmezdin. Rasûlü Ekrem(s.a.v) Efendimizin bu sabrı ve metaneti, ziyan getirmedi, sonun da da kavmi İslamla şeref buldu.
Günümüz, anne ve babaları, çocuklarımızı Makama, Mevkiye, paraya, pula, gösterişe kurban etmeyelim. Kendimizin yeyip içtiklerine dikkat edelim. Çocuklarımızı kiminle evlendireceğimize, özellikle damat ve gelin adaylarına dikkat ederken, imanlı olup olmadıklarına, haramlara karşı bağımlılıkları bulunup bulunmadığına, sadakat sahibi olup olmadıklarına, helallere karşı düşkün olup olmadıklarına azami derecede dikkat edelim.
Allah’a Emanet olun!.....