
CADILAR BAYRAMI VE CADILAR SAVAŞI
Mehmet Kaçar
Bu kavram, Hristiyanların, Ekim ayın da kutladıkları ve bu günkü dini geleneklerini içeren bir kavramdır. Ekim ayında cadılardan kurtulmak için, gece fener alayları düzenlenir, kabak çorbaları ikram edilir. Böylece cadılardan kurtulmak için İncil’den ilahiler okunur ve böylece bir yıl boyunca cadılardan korunulmuş olur. Ayn zaman da bu başlangıç, Aralık ayının 25 ine kadar devam eder ve Hz. İsa’nın doğum günü ile sonlandırılır. Ayrıca, Cadılar bayramı veya savaşı, batı Hristiyan kültürünün içerisin de önemli bir yer tutar ve sinema sektöründe de pek çok filim yapılmıştır, cadılık üzerine.
Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde de, cadılar savaşı yer almıştır. Yine bir batı ülkesi olan Bulgaristan seyahati sırasında, Çerkez ve Abazaların ikamet ettiği Pedsi köyünde, cadılar savaşına şahit olmuştur.
Evliye Çelebi, hicri 1076 yılı, Şevval ayının 20 sin de Hatukay Çerkez yöresinin 300’ün üzerinde hanesi olan Pedsi köyünde, cadıların gökyüzündeki savaşına şahit olduğunu yazmıştır. Evliya Çelebi’nin kayıtlarına göre, bu savaş şöyle gelişmiştir. “Zifiri karanlık bir gece de yıldırımlar aniden kıyametler gibi kopmaya başladı. Ortalık Çerkez kadınların nakış işleyebilecekleri kadar aydınlandı. Bu durumdaki harikuladeliği sezen Evliya Çelebi, çevredeki Çerkezlere bu durumu sorup ‘Vallahi yılda bir defa böyle Karakoncolos gecesi olur. Çerkez oburları(cadıları)ile Abaza oburları göklere uçup ceng-i azim eder.’ cevabını aldı. Sonra da dışarı çıkıp korkmadan seyretmesi için tavsiyede bulunuldu. Yetmiş seksen kişiyle birlikte dışarı çıkan Evliya Çelebi, büyük ağaçlar, küpler, tekneler, hasırlar, araba tekerleri, fırın söykeleri ve daha nice benzer eşyalara binmiş Abaza cadıları ile at ve sığır leşlerine, deve ölülerine binmiş, ellerinde yılanlar, at ve deve kelleleri olan Çerkez cadılarının savaşa tutuştuğunu hayretler içerisin de seyrettiğini “yazmıştır.”Tam altı gün sürdürülen bu savaşta kulakları sağır eden bir gürültü ortalığı kapladı. havadan yere keçe, sırık, küp, tekne, kapı gibi eşya parçalarıyla, araba tekerleri, en nihayet at, insan ve sair hayvan uzuvları yağmaya başladı. Yedi Abaza oburu, yedi Çerkez oburuyla sarmaş dolaş olup birlikte yere düşünce, Çerkez cadıları hemen iki Abaza cadıyı kanlarını emerek öldürdü ve cesetlerini ateşe attı. Horozların ötmesiyle biten savaşın ardından oburlar da oradan ayrılıp gittiler.”
Evliya Çelebi, konuyla ilgili yapmış olduğu açıklayıcı kayıtlar da; bu tarz hikayelerin gayet “münkir(inkar edici) olduğunun üstüne basa basa belirtmiştir. Kendisi ile beraber orada bulunan bil cümle zevatın da bu senaryoya şahit olup hayretler içerisin de kaldıklarını belirterek, ahalinin 40-50 yıldan beridir bu denli şedit bir “karakoncolos gecesi” görülmediğini ifade ettiklerini yazmıştır.
Evliya Çelebi bu anlatılanlara, Bulgaristan’ın bu yöresinde krarancolos gecelerinde ortaya çıkan ve insan kanı içen cadılar olduğunu kaydetmiştir. Bu yöre halkının anlattıklarına göre bazı geceler de cadılar musallat oldukları kişinin kanını içip hasta etmektedirler. Eğer kanı içilenin kimsesi yoksa yatağa düşer ve ölür. varsa, hasta yakınları bir “ cadıcı” ile mezarlıkları dolaşıp; cadının çıktığı, toprağı eşilmiş mezarı ararlar. Bulup, mezarı kazdıklarında, adamın kanını içtiğinden gözleri kan çanağı misali “pörtlemiş” cadı leşi telhis edilir. Bu halde cadı; hemen mezardan çıkarılarak, göbeğine uzunca bir böğürtlen kazığı çakılır. Hayattaki başka bir cadının ruhu bu bedene hulul etmesin diye de ceset ateşte yakılır. Böylelikle cadının sihri batıl olup, kanı emilen adam tez vakitte şifa bulur.
Yine Evliya Çelebi’nin yazdıklarına göre bu diyarlarda, yaşayan cadılar da vardır ki halkın arasında gezer de bilinmez. Fakat vakti zamanı gelip kudurunca, tuttuğu birinin kulağı arkasından kanını emer. Adam günbegün hasta olur. Derhal akrabaları bir “cadı üstadı” bulup köy, kasaba şehir şehir dolaşıp gözleri kan içmekten kan çanağına dönmüş cadıyı ararlar ki yakalayıp zincire vuralar. Üç gün üç gece zincire vurulan cadı, yaptığını ve cadılığını itiraf ettiğinde hemen yatırılıp, göbeğine böğürtlen kazığı çakılır. Çıkan kan, kanı emilmiş adamın yüzüne gözüne sürülünce hasta derhal şifa bulur. Cadının leşi de ateşe atılıp yakılır. Bu cadılık derdi taun hastalığından(vebadan) daha tehlikelidir. Moskof, Leh, Çek taraflarında hayli yaygındır.
İşte Batı Avrupa’da, Ekim ayında gece fener alayları ile ve İncilden hep beraber okunan ilahilerle, cadılar kovulur ve bir yıl boyunca da yani gelecek sene ki Ekim ayına kadar cadıların şerrinde hem fertler ve de şehirler korunmuş olur. Bu cadılardan kurtulma bayramının tek yemeği kabak çorbası içmektir. Çünkü kabak çorbası içenin bedenine cadı yaklaşamaz.
Türk mitoloji tarihinde ise, Karankoncolos, ‘ kara renkte ve çirkin olarak bir umacı, bir kötülük cinidir. Özellikle Kuzeydoğu Anadolu Türk Kültüründe yer etmiş ve Bulgar folklorunda da rastlanan bir yaratıktır. Bir tür öcüyü andıran Karakoncolos pek dehşetengiz sayılmaz ve zararsız olduğuna inanılır. Bununla birlikte zaman zaman gerçek anlam da şeytani bir şekilde tasvir edildiği de olmuştur. Kara renkte ve çok çirkindir. Maymun, kedi veya çocuk büyüklüğündedir. Aslında pek zararlı olmadığı halde görüntüsü inasanlarda paniğe neden olur. Sıklıkla kürklü olarak betimlenir.
Geceleri gezer. Bulgar kültürünün Türk Tarihiyle olan ortak kökeni sonucu Bulgar halk edebiyatında “ Karakonjul” adıyla yer alır. Kara kelimesi geceyle ilişkili olarak değerlendirilir. İnanışa göre; Zemheri’de sokaklarda dolaşır, rastladığına “Nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?” gibi sorular sorar. Verilecek cevapların içinde mutlaka “kara” kelimesi olmalıdır.(Karasu’dan geliyorum, Karakışla’ya gidiyorum gibi). Böyle olmadığında Karakoncolos elindeki kocaman bir tarakla vurarak karşısındaki insanı yaralar. Kendisinden korunmak için kış günleri evlerdeki taraklar ortada bırakılmaz, saklanır.
Bu kültür genelde Anadolunun Tırakyasında görülür. Bunun nedeni de Bulgar folkloru ile çok yakından etkilenmiş olmasıdır. Hatta bir çok Bulgar göçmeni Tırakya da yaşadığı için bu folklorik kültürü yaşatmaya devam etmektedirler.
Selametle....