Mehmet Kaçar

'Bizim derdimiz ne?'

Mehmet Kaçar

Bazılarına göre İslami tebliğ yapanlar biraz tuhaf kimseler olarak görülüyor. Onlara bir şeyler anlatmaya katlığın zaman hemen bir tepki olarak, “Elhamdülillah Bizde Müslüman’ız”. “Eee o zaman ne maval okuyorsun, haydi yoluna git veya siz ne yapmak istiyorsunuz?” gibi tepkilerle karşılaşıyoruz. Bu sorunun cevabını hemen burada verelim istedim. Bakın bakalım, “Bizim derdimiz neymiş?” okuyun de o zaman görelim cevabınızı.

“İslam bir açık büfe değildir. Sadece istediğini seçip alma hakkına sahip değilsin. Ya İslam’ın tümünü Eğer bizler bu dünyaya en şerefli, mükemmel ve ahsen(eksiksiz) varlık olarak gelmiş ve şerefimizle yaşıyor isek, hele birde adımıza sahibimiz Müslüman demişse, işte o zaman bizimde söyleyecek ve söylenecek sözlerimiz vardır. Olmalıda zaten. Çünkü görevimiz tebliğ değil mi sonuçta.

Eğer böyle bir görevi üstlenmezsek zaten yaratılış amacımıza uygun yaşamamış oluruz ve “Emri bil ma’ruf, nehyi anil münker” emri ilahisine de ters bir yaşam sürmüş oluruz.   Eğer bu konuda Ne var ki söyleyeceklerimizi söylerken, birçok kişiden aldığımız tepkilerle d karşılaşmış oluyoruz. Bu tepkilerin aynaya yansımış en belirgin yansıması ise “sizin derdiniz ne?” şeklinde olanıdır.

Öncelikle, Allah(cc)’ın yarattığı ve şeref bahşettiği biri olarak bu soru yaratana bizzat sorulmalıdır. Zira biz ömrümüz nispetinde, onun tavsiye ve hükümlerini duyuralım diye bir çaba içerisindeyiz. O’nun, insanlara bildirdikleri güzellikleri ve çirkinlikleri, yine O’nun hükmü ile değerlendirip yine O’nun hükmü ile kabullendik veya itiraz ettik ve yanlış yola girip çamura saplandık veyahut da kurtuluşa erdik.

Bizim yegane maksadımız, kimsenin tanrısına, partisine, şeyhine, mezhebine, liderine, kahramanına, şeytanına, ırkına, rengine, görüşüne, parasına, fakirliğine, hakaret etmek değil, insana, insana yakışır ve onurlu, şerefli bir hayatın yaşanılır hale gelme inşası içindir. İslam binasını inşa edip, dünya mazlumlarını güldürebilmektir.  Allah(cc)’a şükürler olsun ki bu uğurda yılgınlık, bıkkınlık göstermedik, ilk günkü gibi azim ve kararlılığımızla bu yolda son nefesimize kadar yürümeye devam edeceğiz bi izni Teâlâ.

Bu yolda hiç kimsenin önünde ceket ilikleyip, diz kırıp iki büklüm olmadık, satılmadık, satmadık, arkamızı dönüp kaçmadık. Çilesini çektik ve bu çileyi çekerken asla bıkkınlık göstermedik, tüm zorluklarına göğüs gerdik, inancımızın emrettiği bu yolda sabrımız dün ne idi ise bugünde aynı Bizim yaşam biçimimiz, şeklimiz, şemalimiz, kapitalizm, emperyalizm ve komünizmin emrettikleri ile şekillenmedi. Bizlere dayatılan sekülerizm ile süslenmedi. Bilere dayatılan beşeri izmlere asla boyun eğmedik. Allah(cc)’ın emir ve yasaklarını anlatabilmek için var gücümüzle çalıştık ve bu yolda her türlü dikenlere rağmen, çıplak ayakla yürümeye devam edeceğiz. Zaten, inancımıza göre yaşamanın, hayatın anlamı ve ebedî mutluluğun kaynağı da budur.

Yaşlandıkça bilinçlendik ve farkına vardık. İyilerinde, kötülerinde, kendilerine bir yol göstericilerinin Bilincindeydik, bizlere sunulan makamların ve makamsızların mücadelelerindeki değer ölçülerinin ne Sevginin ve zulmün gücüne inanan sayısal kalabalıkları da öğrenmiştik. Asıl güç/erk’in menşeinde olduğunu da olduğunu da öğrenmiştik. Artık biliyorduk ve buna göre bir yol yürüyüşü içine çoktan girmiştik. Ellerimizi birbirine tutup kenetlerken, dillerimizin söylemlerini aynı nakarata alıştırıp birlerken, yarı yolda bizi bırakıp kaçanlar için hiçbir zaman ağıt yakmadık, oturup ağlamadık. Lükse dalıp da bu yoldan bir nebze olsun u dönüşü yapmadık ve lüks içerisinde yaşayanlara imrenen gözlerle bakmadık. Çünkü bunların olacağını vakti saatinde birileri bizlere öğretmişti. Netice-i kelam İnşaallah hesap sorucunun huzuruna alnımız ak olarak varacağız ümidindeyim.

Yamyamlar dahi kendi ırk ve kabileleri ile öğünürlerken, bizler adaleti, hakça paylaşımı hep önceledik ve ötelemedik.

Ne var ki hep noktadan vurulduk ve vurulmaya da devam ediliyoruz. Ferdi ve toplumsal ırkçılık/üstünlük, ekonomik kölelik dürtüsü insanlığın rafa kaldırıldığını, şerefin şerefsizin eline Ne demek, asıl sahibinin Allah(cc) olduğu ve bize geçici sunulan yeryüzü mülkünde, yine Allah(cc)’ın yarattığı mahlukatın birbirlerinize karşı üstünlük yarışına girmeleri ve bu uğurda birbirlerini katletmeleri.  “Oysa üstünlük yalnızca takvadadır” buyruğu Allah(cc)’ın hükümlerinden taviz vermeyenler anlamına gelir bu buyruk. Çünkü Allah(cc)’ın hükümleri herhangi bir ırka tapulanmış ve İsrailli, Filistinli, Iraklı, Türkiyeli, ABD’li, Rusyalı Müslümanlar, İslam şemsiyesi altında yağmura rağmen aynı dili konuşmasalar da bir ve beraberdirler. İslam şemsiyesi onları koruma altına almıştır. Aynı dili konuşmasalar da elleri birdir, yürekleri aynı nakaratta çarpmaktadır. Aynı şekilde ırkçı bir Türk, bir Arap, bir Alman, bir İsrailli’nin aralarında, takva yönünden, zulüm yönünden bir fark yoktur ve Allah(cc), insanları birbirleriyle savaşsın diye değil, tam tersine Allah(cc)’a kul olup, paylaşsın, kardeş olsun, kendisinin gönderdiği hükümlere uysunlar diye yaratmıştır. Bu hükümlerde, insanlığın egemenliği için savaşmakta ayrıca hükümlendirilmiştir.  Yoksa  “küfürden, isyandan, eser kalmayıncaya kadar” adaletsizlik köküne kibrit suyu dökülünceye kadar mücadele vermek, yada adaletsizliğin, köleliğin, sömürünün sürmesi için çalışmak değil…

Evet şimdi söyleyelim artık; “Bizim derdimiz işte budur.” Biz derdimizi anlatma derdindeyiz. Bizim dışımızdakilere göre, belki biz hatalıyız veya değiliz. Nasıl olsa son karar, Mahkem-i Kübra da  verilecek ve bu karar asla zaman aşımına uğramayacak veya yıllar sonra da aynı olacak ve değişmeyecek olan asli bir karardır. İşte bizim derdimiz budur arkadaş. Fi Emanillah!

Yazarın Diğer Yazıları