Mehmet Kaçar

Bilim Ve Deprem!

Mehmet Kaçar

"İnsan-deprem ilişkisi"ni "insan-Kur'an ilişkisi"ne benzetmiş olsak yanlış bir benzetme yapmış olmayız.Özünde takva(fıtri arınmışlık ve yüksek ahlaki talep)ile süslenmiş olan bu insan,nasıl Kur'an la doğruyu, hidayeti,güzellikleri bulabiliyorsa,, başka bir bakış açısından baktığımızda aslında Kur'an ancak bu ahlaki ve güzelliği arayan vasıflarda ki insanı nasıl doğru yola(biz buna hidayet diye isim veriyoruz)yönlendiriyorsa(Bakara,2/2),deprem ve benzeri tabii afetlerde bieln ve ders çıkaran insana aynı görevi hateılatır.Kur'an'da , deprem de kiminin imanını artırır, kiminin ise inkar ve ilhadını.Tabiat bilimleri üzerinde çalışan bilim adamları ve akademisyenler üzerinde de bunu açık ve net bir şakilde görmek mümkündür.Kimine göre;ders çıkarılması gereken ilahi bir ikazdır,kimilerine görede sıradan bir tabiat olayıdır.
Biz biliyoruz ki bilim adamlarının bir bölümü inançlı (İbrahimi dinden), bir bölümü ise inançsız(ateist takılan bölümden)dır.Gerçek halinde evren ve maddecilerin maddi tabiatı yaratılmış bir kitaptır; Allah'ın ayetlerinin bir mecmuası, yani 'alametler' sergisidir, gören gözlere.Varlık 'Âlemi 've maddi tabiat üzerinde araştırma yapan bilim('ilim?')adamlarının(yani 'âlim'olması gereken zatların)inanması beklenir.Ama öyle olmuyor işte, onların inançsızlıklarını bir kat daha perçinleştiriyor.Demk oluyor ki, insanın hidayeti, doğru yolu ve gerçek sevğisini kazanmasının yolunu başka iç dinamiklerde(ruhlarda), gelişmiş enfüsi melekelerde aramak gerekmektedir.Tabiat bilimlerinin bizatihi kendi gerçeklikleri dolayısıyla da onları öğrenen, araştıran ve öğreten insanların hidayete(doğru ve gerçeğe)götürecekleri önermesi ise boş bir hayalden başka bir şey değildir.

Müslüman âlimler geçen yüzyılda(20.asırda) bu âlimlere çok bel bağladılar.Ne varki hayal kırıklığından başka bir şey elde edemediler.Tabiat bilimlerini adeta tebcil ettiler ve fakat asıl bilimlerden önce önemli olanın inanç(akide),felsefe ve tefekkür çerçevesi olduğunu unutup pozitivizmin derin etkisini göremediler.Halen de bu efsunkâr teoriden kurtulabilmiş değildirler.Oysa öncelikle yapılması gereken,Batı'da üretilen bilimin ruhuna sinmiş olan pozitivizmei ayıklamak olmalıydı.buğünde müslüman aydın ve düşünürlerin pek çoğu,farkında olmaksızın pozitivizmin derin etkisinden kurtulamamışlardır;bunun sonucudur ki,kolayca eklektik düşüncelere, uyğunsuz analojilere, şu veya bu düşünce ekolünden ödünç aldıları terimleri İslâm vahyinin içine yedirme kolaycılığına düşebilmektedir.
Batı dünyası ile yakın temas geçildiği 19 ve 20.yüzyılda MÜslüman düşünürlerin önemli bir kısmı, asıl kayğıları Batı karşısında yenik düştüğümüz askeri yenilğiye çareler ararken,Batı'nın bizi ileri teknoloji ve ekonomik zenğinlikle yendiği gerçeğinden hareketle tabiat bilimlerine duyulan şiddetli ihtiyaca cevap vermekti.O günün kabülüne göre Müslüman düşünürler, tabiat bilimlerinin teknolojiyi, teknolojinin ekonomik zenğinliği ve öldürücü silah potansiyelini ürettiğini görüp,bilimleri ithal etmedikçe süren yenilğiye çare bulunamayacağını düşündüler.Ancak henüz yeterince Protestan-Calvinist tez İslâmi tefekküre yedirilemediği için, tabiat bilimlerinin esasında "Allah'ın yaratılmış ayetlerini öğrettikleri"tezini ortaya attılar.Kur'an'ı Tabiat bilimlerinin teori ve laboratuvar sonuçlarıyla tefsir etme yoluna gittiler.Varsayıma göre tabiat bilimleri öğretilecek olsa,'iman'kurtulacak,"vahyedilmiş kitap (Kur'an)",tarafından tefsir edilip gerçekler ortaya çıkacaktı.
Eğer Kur'an ve Risalet,insanın iç dinamiklerinden bağımsız olarak hidayetin teminatı olsaydı, vahyi tebliğ eden allah'ın Elçisi'ne(s.a.v) muhatap olan herkes iman ederdi.Muhatapların bazısı Kur'an'ı bizzat Peygamber'den dinlediler,buna rağmen iman etmediler.Bilim adamları da Allah'ın âyetleri -hayatın mucizeleri- üzerinde sayısız araştırma yaparlar,yine de iman etmezler;ateizmlerine, agnostik tereddütlerine veya deist faraziyelerine devam ederler.
Depremi salt bir tabiat olayı görüp bunun ilahi herhanği bir iradeyle ilişkili olmadığını düşünenlerin durumu da öyledir.
Buğün geldiğimiz noktada,tabiat bilimlerini yüceltenlerin 'mühendis' olup toplumsal ve politik hayatı da mühendislik hesaplarıyla determine edebilecekleri vehmine kapıldıklarını gördük.sosyal Billimllerle uğraşanlar ise entellektüel yeteneklerini kaybettiler,çünkü sosyal bilimlerin "hikmet deryası"daki derinliği bir karıştan fazla değildir,onlar da tabiat bilimcileri gibi ruhu,insanı vetoplumu açıklayabileceklerini düşünüyorlar.Asıl insana ve topluma ufuk açacak olan kelam, felsefe ve irfanla yoğrulmuş tefekkürde ki, "hikmet"le beraber unuttuğumuz budur.

 

Yazarın Diğer Yazıları