Mehmet Kaçar

Batıda İslam Düşmanlığını 'Kedimi' Yıkacak?

Mehmet Kaçar

Efendimiz Muhammed Mustafa (sav), ordularını gazaya gönderirken, ihtiyaçtan fazla hayvan avlanmasını yasak etmiştir. Ebu Hüreyre hazretleri de kedileri çok sevdiği için, hatta omuzunda kedi taşıdığı için Efendimiz tarafından “kedi babası olarak-ebu Hüreyre” ismi verildi.

Osmanlılar, İstanbul, Bursa gibi şehirlerde, sokak hayvanlarının beslenmesi için vakıflar kurudular. Yaralı yaban hayvanları için laklakan hastahanesi kurdular. Bunu bir nedeni de şuydu. “Yaratılanı sevmek, yaratandan dolayı” .Yani yaratılana saygı,yaratana saygı olarak görülmüştür.

Geçtiğimiz aylarda “kedi seven imam “ fotoğrafı sosyal medyaya servis edildi. Bu fotoğraf çok sayıda yorum ve beğeni aldı. Bu fotoğraf dünya basınında da yer aldı ve gündem oluşturdu. Bu fotoğrafın hikayesi ise; Aziz Mahmut Hüdayi Cami’inde başlıyor. Caminin imamı Mustafa Efe, soğuk kış günlerinde ibadethanenin kapılarını kedilere açmıştı. Kediler de bu camiyi kendi evi bildiler.Bu kedi sevgisi cemaatin gözünden kaçmadı. Mustafa Efe hocanın kedilerle yakın ve samimi fotoğraflarını çektiler.İmam ve kedilerinin fotoğraflarını sosyal medya da paylaştılar. Bu konu daha sonra haber poroğramlarına konu oldu. Dünya medyası da bu hadiseye ilgisiz kalmadı. Kısa sürede dünya medyasında yayılan bu fotoğraf Kısa sürede yayılan fotoğraf karelerin tartışılma nedeni, “ kedi seven Müslüman” ayrıntısıydı. Çünkü bu kareleri paylaşırken yanına iliştirilen yorumlar, batılı zihinlerde yer etmiş Müslüman imajına yapılan bu itirazı da barındırıyordu. Sanki Müslümanın kedi sevmesi garip bir durummuş gibi ! Bu hikaye ye bakınca buraya kadar olan bölümünde ne var gayet güzel der gibisiniz.
Özellikle sosyal medya kanalıyla zihinlerimizi ve gönüllerimizi inciten onca karenin arasında kucağında kedi ile vaaz eden imam fotoğrafının çoşkuyla karşılanması sevindirici olduğu kadar düşündürücü de. Batı dünyasının el birliğiyle zihinlere kazıdığı Müslüman imajı artık öyle bir seviyeye geldi ki, bir imamın kendi sevgisi “normal” bir hareketin sonucu değil de acımasız insanların dünyasında var olma mücadelesi veren bir “direniş” gibi kabul gördü.

Sadece fert olarak değil, bütün İslam dünyası olarak 400 yıldır farklı farklı imtihanlardan geçtik ve geçmeye de devam ediyoruz. İçerisinde bulunduğumuz dönem ise belkide imtihanların en zorlarından biri “Müslüman imajı” dönemi. Dünyanın bütün sınırlarını görünmez kılan “küreselleşme” efektine rağmen, “Müslüman” algısı her geçen gün pek çok boyutta derinleşmeye ve keskin çizgilerle ayrılmaya başladı.
Komünist doğu blokunun dağılmasıyla beraber yeni bir düşman arayışına giren “süper güç”ler, hedefine Müslümanları(haç’a karşı hilali) koyduğundan beri ötekileştirme ve ayrıştırıcı tavrını destekleyen tektipleştirme ve sadece hristiyanlaştırma zorbalığına da hız verdiler. Öyle ki “İslamofobi” nin tırmanıp tavan yapmasının etkileri, büyük bir yalnızlığa itilme kaygısını tetikleyen “ben de herkes gibiyim” refleksini de beraberinde getirdi. Bu ötekileştirip tektipleştirme arzusu kültürel emperyal siyonizmin ekmeğine yağ sürmekten farklı bir şeye hizmet etmiyor.
11 Eylül hadisesinden sonra sinemayla başlayan “etiketleme” ve “ terörist ilan etme” sevdası, terör örgütleri üzerinden savaşçılık oynandığı bu zaman diliminde sosyal medyanın da “işgüzar” yönü sayesinde adeta aşka dönüştü. Zihinlere terörist Müslüman resmini çakmaya çalışan Hollywood yapımlarının yanında sayıları az da olsa, “bütün müslümanlar teröristtir” algısını kırmaya yeltenen tek tük yükselen sesleri de izliyoruz.Müslümanları iyi gösteren -aslında olduğu gibi gösteren bir filmi, uçak kaçırma üzerine kurgulanmış senaryoda terörist çıkmayan doktoru, kedi seven imamı, evde imkânları ile yaptığı saat bomba zannedilen Ahmed’i heyecanla sahipleniyoruz. Bu “korkunç Müslüman” algısına karşı verilen ters bir tepki aslında.
Üzerimize yapıştırılmaya çalışılan, yanlışlarla dolu bir Müslüman imajına itirazla başlayacak her şey . Bunu yapacak olan da bütün hastalıklarının tedavisinin ifrat ve tefrit arasında bir orta yol olduğunun bilinciyle yetişecek nesiller, şekilciliğin aldatıcı kolaylığına kapılmadan çağın yöntemlerini doğru kullanarak yetiştirilmiş bir nesil... Bayrağı teslim almakla kalmayıp yıllar evvel surda açılan o mukaddes gedikten geçerek tüm dünyaya bayrak bayrak yayılacak olan bir nesil... İşte o nesili yetiştirmek bizim görevimiz...(Tuğba K. Dilbaz./Tohum Dergisi)

Yazarın Diğer Yazıları