Mehmet Kaçar

ASR-I SAADETTE SPOR VE FUTBOL

Mehmet Kaçar

Günümüzde çok sayıda yaygın olan futbol, basketbol, tenis, bilardo gibi spor ve oyunların mubah olmadığını söylemek için elimizde bir delil yoktur. Burada eleştirebileceğimiz bir kaç yön vardır tabi. Bunlar da şunlardır. Tesettüre riayet edilmemesi ve ahlaki yapının İslami olmaması, birde bu sporlar üzerinden iddia oynatılarak kumarın teşvik edilmesi, diğer bir boyutuyla da insanların yüksek meblağlarla mukaveleler yoluyla köleleştirilmesi vb...

Ne var ki bütün oyun ve eğlenceler için mubahtır diyebilmemiz için belirli ölçüler vardır. Mesela; kısaca oyuna dalarak, zaman israfına sebebiyet vermemek ve namaz gibi oruç gibi ibadetleri ihmal etmemek, oyunları kumara alet etmemek, oynayanların ve izleyenlerin dillerini kötü sözlerden sakındırmamaları, rakip oyunculara, insani ve ahlaki hassasiyetin gösterilmemesi gibi unsurlar sporun mubah olmasını engelleyen nedenlerdir. Sporla uğraşanların dinimizde belirtilen giyim-kuşam ölçülerine uymaması gibi konular üzerinden düşünürsek de mubahtır dememiz ise yanlış olur.

Spor, fizik kondisyonu iyileştirmeyi amaçlayan oyun, yarışma ve mücadele anlayışıyla yapılan fizik etkinlikleridir. İnsanlar, tarih boyunca koştular, tırmandılar, ağır nesneler kaldırdılar, yüzdüler. Ne var ki, bu fizik etkinlikleri her zaman spor amacına yönelik ve yarışma biçiminde olmalıdır.

Hz. Peygamber döneminde insanların hayat tarzı fazladan bir spor yapmayı gerektirmeyecek kadar ağır yaşanıyordu. Anadolu’da da 1980’ler den önce, özellikle taşrada da aynı özellikler geçerliydi. Günlük yaşam mücadelesi spor yapmayı gerektirmiyordu. Seyahatler, çobanlık, ticaret kervanları, ekin işleme, bahçecilik gibi vesilelerle o çöl sıcağında günlerce süren yolculuklar yapılıyordu.

Bu dönem Arapları, yerleşik, medeni toplumlardan daha hareketli, güçlüklere daha dirençli bir hale gelmiş oluyorlardı. Aralarında savaş eksik olmayan Arap kabileleri, gençlerini ise bu ortama hazırlamak zorunluluğunu hissediyorlardı. Bu zorunluluktan dolayı savaş oyunları yapma adeti ise çok yaygınlaşmıştı. Hz. Peygamber zamanında yapılan bazı sporlar gençleri cihada hazırlamaya yönelik çalışmalardan ibaretti. Bunları şöyle sıralamak mümkündür. Binicilik(ata ve deveye binme), atıcılık(ok ve mızrak atma), yüzme vb. lerinin öğretilmesi istenmiştir. Güreş, halter, yüzme, binicilik ve ayak topu.

Güreş: Tarihi çok eskilere kadar uzanan bu spor, asr-ı saadette meşru ve çok yaygın olan bir spor dalıdır. Rukane adlı sırtı yere gelmemiş bir pehlivandır. Mekke’de güreş sporu dalında isim yapmıştı. Kendisi o derece iri ve o kadar da kuvvetli idi ki, şayet bir sığır ya da deve derisi yere serilse ve o bu derinin üzerinde ayakta dursa, halk da bu deriyi uçlarından çekip asılsa, o olduğu yerde kalır, deri yırtılırdı. Rukane, bir gün koyun sürüsünü otlatıyordu. Hz. Muhammed(s.a.v), Batha’da kendisine rastladı ve onu İslama davet etti. Bundan sonraki gelişmeyle ilgili iki adet rivayet vardır. Bunlardan biri Rukane, onun bu ilahi görevinin bir delili olarak, emrederek ağaçları yürütmesini istemiştir. Hz. Peygamber(s.a.v) ona; “işte şura da bir ağaç duruyor; ona git ve benden ona, ötede duran ağaca doğru yürüyüp gitmesini söyle!” der. Rukane, kendisinin sahip olduğu maharetten çok emindi. Ağaçların bu yürüyüşünden tatmin olmayarak, Hz. Muhammed’e kendisiyle güreşmesini teklif etti. Yenilirse dinine gireceğine söz verdi. Üç defa sırtı yere gelmesine rağmen ve hatta ağaçların yürümesini gözleriyle görmesine rağmen Müslüman olmadı.(Belazuri, Ensab, 337-338) Müslüman olmamakla kalmadı, Mekke’deki putperestlerin yanına koştu ve onlara Muhammed’i ellerinde iyi saklamalarını ve diğer kabilelerle olan şeref ve üstünlük, münakaşa ve yarışmalarda ondan yararlanmalarını, zira onun pek fevkalade şeyler yapıp göstermeye muktedir, dünyanın en üstün sihirbazı olduğunu haber verdi.(Hamidullah, İslam Peygamberi ,1/104). Rukane’nin “Ey Muhammed! Şimdiye kadar beni hiç kimse yenemedi. Beni yenen sen değil, sahip olduğun manevi güçtür.”dediği de nakledilir.

Askeri seferlere katılabilmeyi, gücü yettiğini Hz. Peygambere ispatlamak maksadıyla bazı delikanlılık çağında ki sahabeler, onun huzurunda güreşe tutuşurlar idi. Bunun sebebi, yaşı küçük olanlar şayet kendilerinden büyük olan öteki gençlere üstünlük sağlayabilirlerse, gönüllü sıfatıyla bu savaşlara katılabilme hakkını elde etmekti.(Hamidullah, İslam Peygamberi, 11/1076). Güreş için özel bir yer, minder gibi malzemelerin olup olmadığı hakkın da bilgi yoktur. Demek oluyor ki uygun olan her yerde güreş yapılıyordu.

Ağırlık kaldırma(Halter):Hz. Peygamber(s.a.v), bir gün içlerinde hangisinin daha kuvvetli olduğunu bilebilmek için, büyük bir taşı yerden kaldırmaya çalışan bir yığın insanın yanından geçmiş ve bu büyük ve yarışlarda hiç bir kötü yan bulamamıştı. (İbnül Kayyum el-Cevziyye, el-Furûsiyye, s, 5).

Yüzücülük: Hz. Peygamber(s.a.v) şöyle buyurmuştur:” Çocuklarınıza ok atmayı, ata binmeyi ve yüzmeyi öğretiniz.(Tayalisi, Sünen, 2096) Bu hadisi şerif, yüzücülüğün mubah olduğuna dair ve çocuklara öğretilmesinin de tavsiye edildiğine dalalet eder. Hz. Peygamber bizzat kendisi de yüzme öğrenmişti. Bir defasın da annesi ve Ümmü Eymen adında ki kadın köleyle beraber, henüz çocukken Medineye gitmiş. Neccaroğulları kabilesinden en Nabiga adında birinin evinde kalmışlardı. Babası Abdullah’ın mezarı da buradaydı. Rasulullah(s.a.v), işte bu kabileye ait bir su birikintisinde, bu gezi esnasın da yüzmeyi öğrenmişti.(Hamidullah, İslam peygamberi, 1/42).

At yarışları: İslamdan önceki cahiliye dönemi Mekkesin de at yarışları için ayrı bir alan bulunuyordu. Hz. Peygamber, “ok atma, at ve deve yarışı dışında ödüle caiz değildir” (Tirmizi, Cihad, 22) buyurarak, bu tür sporları teşvik etmiştir. Yarış atı olmayan sıradan atlar için yarış alanı, bir mil uzunluğunda ki Seniyetül Veda ile Beni Zureyk mescidi arası, yarış atları için 6-7 mil uzunluğunda ki Hayfa ile Seniyetül Veda arasıydı.(Buhari, Cihad, 56-83-85). Medine şehrinin kuzey kısmında bu gün dahi bulunan Sabak(koşu) Camisi Rasululla’ın(s.a.v) bu koşuları seyrettiği ve kazananın kim olduğunu belirlediği yerdir. İlk beşe girenlere, hurma gibi ödüller verilmiştir. Kur’an da kesin olarak yasaklanan “müşterek bahis” hangi yarışma ve spor için olursa olsun yasaktır ve haramdır.

Aynı şekilde deve yarışları da yapılmış hatta Rasulullah Efendimiz de bu yarışlara yarışmacı olarak katılmışlardır. Yine atıcılık bizzat Efendimiz tarafından desteklenmiştir.

Avcılık, Kur’an’ın çizdiği sınırlar içerisin de, asrı saadette de yapılşmıştır.

Asrı saadette yapılan sporlardan biri de koşuculuk dur.Hz. Peygamber Seleme bin Ekva ile Ensar dan birine Medineye kadar koşu yapma izni vermiştir.Bu sefer esnasında, hanımı Hz. Aişe(radiyallahu anha)yle, geride kalan Rasulullah(s.av) onunla koşu yapmış ve bu yarışı Hz. Aişe(r.anha) kazanmıştı. Bir kaç yıl sonra yapılan yarışmayı da Rasulullah(s.a.v) kazanmış ve Hz. Aişe(r.anha)” bu geçen ki yarışın rövanşı dır demişti. (Ebu Davud, Cihad, 61).

Kurrek ya da futbol; “Ayak topu” anlamına gelen futbolun geçmişi çok eskilere dayanır. İslam dan önceki cahiliye döneminde Mekkeliler de “Kurrek” denilen bir tür ayak topu oynanırdı. Büyük kalabalıklar bu sporu seyretmeye gelirlerdi. Bu kurrek oyununu oynamak için Mekkenin çeşitli semtlerinde kurrek sahaları bulunurdu.(Hamidullah, İslam peygamberi, 11/844). Ayrıca Medine de de Kurrek oynanırdı. Hiç bir kaynakta bu oyunun peygamber tarafından yasaklandığına rastlanmamıştır.

Sonuç itibariyle sporun çok ciddi faydaları, bir kısım zararlarından üstedir. Yapan ve seyredenler için de eğlendirici yanları vardır. Asrı saadette gerek savunma ve gerekse daha güçlü ve sağlıklı olmak amacıyla o günün şartlarında çeşitli spor dallarıyla uğraşılması mubahtır.

Önemli olan gerek rakip sporcuya gerekse sporda kullanılan canlı varlıkların hayatlarına kasdedilmemesi veya yaralanmalarına yol açılmamalıdır.

“Eğlenin ve oynayın; çünkü ben dinimiz de ağırlık ve baskı görmekten hoşlanmıyorum”(Kettani, etteratibul idariyye, 11/157). Buna göre, günümüz de yayğın olan futbol, basketbol, tenis, bilardo gibi spor ve oyunları mubah saymamak için hiç bir delil yoktur. Ancak, bütün oyun ve eğlencelerin mubah sayılması için, bazı şartlar gerekir. Mesela, kısaca oyuna dalarak namazı ve ibadeti ihmal etmemek, oynayanların oyunları kumara alet etmemek, oynayanların ya da izleyenlerin dillerini kötü sözlerden sakınması, rakip oyunculara ve seyircilere insani ve ahlaki ölçüler içerisin de davranışta bulunmak, icra edenlerin dinimiz de belirtilen giyim-kuşam ölçülerine riayet etmesi gibi konuları öncelikle sayabiliriz.

Selam ve Dua ile!...

 

Yazarın Diğer Yazıları