Mehmet Kaçar

Allah'ın önceden taktir ettiği 'kader'

Mehmet Kaçar

Allah(c.c.) önceden yarattıklarının kaderini taktir etmişse, niye o zaman insanları yaptıklarından sorumlu tutuyor?

İslam inanç  esaslarından biriside, kaza ve kadere iman etmektir.  Buraya kadar bir problem yok.

Kader konusu İlm-i ilahi ile ilgili bir konudur. Yani Kelam ilminin temel konularından birisidir. Kader, ezelden ebede kadar olacak olan şeyleri Yüce Allah’ın ilmi ezelisi ile bilmesidir. Yüce Allah’ın bilmesi ise iki ana temel konuya ayrılır.

Bunlar: a-Yaratmak, b-Belirlemek,

O zaman kader, Allah’ın  ezelden ebede kadar olacak olan şeyleri yaratması ve belirlemesi demektir. Kader tanımını bu şekilde yaparsak sorunu çözüme ulaştırmış olduğumuzu zannediyorum.

Klasik Akaid kitaplarımız da kaderle ilgili olarak;

a-Yaratma hadisesine; “kader-i muallak”,

b-Yüce Allah’ın bilmesi hadisesine de;  “Kader-i mübrem” adı verilmiştir.

a- Kader-i Muallak; asılı olan kader manasına, insana verilen cüz-i irade de denilen özgür iradesi ile gerçekleştirdiği(olumlu-olumsuz) eylemler(fiiller) dir.  Yüce Allah’ın insana sorumluluk(görev) yüklediği alanda, sorumlu olan insan kaderini bahane ederek kendisini asla sorumluluktan kurtaramaz. Bu alanın da çeşitleri vardır:

1-İnanç, 2- İbadet, 3-Ahlak  alanlarıdır.

B- Kader-i mübrem ise; belirlenmiş kader olup, insana bahiş edilen irade özgürlüğüne sahip olmadığı sahanın adıdır. Bu saha da insanın görevlendirildiği bir sorumluluğu yoktur. Bu saha için tedbir almakla görevlidir.  Kur’an-ı Kerim’de ki şu ayetler de kaderi mübremi açık bir şekil de  anlatmaktadır:

 “Yer yüzünde  olan veya başınıza gelen hiç bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce  bir kitapta yazılı olmasın.

Kuşkusuz bu Allah’a göre kolaydır. Kaybettiklerinize üzülmeyiniz ve O’nun size verdikleriyle şımarmayasınız diye (böyle yapmıştır). Allah kendini beğenen, böbürlenen hiç kimseyi sevmez” (Hadid, 57/22-23) .

İnsan kader-i muallak sahasında tam bir yetki ile irade koyma özgürlüğüne ve yetkinliğine sahip olan yaratıktır. Eğer insan yapıp ettiklerinden sorumlu tutulacaksa, o alanda irade yetkisini kullanma özgürlüğüne sahip olması gerekir. İnsan bu gerçeğin içerisinde her an duyumsar ve yaptığı işler de(ameller de) özgür olduğunu hisseder.

“Açıkça burada insanla ilişkili  ikili bir iradeden bahsediliyor. Bunlardan birisi, insanın iradesinin dışında Allah’ın bilip yarattığı zorunlu irade  -ki  buna örnek felçli bireyin elidir-  ikincisi ise,  ihtiyari/özgür iradedir. İnsanın kendi iradesi ile elini hareket ettirmesi gibi.

Bunlardan ilki, hastalığın sebebiyet verdiği zorunlu(cebri) bir durumdur ki, insanın bunda bir sorumluluğu yoktur.

İkincisi ise, insanın sorumluluğunda oluşan, ihtiyari (seçerek) halin bir sonucudur” (el-Eşa’arî, Ebu’l-Hasan, Kitâbu’l- Luma, Beyrut, 1952,s.41).

İslam Kelam geleneğinde insan iradesi ile ilgili üç çeşit yaklaşım tarzının olduğunu görmekteyiz. Bunlardan birincisi, İnsan da özgür iradenin olmadığını savunan Cebriye kelam ekolü, ikincisi, insan kendi eylemlerinin yaratıcısıdır diyen ve aklı daima referans alan Mu’tezile kelam ekolü, üçüncüsü de, ikili irade anlayışını benimseyen Mâturîdî ve Eş’ârî kelam ekolleridir. Bunlar Cebriye ve Mu’tezile’nin ortasını benimsemiş olan ekollerdir.

Mâtûrîdî ve Eş’ârî’ye göre insanda, ihtiyari ve zorunlu bir irade vardır. İnsan işte bu iki iradeden birini bizzat kendisi seçer. Bunu şu örnekle açıklayabiliriz: Kahve içen bir kimseyi örnek alalım. İhtiyari/özgür bir iradeye sahip olan bir kimse fincanı tutarken elini bile bile oynatıp kahveyi dökse yahut da fincanı ve altlığını kırsa, doğal olarak elini titretip oynattığına pişman olur ve vicdan azabı duyarak keşke yapmasaydım der. Ama ızdırari/zorunlu bir iradeye sahip olan felçli bir kimseden bu hareketler meydana gelse, o kimse pişman olmadığı gibi, sağlıklı olduğu halde hizmet etmeyi terk edip, felçli kimselere bırakanlar, yaptığı hareketlerden dolayı eli felçli olanı değil, sağlıklı olanları ayıplarlar. Çünkü felçli kimselerin iradesi elinde değildir. Bundan sadır olan olumsuz eylemi de herkes doğal mecrasında gerçekleşmiş bir eylem olarak  değerlendirir.

İnsan,  inanç seçimi (iman/küfür, hidayet/delalet vb) ibadetlerini yerine getirip getirmeme konusunda özgür iradeye sahip bir varlık olarak yaratılmıştır. İnsana önceden bu fiilleri yerine getirecek potansiyel bir güç verilmiştir.

İşte bu güç insanın iradesine etki eder. Ayrıca insan, ilâhî bilgiye muhatap kılınmış ve bu bilgiyi yorumlayabilecek akıl gibi bir yeti ile de desteklenmiştir. Dolayısı ile insan kendi istek ve iradesiyle bir şeyi yapıp yapmamak gücüne sahip kılınmıştır.

İradesini iyi yönde kullanan dünyada övgüye, ahrette de ödüle layık görülür, iradesini kötü yönde kullanan kimse dünyada yergiye ahrette de cezaya çarptırılacaktır.

İnsanların yapmış oldukları bütün eylemlerin yaratıcısı Yüce Allah’tır. “Allah her şeyin yaratıcısıdır”(En’am: 6/102).

İnsan iradeli fiillerde iman ve küfür, iyi ile kötü hangi eylemleri seçiyorsa, O, bu konuda kulunu özgür bırakmıştır, onun iradesine göre hareket eder.

 “Kim iyi bir iş yaparsa lehine, kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullarına asla zulmedici değildir” (Fussilet; 41/46). Fi Eamnillah!

Yazarın Diğer Yazıları