
ADAM GİBİ ADAM YETİŞTİRMEK BİR SANATTIR!
Mehmet Kaçar
Nitelikli bir adam, nitelikli bir eğitmenin de elinde yetişir. Osmanlı tabirinde yada İslam biliminde bunun adına “in’ikas ve insibağ tarikiyle kemâle ermek “adı verilirdi. Yani” yansıma ve boyanma yoluyla olgunlaşma” demektir bu tabir.
İnsan, çocukluk döneminde konuşma ve bir dizi davranışları, ebeveyni ve çevresinden taklitle öğrendiği gibi, yaşı ilerledikçe de bir çok beceri, davranış ve ahlâkı yine taklitle öğrenir (bu bir nevi usta çırak, öğretmen öğrenci ilişkisi gibidir.). Ya da bir aynanın geriye yansıttığı resim gibidir. Ayna sadece bakanı yansıtır. Çırak ustasının, öğrenci öğretmeninin, çocuk ebeveynin aynanın yansıttığı resin gibi yansıttığı bir resimdir. Oysa ayna sadece bakanı yansıtır, bir usta ve öğretmen ve ebeveyn ise binlerce insanı yansıtır.
Ustalık ise bir ustanın yanında, liderlik bir liderin yanında, ilim adamlığı bir ilim adamı gözetimin de sağlıklı ve daha kısa bir yoldan elde edilebilir. Onun yansımış resmi olunabilir.
Fakat bir insan, adamlık öğretmez veya adamlık öğrenemez ise, kimi insan onun yanın da bodurlaşır, küçülür veya alçalır, kimi insan da tamamen yok olur gider. Yahutta kimileri de, adam yetiştirme sanatına aşık birini bulursa, onun yanın da çınarlaşır, selvileşir. Burada ki adam yetiştirme sanatını bileni seçmek çok önemli bir ameldir.
Adam yetiştiren adamlar vardır bu dünyada, işte bunları adam gibi arayıp bulmak gerekir. Adam yetiştiren adamların özelliklerini ise şöyle sıralayabiliriz:
Cömerttirler- İnsana çok saygılıdırlar- Nezaket sahibi, naif, nazik ve kibar insanlardır- insanlara yüklerini taşıtmak için uğraşmazlar ve insanların yüklerini taşımak için uğraşırlar- insanların yüklerini alıp hafifletmek için uğraşırlar- asla kıskanç bir olmazlar - yürekleri çok geniş insanlardır- yapmacık değil, gösterişten çok uzak ve samimidirler- affedici insanlardır ve bu affetme konusun da ise samimidirler- öğreticidirler, asla ne olursa olsun öğretmekten vazgeçmezler, şartlar ne kadar zor olursa olsun öğretmek için can atarlar- güvenir ve kendinde bulunan yetkileri layık olanlara vermeye asla çekinmezler- kabiliyetlerini keşfeder ve gelişim fırsatları sunmaya devam ederlerken bunu yapmaktan çekinmezler- öğrettiklerine sundukları ihsanları asla onları kendilerine köle etmek için değildir- asla öğrencilerinin hürriyetlerini gasp etmezler- diğer yaratıkları, kendileri gibi düşünürler.
Böylelerinin hizmetinde, yanın da ve yakının da bulunmak bir insan için en büyük nimettir!..
Bazıları da vardır ki, insan yetiştirmek bir yana onu budayan hatta bodurlaştıran, cüceleştiren yahut direk toprağa gömen kesimlerdir.
İnsanı insan görmeyen bu kesimde de tabi ki bir takım özellikler vardır. Bunlar da şunlardır:
Bunlar çok cimri insanlardır ve ceplerin de akrep taşırlar- bencil olurlar ve nefsani hesap peşin de koşan insanlardır- hasetçi ve kibirli insan olmaktan gurur duyarlar- gösteriş merakında aşırıya kaçarlar- herkesi kendilerine hizmet eden kişiler olarak görürler ve hizmet etmelerini beklerler- bunlar asla öğretici değil, değirmen misali öğütücü kişilerdir- insana saygıyı değil de baskıyı düstur edinip onların birer köle olmalarını isterler- bunları kendilerinden başkalarına güven duyguları yoktur ya da çok zayıftır ve bu yüzden de yetkilerini devretmeyi asla istemezler- hayata hep kötümser bir gözle bakarlar ve en yakınlarından bile kötülük göreceklerini zannederler- hataları düzeltici ve ayıpları örtücü ve affedeci olmayı hiç istemezler- sır saklamayı değil de sırları deşifre edip bunlarla öğrettiklerini sıkıştırma peşindedirler ve bu işi de çok severek yaparlar.
Böylelerinin yanın da değil yakınında bile bulunmak, gelişime ve oluşan kişiliğe zarar verir. Bu kişiler ruhen sağlıklı değil de sağlıksız nesiller yetiştirirler. Bu makule kimselerin yanın da insan yetiştirmeyi bırakın, ot bile yetiştiremediklerini görürsünüz.
uzun süre devam ettirilecek olan dostluk, arkadaşlık, kardeşlik, ortaklık, öğretmen öğrenci, ya da idareci personel ilişkilerinin temelin de hep insan olabilmek ve yaratılanlara yaratandan ötürü saygılı olabilmek ve karşılıksız, menfaatsiz sadece Allah rızası için sevebilmek yatmaktadır. Adaleti tesis ve empati kurabilmek yatmaktadır.
Özellikle de kişisel menfaatleri adına, birilerini kullanma alışkanlığı, kimden orta çıkarsa çıksın, ilişkileri soğutan, hatta zamanla buğza, kine ve düşmanlığa kadar götüren bir mahiyet arz eder.
Hiç bir kimse, kendini kullandırmak istemez ve menfaati için kullanmak isteyene de yüz vermez.
Ancak dava ve hizmet adına, herhangi bir kişiselleştirme söz konusu değilse, diğer bir tabirle de hizmet adı altın da nefsi parlatma, öne çıkarma ya da palazlandırma gibi bir hissiyat oluşmuyorsa, hizmetin hükmi şahsiyeti ön plan da ise karşılıksız istekler de bulunabilmek son derece normal karşılanabilir.
İnsan elbette hak yolunda, Allah yolun da yapayalnız da koşabilmelidir. Dava ve hizmet eri olmayı düşünmek işte budur. Ne var ki, hizmet veren de hizmet erini daima koruyup kollamalıdır. İstismarın kokusu bile ilişkilerin bozulmasına yeterli bir nedendir.
Marmara üniversitesi İlahiyat Fakültesi üstatlarımızdan Yaşar Fersahoğlu hoca efendinin şu dörtlüğü de konumuza çok güzel bir ışık olmuştur:
Gördüm ilim erbabını/ Atmışlar ilim babını
Herkes kendi hesabını/ Yapar Allah deyu deyu.
Üstadımız Yaşar beye, bunları hangi ruh hali söyletti bunu asla bilmemiz mümkün değildir tabi. Ancak buradan hareketle de şunlara dikkat çekmemiz mümkündür.
İlim, irfan, dava ve hizmet yolun da ulvî duyguları, nefsâni hesaplara feda etmemeliyiz. Kul hakları denilen şu meşhur dinimizin emri olan insanı insanlaştıran haklar, sadece mal ile alakalı olan bir hak ihlali değildir. Hayatın her alanını kaplayan bir hak ve hukuktur.
Bura da bir de Hasan Sezai Hazretlerinin öğrencisi ve halifesine gönderdiği şu mektuptan bu konu ile söz etmek tam da yerinde olacaktır kanısındayım.
“Oğlum! Canım! Hak Teâlâ Hazretlerinin feyzine ve keremine daima mazhar olup, an be an terakkide olasın. Bir an nefsine rahat vermeyip mücâhededen uzak kalmayasın ki, müşahadenin yurdu mücahadedir. Bir yeri ziraat etmeden tohum ekersen, bir şey hasıl olmaz. Talibleri daima mücahadeye teşvik edip, seher vaktine riayet edesin ve ettiresin ki,ilahi fuyuzâtın geldiği vakit o vakittir. Teveccühün de, gayriyet koymayıp bizimle ayniyet bulasın. Yolumuz birlik yoludur. Cenab-ı Allah’ın o kadar feyzü keremine mazhar olmanı isterim ki, yanın da naciz bir katre olayım.”
Çırağını kıskanan veya kendisini sollayan usta öğretici çoktur. Yerimi alacak diye ekibin önüne çıkan başarılı elamanlarını geri bırakıp gözden düşürmek, isteyen dar gönüllü idarecilere de çok sık rastlanır.
Fakat kâmil ve ârif insanların gönül iklimleri, “şerh-i sadır”(gönül açılması) nimetine mazhar olduğundan, onlar da bu nevi hamlıklar görülmez.
Onlar, yetişmesine vesile oldukları kimselerin terakkilerini, kendileri için şükür vesilesi sayarlar. Bu güzel niyetleri ve davranışları sayesinde de, onların sâlih amellerinden amel defterlerine ecirler yazdırırlar.
Esasen bir insan, yanındakini yetiştirip büyüttüğü kadar büyür. Meyveli bir ağaç haline dönüşür. Burada öğreten ağaç, meyve ise öğrenendir. Büyümüş insanlardan hürmet görecek bir konumda olmak, hiç bir zaman küçümsenecek bir seviye değildir. Ancak küçük hesaplar peşinde olanlar, bu nevi büyük düşüncelere sahip olamazlar...
Selametle...