Mehmet Bina

ZENGİN BİR ADAMIN MERCEDESİ

Mehmet Bina


ZENGİN BİR ADAMIN MERCEDESİ


Zengin bir adam, Mercedes arabasıyla, dar bir yoldan hızla ilerliyordu. Önüne, birdenbire bir çocuk fırladı; arabaya taş atıyordu. Şoför ani fren yaptı. Zengin adam öfkeyle Mercedes'inden indi ve çocuğu omuzlarından tutup sarsmaya başladı; bir yandan da bağırıyordu: "Serseri, ne yapıyorsun? Bak arabamı ne hale getirdin."

Çocuk üzgündü... Neredeyse ağlayacaktı. "Amca lütfen kızma. Sizden önce geçen arabalara işaret ettim ama hiçbiri durmadı. Bu yüzden taş atmak zorunda kaldım" dedi ve kenarda devrilmiş duran özürlü arabasını göstererek sözlerini şöyle sürdürdü: "Ağabeyim yürüyemiyor; onu ben gezdiriyorum. Tekerlekli arabası devrildi, yerden kaldıramadım. Biri bana yardım etsin diye sizin yolunuza çıktım."

Zengin adam, utandı, boğazı düğüm düğüm oldu. Hemen koştu, özürlü ağabeyin yanına gitti. Çocukla birlikte, onu tekerlekli arabaya oturttular. "Bir ihtiyacın var mı?" diye sormasına vakit kalmadan çocuk, tekerlekli arabayı sürerek uzaklaştı.

Mercedes'in üzerinde o taşın izi kalmıştı. Başından geçen olayı unutmamak amacıyla, Mercedes'in taş isabet eden o bölümünü hiç boyatmadı. Bu hadiseden zihninde, "Hiçbir zaman, birilerini, seni durdurmak için taş atmaya mecbur bırakacak kadar hayatın içinden hızlı geçme; çevrene bak; ihtiyacı olanları gözden kaçırma"...

Allah, ruhumuza fısıldar ve kalbimize konuşur. Vicdan böyle bir şeydir. O sesi dinlemek için vaktimiz olmadığında, fırlatılan bir taş, çevremize daha dikkatle bakmamızı sağlar.

BİR DOKTORUN HATIRASI. (IŞIĞI YANAN EVLER KALDIMI)

Tıp fakültesini yeni bitirmiş, pratisyen hekim olarak ilk görev yaptığım yere, Konya'ya bağlı bir beldenin sağlık ocağına gitmiştim.
Gençtim, bekardım. Küçük bir beldeydi gittiğim yer. İlk gece bir eve misafir olmuştum.

Tren istasyonunun hemen yanında bir evdi.
Akşam yemeğinden sonra çaylarımız gelmiş, sohbetler edilmişti. Üzerimde yol yorgunluğu, geldiğim yeni yerin yabancılığı vardı. Saatler ilerliyor, ağır bir uyku beni içine çekiyordu. Ev sahibine bir şey de diyemiyordum.

Bir müddet daha geçti; yine bir hareket yoktu. Evin büyüğü olan Hacıanneye sıkılarak: "Anneciğim, sizin buralarda kaçta yatılıyor?" dedim. Hacıanne: " Evladım treni bekliyoruz. Az sonra tren gelecek, onu bekliyoruz" dedi.
Merak ettim, tekrar sordum: "Trenden sizin bir yakınınız mı inecek ?"
Hacıanne: "Hayır evladım, beklediğimiz trende bir tanıdığımız yok. Ancak burası uzak bir yer. Trenden buraların yabancısı birileri inebilir. Bu saatte, yakınlarda, ışığı yanan bir ev bulmazsa, sokakta kalır. Buraların yabancısı biri geldiğinde, ışığı yanan bir ev bulsun diye bekliyoruz."

Konya Ovası'nda, ya da bir başka yerinde Türkiye'nin, trenden inen yabancılar için "Işığı yanan evler yerinde hala duruyor mudur?

 

Yazarın Diğer Yazıları