
YETERKİ SAMİMİYETLE İSTEYELİM PEYGAMBERİMİZ (SAV) BİZE YETİŞİR
Mehmet Bina
Yakın zaman önce yaşanmış olan şu hâdise, Efendimiz (s.a.v.)’in “rahmet” vasfının her an cârî olduğuna ve O’na tevessül ile yapılan duanın Hak katındaki makbûliyetine dair, ne kadar da ibretli bir misaldir:
1988 senesinde, Medîne-i Münevvere’deki Cuma Câmii’nin inşası sırasında yaşadığı ibretli bir hatırayı, Mimar Mahmud Sâmi Kirazoğlu kardeşimiz şöyle naklediyor:
Malzeme deposu sorumlularımızdan Yemenli Ahmed Efendi’nin uzun bir müddettir Perşembe günleri işe gelmediğini tespit ederek, hafta başında kendisini çağırttım. Ona:
“–Burası Cuma Mescidi’nin inşaatıdır. Bizim gayemiz, rızâ-yı ilâhîye uygun amellerle herkesin helâl kazanmasıdır. Bu hayırlı işi, samimiyet, ciddiyet ve bir ibadet heyecanıyla sürdürmek durumundayız.
Kıymetli Ahmet Efendi, seni üzgün görüyorum. Bir sıkıntın mı var? Senin her problemin için hizmete hazırım, derdin neyse anlat!” dedim.
Yaşlı gözler, boğaza düğümlenen kısık sesli cümleler ve çaresizlikten dertli bir gönülle, yavaş yavaş anlatmaya başladı:
“–Benim 14 yaşında, anadan doğma kötürüm bir kızım var; adı Ümmügülsüm. Çok küçükken hastalığının farkına vardık. Sonra, gitmediğimiz hoca, doktor, çıkıkçı, hasta hane, kaplıca, fizik tedavi uzmanı ve kullanmadığımız ilâç, bitki kalmadı. Başka ülkeler de dâhil, pek çok yeri dolaşarak, imkânsızlıklar içinde, her türlü çareye başvurduk; ancak nafile. Bir arpa boyu bile yol alamadık. Kızım, yaşı ilerledikçe şekilden şekle giriyordu. Hem kendisi hem de biz, bu hâli kabullenemiyorduk, alışamıyorduk bir türlü.
Riyad’da, yabancıların kurduğu, ancak özel zevatın girebildiği, tam teşekküllü bir ihtisas hastanesi var. Allah (c.c.) nasip etti, bir hayır sahibi vasıtasıyla girebildik elhamdülillâh. Altı aydır orada her türlü tedavi yapıldı, ancak yine de bir gelişme olmadı. Annesi şu an yanında refakatçi kalıyor. Ben de her Çarşamba, akşam uçağı ile gidip Cumaları gece vakti dönerek, Cumartesi iş başı yapıyorum. Size gelip durumu bildirerek özür dileyecek, helâllik alıp izin isteyecektim. Lâkin ilk zamanlar çekindim, sonra da gelemedim, affedin.”
Bir an Ahmed Efendi’nin hâlini düşündüm. Üç gidiş-geliş uçak bileti, 2 aylık maaşı kadardı. Daha önce yapmış olduğu masrafları da düşünürsek, epey bir borç altına girdiği belliydi garibin. Seneler önce bir mevlit esnasında rastlamıştım kendisine. Kaside okunurken ağlıyordu. “Nerede ağlayacağını bilen, ağlamanın bu denli yakıştığı, ne güzel, gönül ehli bir insan.” diye geçirmiştim içimden. Bunları düşünürken, bir yandan da nasıl yardımcı olabileceğimi sordum, borcunu da Allah’ın izniyle halledebileceğimizi söyledim. Dua edip sevinirken, yaşlı gözleri uzaklara, sanki Riyad’a bakıyordu.
“–Şimdi farklı bir durum var, onu arz edeyim.” dedi ve şöyle devam etti:
“–Evvelki gün, altı aydır kızımı birçok testlerle, şoklarla, her türlü tedaviye çalışan bölüm başkanı, gayr-i Müslim, ecnebi bir profesör, beni odasına götürerek karşısına aldı, üzgün ve mahzun bir ifadeyle dedi ki:
«–Sizleri aylardır izliyorum. Bir anne-baba olarak, maddî-manevi yapılabilecek her şeyi yaptınız, gücünüzün üzerinde bir fedakarlık gösterdiniz. Biz de elimizden gelen, tıbbın ulaşabildiği bütün teknikleri denedik. Sonradan olma bir rahatsızlık olmadığı için, baştan beri imkânsız görünmesine rağmen, sizin gözlerinizdeki ümit ışıltısına, gönlünüzdeki engin şefkate duyarsız kalamayarak samimiyetle çalıştık. Maalesef başaramadık. Tıp şu noktadan sonra artık çaresiz, tıbbın verebileceği bir şey kalmadı. Şifa bulması için Amerika’da, hatta Ay’da bile bir ihtimal zerresi olsa, size “alın götürün, onu da deneyin” diyeceğim ama, artık yok. Ancak, bütün bu yoklara rağmen bir şey var! O da şu:
Senin Peygamber’inin Allah’ın Sevgilisi olduğunu ve O’nun çok merhametli bir Peygamber olduğunu söylüyorlar. O’na gidip niçin bir cân u gönülden yalvarmıyorsun? O isterse, Allah O’nu kırmaz, dileğini kabul eder. Unutma bu, senin son ve tek çaren artık.»