
Üzerimizdeki Gaflet
Mehmet Bina
Gaflet sözlükte “unutmak, farkına varmamak, terketmek; dalgınlık, ihmal” anlamlarına gelir.
Kişiyi felakete sürükleyen bütün hataların başlangıç noktasında gaflet vardır. “Unutmak, terk etmek, önemsememek, dikkatsizlik, dalgınlık” gibi anlamlara gelen gaflet kelimesi, “nefsin arzularına uymak”, “zamanı boşa geçirmek”, “dünya ve ahiret adına gerekli olan bir şeyin lüzumunu kavrayamamak”, “kalbin, Hakk’ın zikrinden mahrum kalması” ve “derin uyku” şeklinde tarif edilir. (Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, 141)
Gafletteki ana unsur her ne kadar “unutmak” olsa da buradaki unutma sehven değil, bilinçli bir unutkanlıktır. Buna göre bir şeyin bilerek terk edilmesine “gaflet”, bilmeden terk edilmesine ise “unutmak” denilebilir.
Gaflet, bir nevi hak ve hakikatten yüz çevirip, umursamaz bir tavır takınmaktır.
Kur’an-ı Kerim’in bazı ayetlerinde gaflet, ayetleri inkâr edenlerin, ahireti unutanların ve azaba düçar olanların vasfı olarak yer alır. (Araf 136 ve 146; Yunus 7 ve 92; Meryem 39; Enbiya 97; Rum 7; Kâf 22). Müşriklerin, Efendimiz (s.a.v.)’in davetini alaya almaları ve iman etmekten yüz çevirmeleri de gaflet hali ile vasfedilir:
“İnsanların hesaba çekilecekleri (gün) yaklaştı. Hal böyle iken onlar gaflet içinde yüz çevirdiler.” (Enbiya 1)
Gaflet, kulun ebedî hayatına zehir saçan mânevî bir hastalıktır. Onu, en öz tabiriyle;
«Kulun, kendisini yoktan var eden Rabbini unutması» şeklinde tarif edebiliriz. Cenâb-ı Hakk’ı unutan bir gönül, gaflet girdabına kapılır ve selâmet sahiline varamadan ziyan olup gider.
Âyet-i kerîmede bu kimseler için şöyle buyurulur:
“Allâh’ı unutan ve bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (el-Haşr, 19)
Gaflet; anlık zevkler uğruna ebedî bir saâdeti felâkete uğratmak, fânî olan dünya hayatını bâkîye, yani sonsuz cennet hayatına tercih etmektir.
Gaflet; günün ortasında güneşi kaybetmeye benzer. Gaflete düşmüş bir kimse, okyanus ortasında dümeni kırılmış bir gemiye benzer ki, hangi girdapta boğulacağı belli değildir.
Gafil bir kimse; hayatı nefs gözlüğüyle seyrettiğinden, bir gün mutlaka karşılaşacağı ölüm, diriliş, hesap, Sırat gibi zor menzilleri unutur. İlâhî nimetler karşısında nankörlük ederek pervâsızca günahlara dalar. Cehâlet, şehvet, ihtiras, kibir, gurur, cimrilik ve öfke gibi hamâkat manzaraları sergiler.
Gafil, iki gözünün önüne iki parmağını koyarak kendi kendisini âmâ kılan kişidir.
Gafil, hakikatlere karşı kalbine perde çekilmiş kişidir. Mayın tarlasında pervâsızca koşan, uçurumların kenarında dikkatsizce dolaşan bir bedbahttır.
Gafil, kurda sevdâlanan kuzudur. Avcısına koşan avdır.
Buna mukābil gafletin pençesinden kurtulan âlimi, gerçek bileni de tanımak gerekir.
Süfyan-ı Sevri Hz.leri Gafleti şöyle izah ediyor.
-“Bir kimsenin, dua ederken yalnız kendisine duâ edip, ana-babasına ve diğer müslümanlara duâ etmemesi,
-Kur‟ân-ı kerîm okumayı bildiği halde hergün en azından yüz âyet okumaması,
-Câmiye girdiği halde, iki rekat olsun namaz kılmadan çıkması,
- Kabristandan geçtiği halde mevtalara selâm vermemesi,
-Bir yerde yalnız olarak yaşıyorsa, Cuma günü şehre geldiği halde Cuma namazı kılmaması,
-Bulunduğu beldeye bir âlim geldiği halde, onun ilminden hiç istifâde edememesi,
-Bir kişi ile dost olduğu halde ismini öğrenmeden ayrılması,
Bir tanıdığı kendisini davet ettiği halde davetine gitmemesi,
-Gençlik çağı büyük bir fırsat olduğu halde o zamanını boşa geçirmesi,
-Kendisi tok ve komşusunun aç olduğunu bildiği halde, ona bir şeyler vermemesi o kimsenin gafletindendir.”
Gafletin kökü ve kaynağı cehalettir. Gaflet, cehâletten doğduğu gibi; ilim, irfan, ve mârifet de gafletten kurtuluşa vesîle olur. Bâyezîd-i Bistâmî -kuddise sirrûh- şöyle demiştir:
“İnsana zararı en şiddetli olan şeyin ne olduğunu bilmek istedim. Bunun gaflet olduğunu anladım. Gafletin insana yaptığı zararı, cehennem ateşi yapmaz.
Gaflet, insanın Allâh’a sığınması gereken dehşetli bir hastalıktır. Rabbimiz, bu hastalıktan korunmak için de kendisini sık sık anmamızı (zikretmemizi) emretmektedir: Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:
“Rabbini, içinden, yalvararak ve O’ndan korkarak, yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam an. Gâfillerden olma!” (A’râf, 205)
Bu âyet-i kerimenin izahı sadedinde, şöyle denilmiştir:
“İnsan ile nisyan arasındaki ilişki mâlumdur. «Hâfıza-i beşer nisyân ile mâlüldür» demişlerdir. İnsanoğlu nisyâna ve isyâna; gaflet ve fetrete yatkın bir varlıktır. Ancak gaflet ile nisyân arasında fark vardır:
Gaflet, kulun irâdî olarak ilgisizlik sebebiyle unutmasıdır. Nisyân ise gayr-ı irâdî olarak unutmasıdır. Bu yüzden Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’de: «Sakın gâfillerden olma!» buyurduğu halde “Unutanlardan olma!” buyurmamıştır. Çünkü unutmak, sorumluluğu kaldıran bir keyfiyettir.
Nitekim Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuştur: «Ümmetimden hatâ, unutma ve zorla yaptırılan şeyin cezâsı kaldırılmıştır.» (Mevsûa etrafi’l-Hadis, V, 146)”
“Gözlerim uyusa da kalbim uyumaz” buyuran Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de gaflet hâli ile ilgili olarak bizleri şöyle uyarmaktadır:
“Allâh’a, kabûl edileceğine yakînen inanarak duâ ediniz! Zîra Allah Teâlâ, gâfil bir kalble yapılan duâyı kabûl etmez.” (Tirmizî, Deavât, 65)
Abdülkadir Geylânî Hz. Hz.leri de şöyle buyuruyor.
“Ey gaflet uykusunda uyuyanlar! İyi biliniz ki, sizi Yaratan uyumuyor.”
Üstâd Necip Fazıl Kısakürek gibi cân-ı gönülden Hakk’a ilticâ edelim ve şöyle niyazda bulunalım:
Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten,
Affet, Senden habersiz aldığım her nefesten...