Mehmet Bina

Taif ve Vec Vadisi

Mehmet Bina

Peygamberimizin, peygamber olmasından on yıl sonra şevval ayının sonlarına doğru amcası Ebu Talib ve Hz. Hatice’nin vefatından bir ay kadar sonra Peygamberimiz (sav) TAİF'e gitti ve zilkade ayında Mekke’ye döndü. 

Tâif’in ileri gelenlerinden Amr b. Umeyr’in oğulları Abdüyâlîl, Mes’ud ve Habîb’le oturup konuştu.

Taifliler İslâm’ı kabul etmedikleri gibi Peygamberimizin oradan çıkıp gitmesini istediler. Bununla da kalmayıp Peygamberimizi taşa tuttular. Atılan taşlardan ayakları yaralandı, kan içinde kaldı. Yürüyemeyecek hale geldi. Zeyd ise vücudunu Peygamberimize siper ederek atılan taşlardan korumaya çalışıyordu.

*Tâiflilere İslâm’ı anlattı. Onları tevhîde dâvet etti. İleri gelenleri ile görüşerek, puta tapmaktan vazgeçip bir olan Allâh’a kullukta bulunmalarını telkîn etti. 

Fakat bu dâvet, Kureyşliler gibi putperest bir kavim olan Tâiflilerin arasında da korkunç bir fırtına kopmasına sebeb oldu.

Önce alay ettiler. Sonra hakârete başladılar. Ardından da kölelerini Allâh Resûlü’nün geçtiği vec vadisinin iki kenarında sıra yapıp O’nu hakâretlerle taşlattılar. Böylece şehirden çıkana kadar Allâh Resûlü’ne eziyetlerine devâm ettiler. Hattâ kölelerini arkasından yolla­yarak bir müddet daha taş yağmuruna tuttular.

 Âlemlerin şânına yaratıldığı O Peygamberler Sultânı’nın mübârek ayakları kan içinde kalmış, ayakkabıları kanla dolmuştu. O’nu atılan taşlardan korumaya çalışan fedâkâr sahâbî Zeyd (r.a.) de yaralanmıştı. O, Allâh Resûlü’ne atılan taşlara kendi vücûdunu siper ederek:
“–Ey Tâif halkı! Taşladığınız kimsenin bir peygamber olduğunu biliyor musu­nuz?!..” diyordu.

Başta Cebrâîl (a.s.) olmak üzere melekler, Allâh Teâlâ’dan izin alarak Resûlullâh’ın yanına koştular:

“–Yâ Resûlallâh! Emir buyur, bu kavmi helâk edelim!” dediler.

O rahmet menbaı ve merhamet Peygamberi, uğradığı bu fecî muâmele karşısında bile bedduâ etmeyip ellerini dergâh-ı ilâhîye açarak:

“Allâh’ım! Kuvvetimin zaafa uğradığını, çâresizliğimi, halk nazarında hor ve hakîr görülmemi Sana arz ediyorum.

Ey merhametlilerin en merhametlisi! Eğer bana karşı ga­zaplı değilsen, çektiğim mihnet ve belâlara aldırmam!

İlâhî! Sen kavmime hidâyet ver; on­lar bilmiyorlar.

İlâhî! Sen râzı oluncaya kadar işte affını diliyorum...” diye niyazda bu­lundu. (İbn-i Hişâm, II, 29-30; Heysemî, VI, 35; Buhârî, Bedʼüʼl-Halk, 7)
Resûlullâh Efendimiz’in dinlendiği bağın sâhibi olan Rebîaoğullarından Şeybe ve utbe ., Hazret- Peygamber’in hâline acıyarak O’na köleleri Addâs’la bir tabak üzüm gönderdiler. Addâs, tabağı Hazret-i Peygamber’e uzattı:

“–Buyrun, yiyin!” dedi. Hazret-i Peygamber de:“بِسْمِ اللهِ” diyerek yemeye başladı. Bu söz, Addâs’ın dikkatini çekti. Şimdiye kadar hiç kimseden böyle bir söz işitmemişti. Merak ve hayret içinde:

“–Bu sözü, buralılar ne bilir ne de söylerler!..” diye mırıldandı. Ardından yine hayretle:

“–Siz farklı bir insansınız! Buranın insanlarına benzemiyorsunuz! Siz kimsiniz?” dedi. Allâh Resûlü de:

“–Sen nerelisin, hangi dindensin?” diye sordu. Addâs:

“–Ninovalıyım, Hıristiyanım!” dedi. Resûl-i Ekrem Efendimiz:

“–Demek sen, sâlih kul Yûnus bin Mettâ’nın memleketindensin!” dedi. Addâs’ın şaşkınlığı iyice arttı:

“–Sen Yûnus’u nereden biliyorsun?” dedi. Hazret-i Peygamber:

“–Yûnus benim kardeşimdir. O, bir Peygamberdi. Ben de bir Peygamberim!” bu­yurdu

*Hz. Aişe’nin (r.a) “Uhud gazvesi’nden daha zor bir gün yaşadın mı?” sorusuna Peygamberimizin (s.a.v) cevabı…

Âişe radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre bir gün Peygamber aleyhisselâm’a:

- Uhud Gazvesi’nin yapıldığı günden daha zor bir gün yaşadın mı? diye sordu.

Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem şöyle cevap verdi:

- “Evet, senin kavminden çok kötülük gördüm. Bu kötülüklerin en fenası, onların bana Akabe günü yaptığıdır. Tâifli Abdükülâl’in oğlu İbni Abdüyâlîl’e sığınmak istemiştim de beni kabul etmemişti. Ben de geri dönmüş derin kederler içinde yürüyüp gidiyordum. Karnüsseâlib’e varıncaya kadar kendime gelemedim. Orada başımı kaldırıp baktığımda, bir bulutun beni gölgelediğini gördüm. Dikkatlice bakınca, bulutun içinde Cebrâil aleyhisselâm’ı farkettim. Cebrâil bana seslenerek:

- Allah Teâlâ kavminin sana ne söylediğini ve seni himâye etmeyi nasıl reddettiğini duymuştur. Onlara dilediğini yapması için de sana Dağlar Meleği’ni göndermiştir, dedi.

Bunun üzerine Dağlar Meleği bana seslenerek selâm verdi. Sonra da:

- Ey Muhammed! Kavminin sana ne dediğini Cenâb-ı Hak işitti. Ben Dağlar Meleği’yim. Ne emredersen yapmam için Allah Teâlâ beni sana gönderdi. Ne yapmamı istiyorsun? Eğer dilersen şu iki dağı onların başına geçireyim, dedi. O zaman:

- Hayır, ben Cenâb-ı Hakk’ın onların soylarından sadece Allah’a ibadet edecek ve O’na hiçbir şeyi ortak koşmayacak kimseler çıkarmasını dilerim, dedim.” (Buhârî, Bed’ü’l-halk 7; Müslim, Cihâd 111)

* Kaynak: Riyazüs Salihin, Erkam Yayınları

Yazarın Diğer Yazıları