Mehmet Bina

Sünnet akçesi

Mehmet Bina

Sultan Abdülmecid zamanında adamcağızın birisinin büyük miktarda borcu varmış. Elini neye atsa ters gidiyor.

Zeyrek civarında, evine yakın bir dergâha gitmiş. Namazdan sonra Şeyh Efendi, bu yabancıyı yanına çağırmış ve halini sormuş.

O da: "Efendi hazretleri, gırtlağa kadar borç içindeyim, neye elimi atsam kuruyor. Ne olur himmet!" demiş. Şeyh efendi: "Evladım, sabah namazını 40 gün Yeni Cami’de kıl. Camiye gidip gelirken de 1000 adet istiğfar oku.

Göreceksin, kırkıncı gün ne sıkıntın kalacak ne bir şey..." Adam ertesi sabah başlamış. Tam 39 gün sabah erkenden Yeni Cami’ye namaza gitmiş. Kırkıncı gün sabah ezanı okunurken uyanmış, fakat Yeni Cami’ye nasıl yetişecek? "Eyvah. Bunu da mı beceremeyeceğim?" telaşıyla fırlamış. Abdest alıp, giyinip sokağa fırlamış. Koşturmaca esnasında biriyle çarpışmış. Başındaki fesi de yere düşmüş. Adamın gözü bir şeyi gördüğü yok.

Karanlıkta kapmış yerden fesi, koşuşturmuş camiye. Ucu ucuna yetişmiş. Namazdan sonra da heyecanla, aşr-i şerifi de beklemeden çıkmış avluya. Kapı önüne oturmuş. Kendine kendine:
"40 namazı tamamladık. Bakalım denilen olacak ve ben rahatlayacak mıyım?" diye düşünmeye başlamış. Bir de ne görsün.

Camiden çıkan insanlar büyük bir memnuniyet ifadesiyle bu adamcağızın önüne çil çil altınlar atmaya başlamazlar mı? Adam şaşkın. Altınları toplamış, saymış, tam borcuna yete cek kadar çıkmış. Kalkmaya hazırlanırken müezzin sokulmuş: "Allah Müslümanlığını kabul etsin.

Hak Dini seçmişsin. Sünnetliğini de topladın. Ancak bundan sonra bu başındakiyle namaza gelme. Başına fes giy" demiş. Adamcağız elini başına atmış ki... Bir de ne görsün? Başında papaz külahı. Meğer namaza koştururken çarptığı bir papazmış. O esnada ikisinin de başındaki düşmüş. Bizimki kırkıncı sabahın hayaliyle acele edip, yerden eline geçirdiği papazın külahını kapmış yerden.

Cami cemaati de, o adamcağızın başına bakıp bir papazın Müslüman olduğunu sanmışlar. O devirde adet, yeni Müslüman olanlara teşvik için altın verilir ve buna "sünnet akçesi" denilirmiş.

CÖMERTLİĞİN BÖYLESİ

Bir gün, Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ali
Mescid-i şerifte oturuyorlardı.
O esnada biri girdi içeriye.
Ancak Hazret-i Ali’yi görünce adamın rengi kaçtı birden.
Mahcup bir vaziyette çöküverdi oracığa.
Hazret-i Ebu Bekir, merakla hazret-i Ali’ye döndü:
- Ya Ali! Şu adamı tanıyor musun?
- Evet, tanıyorum.
- Seni görünce mahcup oldu. Acaba neden dersin?
Aliyyül Mürteza tahmin etmişti:
- Bana borcu var. Belki ondandır.
Hazret-i Ebu Bekir kalktı ve gitti o adamın yanına:
- Hayırdır, neyin var senin?
- Yok, bir şey ya Eba Bekr.
- Var var, Ali’yi görünce mahcup oldun. Neden?
- Ona borcum var da.
- Ne kadar?
- Yirmi bin akçe.
- Ödeyemiyor musun?
- Hayır, yoksa bir saat geciktirmem.
Hazret-i Ebu Bekir üzülmüştü.
Sevindirmek istedi o kimseyi:
- Dinle, sana bir teklifim var.
- Buyurun.
- Borcunu ben öderim, ama bir şartla.
- Sahi mi, her şarta razıyım.
- Pekâlâ, “Fatiha” nın yarısını oku. Sevabını bana hediye et.
Adam çok sevindi.
Dediğini yapıp, sevabını bağışladı Ona.
Hazret-i Ebu Bekir, ona yirmi bin akçe verip, tekrar rica etti:
- Diğer yarısını da okur musun.
Adamcağız;
- Okurum, dedi.
Ve okuyup bağışladı sevabını Ona.
Hazret-i Ebu Bekir yirmi bin akçe daha verdi.
Adam sevinçten uçuyordu.

Yazarın Diğer Yazıları