
Seydişehir'in madi ve manevi mimarı Seyyid Harun Hazretleri
Mehmet Bina
Pandemiden normalleşmeye döndüğümüz şu günlerde, iç ve dış ziyaretlerde de bir hareketlilik göze çarpmaktadır. Seydişehir'de bulunan Tınaztepe mağaraları, Kuğulu Park vb. yerleri ziyaret edip de, Seydişehir'in maddi ve manevi mimarı Seyyid Harun Hz.leri ve yakınında bulunan Abdullah Dehlevi Hz.lerini ziyaret etmeyi unutmamalıyız.
SEYYİD HÂRUN HZ.LERİ KİMDİR.
Peygamber Efendimizin soyundan gelen, Seydişehir’i kuran büyük velidir. 13. Yüzyılda Horasan bölgesinde yaşamakta olan sultan Seyyid Hârun, âdil bir hükümdar iken atalarının mezarını ziyareti sırasında gaipten gelen bir ses “Ya Harun, Rum’a çık ve Karaman bölgesinde bulunan Küpe Dağı’nın çevresinde bir şehir kur. O şehrin halkı salih ola.
Şaki olanın sonu hayırlı olmaya" diyordu. Bunun üzerine Harun Veli ileri gelenleri topladı ve onlara: "Ey yarenlerim! Büyük dedem ile amcamın kabirlerini ziyaretlerim sırasında bir hal oldu" deyince onlar ısrarla ne olduğunu anlatmasını istediler. Bunun üzerine duyduklarını anlatarak onlardan izin istedi ve müritleri ile birlikte, emirliği terkederek yanında kırk dervişi ve kardeşi olduğu halde yollara düşer.
Bir bulutun rehberliğinde Bağdat’a gelir ve burada anne tarafından Veysel Karanî, baba tarafından İmam Ca‘fer es-Sâdık soyuna mensup Şeyh Emîr Alâeddin’in misafiri olur. Kırk gün Bağdat’ta kaldıktan sonra Konya’ya gitmek için yola çıkar. Yol boyunca Türkmen nüfusun yoğun olduğu bölgelerde pek çok köy ve bu köylerde tekkeler kurar. Nihayet 702 (1302) yılı civarında Konya’ya gelir. Ahmed Fakih’in türbesini ziyaret eder.
Bir süre önce vefat eden beldenin büyük âlim ve mürşidi Hoca Ahmed Fakih Hazretleri'ne: "Efendimiz, sizin dünyaya veda etme zamanınız yaklaştı. Ne olur, yerine birisini bıraksan. Size halef olup ruhumuzu terbiye etse" diye yalvarmaları üzerine: "Yakın zaman içinde Acem taraflarından bir veli gelir. Onun adı Harun'dur. Alameti sağ elinde beyaz bir ben vardır. Beni isteyen onda bulur" buyurdu.
Seyyid Harun Hz.leri , Konya’da Hoca Fakih’e geldiklerinde Mescide girdiler ve Muhammed Aleyhisselâm Efendimiz’e salevat getirip, kapıyı açıp girdi. Hemen kudretten bir el çıktı. Seyyid Harun Filhâl ol eli öpdü. Bu halkın bazısı yed-i kudret (Kudret eli) dediler. Bazısı, Fa-kih Sultan’ın eli dediler. Taaccüp edip ibret aldılar.”
Seyyidi Harun Veli Hazretleri, Konya’da, Hoca Fakih Ahmed’in zaviyesinde; kırk gün kırk gece kalıp ibadetle meşgul oldu. Kendisini tanıyanlar, Hoca Ahmed Fakih Hazretlerinin söylediklerini kendisine anlattılar ve Konya'ya kalması için ısrar ettilerse de o işaret olunan yere gideceğini bildirdi ve şöyle dedi: "Ey dostlarım! Yola çıkalım. Gideceğimiz yer yaklaşmış gibi görünüyor" dedi. Yola devam ettiler ve Hatunsaray köyünde kardeşi Bedreddin'in hastalığı şiddetlendi ve orada vefat etti. Merhumu aynı köye (Hatunsaray'a) defnettiler. Kabrinin bulunduğu yer halen "Seyyid Kabri" olarak meşhurdur.
Bir süre sonra kâfile yoluna devâm etti. Bulut gittikçe yere yaklaştı. Hârun Velî; "Ey yârenlerim! İnşâallah menzilimiz yakın olsa gerek." dedi. Bu arada bir tepeyi aştıklarında kendilerine rehberlik eden bulutun, ovanın batı kısımında yer alan bir dağın eteğinde durduğunu gördüler. Hârun Velî'nin emri üzerine orası konak yeri oldu. Fakat Hârun Velî buranın Küpe Dağı olup olmadığında şüpheli idi. Burası bugün Karaviran kasabası olarak bilinen yerdi. Hârun Velî burada içindeki şüphenin giderilmesi için kırk gün Allahü teâlâya yalvardı.
Bu arada bölge halkı onun, velî mi, yoksa velî kılığına girmiş biri mi olduğunu anlamak için imtihân etmek istediler. Diri birisini tabuta koyup; "Cenâzemiz var namazını kılıver." diyerek Hârun Velî'yi dâvet ettiler. Hârun Velî toplanan halka; "Ölü niyetine mi, yoksa diri niyetine mi kılacağız?" diye sorunca; "Dirinin namazı kılınır mı, tabiî ki ölü niyetine kılacağız ." dediler. Hârun Velî; "Öyleyse, buyurun cenâze için Allahü teâlâya duâ edelim. Sonra da namazını kılalım." dedi. Duâ ettikten sonra; "Haydin cenâzenizi yıkayın da namazını kılalım." dedi. Halk alaylı bir şekilde cenâzeyi kilimden çıkardılar. Akıllarınca; "Sen ölüyü diriyi bilmiyorsun." diyerek, Hârun Velî ile alay edeceklerdi. Fakat kilimi açtıklarında, diri sandıkları adamı, ölü bulunca, şaşırdılar. Böylece Hârun Velî'nin büyük bir zât olduğunu anlatılar.
Bir süre sonra Hârun Velî; "Yâ Hârun! O dağa, yaklaş." diye bir ses işitti. Buna sevinen büyük velî, Küpe Dağına doğru yola çıktı. Kâfile, bulutun gösterdiği yere doğru yol alırken, Hârun Velî, Haydar Baba ile iki talebesini önden gönderdi. Kâfilenin önünü kesmek için Bük denilen mevkide eşkiyâ pusu kurmuştu. Bunlar Haydar Baba'nın yanındaki iki talebeyi öldürdüler. Haydar Baba olanları büyük velîye anlatınca; "Öyle ise siz yavaş yavaş geliniz. Ben önden gidiyorum." dedi. Hârun Velî yüzünden örtüyü hiç eksik etmezdi. Eşkiyânın pusu kurduğu yere yaklaşınca yüzünü açtı. Büyük velînin yüzünü gören eşkiyâ dağılıp kaçtı. İki talebeyi oraya defnettiler. Bir müddet gittikten sonra, Küpe Dağının eteğinde gökkuşağı şeklinde bir nûr parladığını gördüler. Hârun Velî sevenlerini toplayıp; "Ey dostlarım! Şu gördüğünüz nûr var ya, işte orası inşâallah bizim meskenimiz ve vatanımız olacak. Allahü teâlâ bizim, sizin ve bütün dostlarımızın îmânlarını, şeytanın ve kötü kimselerin şerrinden korusun''. dedikten sonra yollarına devâm ettiler. Nûrun kapladığı tepecikte konakladılar.
Hârun Velî, etrafın güzelliklerini seyrederken, keşif hâli tecellî etti. Şehri meydana getiren bütün mahallelerin yerlerini şöyle gördü: "Kıble tarafında büyük bir kapı vardı. İçinde bir mescid görünüyordu. Orada Peygamber efendimizin mübârek rûhâniyeti ve Eshâb-ı güzîn oturmuştu. kuzey tarafında kapı ve mescid vardı. Burada da bütün peygamberlerin rûhâniyetleri ve Hızır aleyhisselâm bulunuyordu. Batı tarafındaki kapıdaki mescidde ise, dedeleri ve evliyâ-ı kirâm bulunoyurdu. Bütün bunları gören Hârun Velî yakın dostlarını yanına çağırarark onlarla istişâre etti ve hemen şehrin kurulmasını istedi. Dostları; "Ey efendimiz! İnşâallah Allahü teâlâ kolaylık verir. Fakat bunun için ustalar, işçiler, kireç, taş gerekli. Bunca hizmetler nasıl görülebilir?" dediler. O da; "Kalkınız gidip, yapacağım bu yer için lâzım olan taş ve ağaçların yerini görelim." dedi. Hârun Velî'nin geldiğini duyan pekçok müslüman ve gayr-i müslim oraya gelmişlerdi. Onlar da beraber bu dağın eteğine gittiler. Bir su akıyordu. Suyun kenarında inşâatta kullanılabilecek ağaçlar, pınarın başında ise eski bir yerleşim merkezinin taşları bulunuyordu. Hârun Velî, Allahü teâlâya; "Yâ İlâhî! Senden bu taşların bir kısmının bizimle gelmesini umarım." diye duâ etti. Daha sonra taşlara doğru dönerek; "Allahü tealanın teslim izni ile kalkın." dedi. Taşlar kalkarak Hârun Velî'nin önünde koyun sürüsü gibi giderek, istenilen yere geldiler. Bu manzara karşısında birçok hıristiyan, müslüman oldu. Müslümanların ise, Allahü teâlâya teslimiyetleri fazlalaştı. Bu durumu duyan bölge halkı, akın akın ona gelmeye başladı. Hârun Velî gelen halka; "Ey cemâat! Biliyorsunuz ki, biz bir hayır işe başlayacağız. İnşâallah kurmakla vazîfelendirildiğimiz bu şehir, son zamanlarda çok faydalı olacak. Bilhassa sonradan gelenlere çok menfaatli olsa gerektir. Fakat şakî ve din bilgisinden mahrum olanların âkıbeti kötüdür." buyurdu. Allahü teâlânın yardımıyla halka büyük bir zevk ve coşkunluk geldi. Ustalar, marangozlar, demirciler, arabacılar ve işçilerin hepsi hizmete hazır olup, Hârun Velî'nin emir ve işâretini bekliyordu.
Hârun Velî önce Ulukapı, Pazar kapısı ve Evliyâ kapısının yapılmasını emretti. Ulu kapının yapımına Akça Baba, Pazar kapısının yapımına Nasipli Baba, Evliyâ kapısının yapımına da Haydar Baba nezâret ediyordu. Halk canla başla kırk gün çalıştıktan sonra, Hârun Velî bir müddet inşâatı paydos etmelerini istedi. İnşâata birkaç gün ara verildi. Hârun Velî yapılan kalenin etrâfını gezdi. Daha sonra inşâata tekrar başlanıldı. Kale burçları bir hayli yükseldiği sırada kaldırılamayan taşlar için Hârun Velî'den yardım istiyorlardı. O da; "Ey taş kalk!" deyince taş kalkıp istenilen yere konardı. Çalışanlardan herhangi birinin bir yeri taş ve kireçten yara olsa veya incindiğinde Hârun Velî orayı sıvazlayınca, Allahü teâlânın izni ile iyi olurdu.
Seyyid Harun Veli Hz.leri, Seydişehir’i kurarken, adeta Mekke ve Medine’yi şehir mimarisinde model alarak, Rasulullah’ın Medine’ye geldiğinde yaptığı ilk iş gibi, o da önce Müslümanların toplu ibadet edeceği camiyi inşa eder. Onun etrafında kendisinin ve dervişlerin barınacağı zaviye, çevresinde toplananları din yolunda ilimle irşat edeceği medrese, maddi arınmayı temsil eden hamam ve yoksulların doyurulması ve paylaşma ahlakının yaşanması için imarethane (aşevi) kuruyor.
Seyyid Hârun Velî, artık son günlerini yaşıyor ve vücudu hastalanmıştı. Hastalığı günden güne ziyâdeleşince, talebelerine; "Ey yârenlerim! Artık biz âhirete gidiyoruz. Öldüğümüz zaman beni ibâdet yerim olan buraya defnediniz. Üzerime bir türbe yapınız. Hepiniz haklarınızı helâl ediniz." deyince, herkes gözyaşı dökmeye başladı. Hârun Velî onları îkâz etmek için; "Siz bana niçin ağlıyorsunuz. Ben hayâtım boyunca, sevdiğim ve rızâsını almaya uğraştığım mukaddes dostuma gidiyorum. Sizleri de O'na emânet ediyorum." dedikten sonra Kelime-i şehâdet getirerek 1320 (H.720) senesinde rûhunu teslim etti.
Hârun Velî'nin vefâtını kimse fark edemedi. Görenler ölmemiş zannediyordu. Yüzünde hiç vefât nişânesi yoktu. Sanki tatlı bir tebessümle etrâfını seyir ve temâşâ ediyordu. Kimse ne olduğunu anlayamadı. Sonra Haydar Baba ile Gök Tîmûr Baba gelip, Hârun Velî'nin mübârek nâşı yanında gece sabaha kadar beklediler. Öldüğüne kanâat getirdiler. Sabah gasil işleri tamamlandı ve kalabalık bir cemâat tarafından kılınan namazdan sonra husûsî ibâdethânesine defnedildi. Üzerine kısa zamanda bir türbe yaptırıldı. Yerine kızı Halîfe Sultan geçti. Halîfe Sultan'ın vefâtından sonra ise, Hârun Velî'nin yetişmesine ve terbiyesine çok önem verdiği kardeşinin oğlu Şeyh Mûsâ geçti.
KAYNAKLAR
1) Makâlât-ı Seyyid Hârun Velî
2) Seydişehir Evliyâları