Mehmet Bina

SABIR, MUSİBETİN İLK ANINDADIR

Mehmet Bina

Allah’ın Resûlü bir gün bazı sahabîlerle Medine’de dolaşıyordu. Kabristanın yanından geçerken, çocuğunun kabri başında feryat ederek ağlayan bir kadına rastladı. Evlat acısına yüreği dayanmayan kadıncağızın bu hâlini gören Hz. Peygamber (s.a.s.) ona, “Allah’tan sakın ve sabret!” dedi. Kederinden onun Peygamber olduğunu fark edemeyen kadın, “Bana ilişme! Benim başıma gelen senin başına gelmedi (de ondan böyle rahat konuşuyorsun)!” deyiverdi. Bir müddet sonra oradakilerden biri kadına onun, Allah’ın Resûlü olduğunu söyledi. Kederli anne özür dilemek üzere Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kapısına geldi. Yaptığına pişman olan kadın, “(Kusurumu bağışla) Allah’ın elçisi olduğunu bilemedim.” diyerek mazeret beyan etti. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.) ona şu karşılığı verdi: “Esas sabır musibetin ilk başa geldiği anda gösterilmelidir.” (Buhârî, Cenâiz, 31) Peygamberimizin bu olayda işaret ettiği üzere, mü’min olan kişi özellikle musibetle ilk karşılaşma anında metanetini korumalı, musibetler karşısında mü’minin sabrı, inancı daha da güçlenmelidir. Mü’min, yaşadığı musibetlerden manen güçlenerek çıkmayı başarmalıdır. Çünkü o, hem nimetlere şükretmesini hem de musibetlere sabretmesini bilen insandır.

 

3 KİŞİNİN İBRETLİK ÖLÜMÜ

 

Bir adam İsa aleyhisselam ile arkadaşlık yapmak ister. Büyük nebi kırmaz, birlikte yola çıkarlar... Bir miktar yürüdükten sonra su başında dururlar. Yanlarında üç ekmek vardır. Ekmeğin ikisini yerler. İsa aleyhisselam gidip su içer, döndüğünde üçüncü ekmeği göremeyince sorar:

-Ekmeğe ne oldu?

-Bilmiyorum, cevabını alır...

Hazret-i İsa arkadaşı ile yola devam eder. Hayli acıkırlar. İki geyik yavrusuna rastlarlar. İsa aleyhisselam yavrulardan birini çağırır, koşa koşa gelir. Keser, pişirir ve yerler. Sonra "Allah’ın izni ile kalk" der. Geyik yavrusu dirilip annesinin yanına gider. İsa aleyhisselam arkadaşına dönüp yine sorar:

-Sana bu mucizeyi gösteren Allah’ın adına yemin veriyorum! Söyle o ekmeği kim aldı?

-Bilmiyorum.

Yola devam eder, bir nehirle karşılaşırlar. Köprü yok, sandal yok. Karşıya geçmeleri lâzım. İsa aleyhisselam adamın elini tutar, burula burula akan coşkun suların üstünde yürürler. Tekrar sorar:

-Bana bu mucizeyi veren Allahü teala aşkına söyle ekmek ne oldu?

-Bilmem, haberim olsa söylerim.

Nihayet ovaya inerler. İsa aleyhisselam bir miktar toprak yığar ve dua eder. Küçük tepecik çil çil altın hâline döner. Bunu üçe taksim eder. "Biri benim" buyurur, "biri senin, üçüncü de kayıp ekmeği yiyenin!" Hemen itiraf eder;

-O ekmeği ben yemiştim!..

İsa aleyhisselam;

-Al üçü de senin olsun, deyip ayrılır. Adam altınları nasıl taşıyacağını düşünürken iki harami gelir:

-Bizi de ortak et, eğer eceline susamadınsa...

-Zaten üç parça, gelin paylaşalım.

Altınları koyacak torba ve yiyecek alsın diye haramilerden birini kasabaya gönderirler. Onun da dünya sevgisi ağır basar, "dur şunları zehirleyeyim" der, "altınların hepsi bana kalsın."

Bekleyenler de ihanet içindedirler. "Var mısın onu öldürelim" derler, "üçe değil ikiye bölmek varken..."

Nitekim yemeklerle çuvallarla gelen arkadaşlarına saldırır, acımadan katlederler. Sonra oturup yemeği yerler.

Zehir kanlarına işler, peş peşe toprağa düşerler...

İsa aleyhisselam dönüşte bakar ki altınlar olduğu gibi ortada durmakta ve başında üç ceset yatmakta. İbretle bakar ve şöyle buyururlar: "İşte dünya!"

 

Yazarın Diğer Yazıları