Mehmet Bina

Oğlun, Hanımın Sana Bir Emanettir

Mehmet Bina

Ailemiz, evlatlarımız ve Rabbimizin bize verdiği canımız, bize birer emanettir. Onları her türlü tehlikelerden korumak bizim görevimizdir. Bize düşen görevi yapmak zorundayız. Allah (cc) ne zaman ki emanetini alırsa da teslimiyetimizi göstermek inancımız gereğidir. Bu konu ile ilgili iki tane örnek vermek istiyorum. 

Ebu Talha henüz Müslüman olmamış idi. Ümmü Süleym'e (Rumeysa) evlenme teklifinde bulundu. Ümmü Süleym (ra) ona şu cevabı verdi:

— Doğrusu ben de sana hevesliyim. Senin gibisi kaçırılmaz. Lakin sen kâfir bir adamsın, bense Müslüman bir kadınım, seninle evlenmem doğru olmaz. Bunun üzerine aralarında şöyle bir konuşma cereyan etti. Ebu Talha:

— Sana ne oldu Rumeysa?

— Ne olmuş bana?

— Sarı ve kırmızıdan ne haber?

— Ben altın ve gümüş aramıyorum. Sen bir adamsın ki işitmeyen, görmeyen, sana hiç faydası dokunmayan şeylere tapıyorsun. Falanların siyah kölesinin dağdan sürükleyip getirdiği yerden biten odun parçasına tapmaktan hiç sıkılmıyor musun? Eğer sen Müslüman olursan, işte o benim mehrim olsun, evlenelim, başka bir şey talep etmeyeceğim.

— Bana Müslümanlığı kim telkin eder Rumeysa?

— Resulullah (s.a.) telkin eder, ona git.

Ebu Talha, Hz. Peygamberin bulunduğu yere doğru ilerlemeye başladı. Resulullah, ashabı ile oturuyorken:

“Ebû Talha, İslamın aydınlığı iki gözü arasında parlayarak geliyor.” buyurdu. Ebu Talha, Hz. Peygamberin huzurunda iman etti ve Rumeysanın söylediklerini haber verdi. Hz.Peygamber, Rumeysanın şartı üzerine nikâhlarını kıydı. Resulullah (s.a.) Rumeysa için şöyle buyurmuştur:

“Gördüm ki cennete girmişim, önümde bir ayak sesi. Bir de baktım ki Rumeysa.” Ümmü Süleym (r.anhâ) ile Ebû Talhâ (r.a) birlikte mesut bir hayat yaşıyorlardı. Evliliklerinin üzerinden bir yıl geçtiğinde bir oğulları dünyaya geldi. Adını Ebû Umeyr koydular. Çocuk evin neşe ve sevinç kaynağı oldu. Gün geçtikçe büyüyordu. İki Cihan Güneşi efendimiz bu âileyi sık sık ziyarete gelirdi. Bir defasında Ebu Umeyr’i neşesiz gördü. Annesine:

“Ey Ümmü Süleym! Oğlunuzu neşesiz görmemin sebebi nedir?” dedi. O da:

“Ya Rasûlallah! Onun oynamakta olduğu bir kuşu vardı. O öldüğü için üzüntülüdür.” dedi. Bu cevap üzerine Rahmet Peygamberi Efendimiz (s.a) çocuğun yanına vardı. Başını okşayarak onu teselli etmek üzere:

“Ey Ebû Umeyr! Ne oldu senin nügayr?”diyerek latîfe yaptı.

Ebû Talhâ (r.a) da eve her gelişinde ilk defa Ebû Umeyr’i sorardı. Onu kucağına alır, sever ve şakalaşırdı. Bir gün bu hayat dolu çocuk hastalandı. Anne ve babası ne kadar uğraştıysa da derdine şifa bulamadılar. Babasının evde olmadığı bir sırada çocuğun hastalığı tehlikeli bir hal aldı. Şiddetli ateşler içerisinde ruhunu teslim etti. Ümmü Süleym (r.anhâ) metânet sâhibi bir hanımdı. Engin bir sabır içerisinde telâşa kapılmadan, sâkin, mütevekkil ve kadere râzı bir halde, feryad ü figan etmeden çocuğu yıkayıp, kefenledi. Kokular sürerek üstünü örttü. Evdekilere de; Ebû Talhâ’ya ben haber verinceye kadar siz bir şey söylemeyin diye tenbihatta bulundu. Bir müddet sonra Ebû Talhâ eve geldi. Oğlunun durumunu öğrenmek istedi. Ümmü Süleym (r.anhâ):

“Biraz rahatlamış olacak, eskisinden daha sâkin…” dedi. Ölüm haberini birden vermek istemedi. Hemen kalkıp daha önce hazırladığı yemeği beyinin önüne getirdi. Ebû Talhâ (r.a.) hanımının telaşsız halinden çocuğun iyileştiğini zannetti. Birlikte yemek yediler, sohbet ettiler. Ümmü Süleym (r.anhâ) beyine karşı sâkin ve güleryüzlü görünerek onun istirahatini ve gecesinin neşe ile geçmesini sağladı. Sabah namazı mescide gitmek üzere hazırlanan kocasına:

“Ya Ebâ Talhâ! Şu komşumuzun yaptığına bak! Kullanmak üzere benden emanet aldıkları malı geri almak için gittiğimde vermek istemediler. Ağırlarına gitmiş!…” diyerek dikkat çekti. Ebû Talhâ (r.a) da:

“Olur mu öyle şey!. Hiç iyi etmemişler.” dedi. Kocasını bu şekilde hazırlayan Ümmü Süleym (r.anhâ):

“Ya Ebâ Talhâ! Oğlun senin yanında Allah’ın bir emaneti idi. Onu geri aldı.” dedi. Ebû Talhâ (r.a) birden bire şaşırdı. Söyleyecek bir şey bulamadı ve:

“İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn = Biz Allah’dan geldik Allah’a döneceğiz.” âyetini okuyarak teslimiyet gösterdi.

Hazret-i Ebû Bekir (r.a)ʼın torunu Kâsım bin Muhammed (r.a) şöyle anlatır:

“Hanımım vefât etmişti. Muhammed bin Kâ’b el-Kurazî tâziyeye geldi. Bana şu kıssayı anlattı:

Bir zamanlar İsrâiloğulları’ndan âlim ve âbid bir adamın çok sevdiği hanımı vefât etmişti. O âlim, buna çok üzüldü ve evine kapanıp insanlarla alâkasını kesti. İsrâiloğulları’ndan sâliha bir kadın bunu duyunca yanına gitti ve:

«–Sana soracak bir meselem var, fetvâ istiyorum.» dedi. Âlim;

«–Mesele nedir?» deyince, kadın şöyle bir suâl sordu:

«–Ben, komşum olan bir hanımdan ödünç olarak bir bilezik aldım. Onu bir müddet takındım. Şimdi bana haber gönderdiler, onu istiyorlar. Ne dersin, onlara bileziklerini iâde etmem gerekir mi?»

Âlim:

«–Evet, vallâhi vermen lâzım.» dedi.

Kadın:

«–Ama o bilezik bende bir müddet kaldı, (onu çok sevdim).» deyince âlim:

«–Olsun, sen onu emânet olarak aldığın için onların bunu geri istemeye hakları vardır.» cevâbını verdi. Bunun üzerine kadın:

«–Allah sana merhamet eylesin ey âlim! Allah, sana emanet olarak verdiği şeyi geri istediğinde, sen neden üzülüyorsun!? Üzülmeye hakkın var mı? Sana hanımını emâneten vermişti, sonra da geri aldı. Allâh’ın, onu yanında bulundurmaya senden daha çok hakkı vardır.» diyerek onu tesellî etti.

Âlim bu sözlerden ibret aldı, hakîkati gördü ve kendine geldi…” (Muvatta, Cenâiz, 43)

Yazarın Diğer Yazıları