Mehmet Bina

Müslüman gıybetten ve gıybet yapılan yerden uzak durmalı

Mehmet Bina

Allah dostlarından Abdullah Dehlevî Hazretleri, bulunduğu meclislerde lüzumsuz sözler sarf edilmesine müsaade etmezdi. Birisi gıybet etse hemen ona mânî olur ve:

“–O söylediğin söze ben daha lâyıkım!” derdi.

Oruçlu olduğu bir gün, yanında sultânı kötülediler, gıybetini yaptılar. Abdullah Dehlevi Hz.leri:

“–Eyvah, orucumuz bozuldu!” buyurdu.

Bir talebesi:

“–Efendim, siz gıybet etmediniz ki!” dediğinde ise:

“–Evet, biz gıybet etmedik, ama dinledik. Gıybette, söyleyen de dinleyen de aynıdır.” buyurdu.

Allâh Resûlü (s.a.v.) bir gün:

“Oruç, oruçluya yakışmayan şeylerle zedelenmedikçe (tutan için) bir kalkandır.” buyurdu. Ashâb-ı Kirâm:

“(Oruçlu) onu ne ile zedeler?” diye sorunca Resûl-i Ekrem (s.a.v.):

“Yalan ve gıybetle...” cevâbını verdiler. (Nesâî; Sıyâm, 43)

Resûlullâh’ın (s.a.v.) âzadlısı Ubeyd (ra) şöyle anlatır:

İki kadın oruç tutuyorlardı. Öğle üzeri bir kimse Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’e gelerek:

“–Yâ Resûlallâh! Şurada iki kadın var, oruç tutuyorlar. Neredeyse susuzluktan ölecekler. (Müsâade buyurursanız oruçlarını bozsunlar.)” dedi.

Allâh Resûlü (s.a.v.) ondan yüz çevirdi, cevap vermedi. Gelen kimse sözünü tekrar ederek:

“–Yâ Nebiyyallâh! Vallâhi neredeyse ölecekler.” dedi. Fahr-i Kâinât (s.a.v.) Efendimiz:

“–Çağır onları!” buyurdu. Kadınlar geldi. Peygamberimiz (sav) bir kap istedi. Kadınlardan birine vererek:

“–İçindekileri çıkar!” dedi. Kadın kabın yarısını dolduracak kadar kan, cerâhat ve et kustu. Diğerine de aynı şekilde emir buyurunca o da kabı dolduruncaya kadar kan ve taze et çıkardı. Bunun üzerine Resûlullâh (s.a.v.):

“–Bu iki kadın Allâh’ın helâl kıldığı şeylerden kendilerini tutarak, onlara karşı oruçlu oldular, haram kıldığı şeyleri yaparak da iftâr edip oruçlarını bozdular.

Biri diğerinin yanına oturup insanların etlerini yemeye başladılar (yani gıybet ettiler).” buyurdu. (Ahmed, V, 431; Heysemî, III, 171)

Bir kaç genç Ramazan ayında yaşlı birinin

kuytu bir köşede gizliden yemek yediğini görürler..

Alay ederek ; ''Hayırdır oruçlu değil misin dede''

Yaşlı adam : ''Tabi ki oruçluyum sadece su içip yemek yiyorum''

Gençler gülerek ''Gerçekten mi'' derler ..

Yaşlı adam : ''Gerçekten tabi ;

▪Yalan söylemiyorum ..

▪Kimseye kötü gözle bakmıyorum ..

▪Kimseyle alay etmiyorum..İsrâf etmiyorum ..

▪Kimseye hakaret etmiyorum ..

▪Kimsenin gizlisinin saklısının ardına düşmüyorum ..

▪Gıybet etmiyorum ..

▪Kimsenin malına göz dikmiyorum..

Lakin bir hastalıktan dolayı Mideme oruç tutturamıyorum o kadar..''

▪Yaşlı adam gençlere dönerek :

 ''Peki siz Oruçlu musunuz !?''

Gençler utanarak başlarını önlerine eğip :

Hayır oruçlu değiliz sadece yemek yemiyoruz.

Oruçlu iken dilimizi; dedikodu, gıybet, yalan, iftirâ ve mâlâyânîden de muhâfaza etmemiz gerekir. Çirkin konuşmalara karşı dilimize “sükût orucu” tutturabilmemiz îcâb eder. Yani ağzımıza bir şey girmemesine dikkat ettiğimiz gibi, ağzımızdan çıkan her kelimeye de dikkat etmeliyiz.

Oruç üç derecedir:

a) Avam'ın orucu

b) Havassın orucu

c) Ahass'ul-Havass'ın orucu

- Avamın Orucu: Bu oruç, mide ve tenâsül uzvunu şehvetlerden sakındırmaktır. Yani yemek, içmek ve cinsî münasebette bulunmaktan sakınmaktır.

- Havass Orucu: Kulak, göz, dil, el, ayak ve sâir âzaları günah-lardan uzak tutmaktan ibarettir.

- Ahass'ul-Havass'ın Orucu: Kalbi, dünyevî düşüncelerden tamamen arındırıp Allah'tan başka herşeyi kalpten uzaklaştırmaktır.

Böyle bir oruç Allah'tan ve kıyâmet gününden başka birşeyi düşünmekle bozulur. Din için düşünmezse dünyayı düşünmek de bu orucu bozar. Hattâ kalp ehli, akşam iftarda yiyeceği ve içeceği şeyleri düşünmek suretiyle fikir yürüten kimsenin hatada olduğunu kaydetmişlerdir. Çünkü bu Allah'ın fazlına güvensizlik, Allah tarafından va'dedilen rızka tam inanmamak demektir. Bu mertebe, peygamberlerin, sıddîk ve mukarriblerin mertebesidir.

- Oruç insanı Melekleştirir.

Ubade ibni Samit Radiyallâhu Anh anlatıyor:

Ramazan ayının başladığı bir günde Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:

"İşte bereket ayı olan Ramazan geldi. Artık Allah’ın rahmeti sizi kuşatır. O ayda yeryüzüne bol bol rahmet iner. Günahlar affedilir, dualar kabul olunur.

Allah sizin iyilik ve ibadette yarışmanıza bakar da, bununla meleklerine karşı iftihar eder.

Öyleyse kulluğunuzla kendinizi Allah’a sevdirin. Bu ayda asıl şaki olan, Allah’ın rahmetinden nasibini alamayan kimsedir." (et-Tergib ve’t-Terhib, 2:99)

İnsanı meleklerden ayıran en önemli özelliği nefis sahibi olmasıdır. İnsan yer, içer, evlenir; üzülür, öfkelenir, günah işler. Fakat oruçlu iken belli bir süre için yiyip içmesini terk eder, zevklerine sınır koyar. Nefsinin ihtiyaçlarına cevap vermez, her dediğini yapmaz.

Bu arada yalan, gıybet gibi günaha sokan işlerden de kendini çeker. Gereksiz hareketlerden uzak durmaya çalışır.

İşte insan bu haliyle meleklere benzer. Çünkü melekler de yiyip içmezler, evlenmezler, günah işlemezler. Çünkü nefis taşımıyorlar.

Oysa insan nefis taşıdığı halde nefsine hakim oluyor, onun her isteğine uymuyor. Öyle ki manevî hali itibariyle melekleri bile geçebilecek vaziyete bürünüyor.

Cenab-ı Hak, arzularını dizginleyen mü’min kullarıyla meleklere karşı iftihar ediyor, onları meleklere örnek gösteriyor. Oruç tutan insanın kendi katındaki derecesini ifade ediyor. Mü’min de bu iltifata karşı, kendisini Allah’a sevdirmeye, Ona olan kulluk görevinde ciddi olmaya, yaratılışı doğrultusunda yaşamaya çalışmalıdır.

Şeytan, Elbette Ramazan günü oruçlu kişiyi, içkiye, kumara davet etmez

-Ama kul hakkı yemeye

-Eşinizle tartışmaya

-Haksızlık yapmaya

-Harama bakmaya

-Yalan söylemeye

-Gıybet etmeye

-Kalp kırmaya

-Küs kalmaya

-Ahlaksız dizileri izlemeye kesinlikle davet edecektir...

- Peygamberimiz (sav): Kim yalan söylemeyi, yalanla iş görmeyi ve cehâleti terk etmezse, Allah’ın, onun yemesini ve içmesini bırakmasına (oruç tutmasına) ihtiyacı yoktur.” buyurmaktadır.(Buhari)

Bir gün, büyük velî Hasan-ı Basrî hazretlerine birisi gelip;

-Filan kimse seni çekiştirdi, gıybet etti, der. O mübarek de sorar;

-Sen o zâtın evine niçin gitmiştin? Adam;

-Misâfir olarak dâvet etmişti, der. Sonra adama, orada kendisine ne ikrâm edildiğini sorunca;

-Çeşitli yemekler ve serin meşrubatlar ikram etti, cevabını alır.

Hasan-ı Basrî hazretleri, adamdan bunu duyunca şöyle der:

-Bu kadar yemeği içinde sakladın da, bir çift sözü mü saklayamadın?

Mübarek zat hemen, kendisinin aleyhinde konuşan bu kimseye, bir tabak tâze hurma ile birlikte şöyle haber gönderir:

"Duyduğuma göre gıybetimi ederek sevaplarını, benim amel defterime geçirmişsin! İsterdim ki, karşılık vereyim! Kusura bakmayın! Bizim hediyemiz sizinki kadar çok olmadı!.."

Rivayet olunur ki, Adamın biri kalkıp Cüneyd-i Bağdadî’nin (k.s) meclisinde dilendi. Bunu gören Cüneyd, hatırından şöyle geçirdi:

– Adamın vücudu sıhhatli, çalışıp kazanabilir. Hâl böyle iken niçin dileniyor ve bu zillete katlanıyor?

O gece rüyasında, önüne üzeri örtülü bir tepsi kondu ve kendisine denildi ki:

– Haydi ye!

Tepsinin kapağını kaldırınca, sözü edilen dilencinin ölmüş ve bu tepsinin içine konulmuş olduğunu gördü.

– Ben ölü eti yemem!

– Peki, dün gece mescidde niçin yedin?

Cüneyd (ra), kalb ile gıybet etmiş olduğunu ve hatırından geçen şeylerden de sorumlu tutulduğunu anlamıştı. 

Cüneyd-i Bağdadî (ra) sonra gelişen olayları şöyle anlatmaktadır:

‘Bu rüyanın heybeti ve dehşetiyle uyanmış, abdest alıp iki rekât namaz kıldıktan sonra o dervişi aramaya koyulmuştum. Nihayet kendisini Dicle nehrinin kenarında gördüm. Suya atılan sebze artıklarını, suyun yüzünden toplayıp yiyordu. Yanına vardığımı fark edince başını kaldırdı ve bana:

– Hakkımızdaki düşünceden ötürü tevbe etmedin mi?

– Ettim, ettim.

– O halde şimdi var git. “Kullarından tevbeyi kabul eden O’dur…” (Şurâ, 25) Şu hatır tevbesini de muhafaza et!’

Cüneydi-i Bağdadî (ra), Allah’ın izniyle uyarılmış ve tevbe etme şansını elde etmişti. 

İnsan ; bazen kendini de okumalı, Hatta yargılamalı..​

Yazarın Diğer Yazıları