Mehmet Bina

Manevi yönden Çanakkale Savaşı

Mehmet Bina

Türk ve islam tarihindeki en önemli savaşlardan birisi de Çanakkale savaşıdır.

Çanakkale Zaferi'nin üzerinden tam 107 yıl geçti. İtilaf Devletleri ve İttifak Devletleri arasında yaşanan mücadelede Osmanlı Devleti İttifak Devletleri tarafında yer almıştır.

18 Mart 1915 tarihinde ise en güçlü saldırı yapılmıştır. Bu saldırılara karşı Osmanlı Ordusu'nun savaş stratejisi olarak boğaza döşediği mayınlar ile düşman donanmasında ağır kayıplar verilmiştir.  Nusret Mayın Gemisi'nin batırılması ile itilaf Devletleri birlikleri bozguna uğratılmış ve deniz saldırısından vazgeçmek zorunda bırakılmışlardır.

Bu savaşın en önemli özelliği maddi yönünden olduğu gibi manevi yönünün olmasıdır.

Teşbihte hata olmazsa, Bedir savaşının bir benzerinin, İslam ve Türk tarihinde iki Savaşda daha yaşanmıştur.

Bedir savaşından sonra, ikincisinin Büyük Selçuklu Hükümdarı Alparslan’ın Bizans’a karşı kazandığı ve Anadolu’nun Türklere yeni yurt olmasını sağlayan Malazgirt Zaferi; üçüncüsünün ise Çanakkale’de sergilenen Milli Mücadele ruhu ile kazanılan Çanakkale Zaferidir.

Çanakkale savaşı, nasıl bir îman gücüyle kazanıldı? Bu hususta, bizzat harbe iştirâk etmiş bulunan kahraman yiğitler, zaferin taktiğini şu şekilde anlatıyorlardı:

“Gönüllerimiz Allâh’a niyaz hâlindeydi. O’nun yardım ve istiânesine sığınmıştık. Kumandanlarımız da sürekli olarak bize «Salât-ı Nâriyye»yi okutturuyorlardı... Böylece ilâhî yardıma nâil olduk...”

Çok örnekleri var, ancak yerimlzin kısıtlı olması hasebiyle birkaç örnek vereceğiz.

Çanakkale muhârebelerinde kumandanlık yapmış ve yaralanmış olan emekli bir subay, hâtırâtında şöyle anlatıyor:

Çanakkale Harbi’nin devam ettiği günlerden birindeyiz. O gün akşama kadar devam eden savaş, bu nisbetsiz üstünlüğe karşı yine zaferimiz ile netîcelenmek üzereydi. Gözetleme yerinde muhârebenin son safhasını heyecanla takip ediyordum. Mehmetçiklerin “Allah Allah...” nidâları ufku titretiyor, korkunç bir medeniyetin bütün heybetini temsil eden top seslerini bile bu müthiş haykırışlar bastırıyor gibiydi.

Bir aralık, yanımda bir ayak sesi duyar gibi oldum. Geriye dönünce Ali Çavuş ile karşılaştım. Sapsarı olmuş yüzünde müthiş bir ıztırap okunuyordu. Daha neyin var demeye kalmadan, o her şeyi anlatmaya yetecek olan kolunu bana gösterdi. Dehşetle ürpermiştim. Sol kolu bileğinin dört parmak kadar yukarısından aldığı bir isâbetle hemen hemen tamamen kopacak hâle gelmişti ve elini yere düşmekten ancak zayıf bir deri parçası alıkoymakta idi. Ali Çavuş dişlerini sıkarak ıztırâbını yenmeye çalışıyordu. Sağ elindeki çakıyı bana uzattı:

“–Şunu kesiver kumandanım!” dedi.

Bu üç kelimelik cümle, öyle müthiş bir istek, öyle bir mecbûriyet ifâde ediyordu ki, gayr-i ihtiyârî çakıyı aldım ve derinin ucunda sallanan eli koldan ayırdım. Bu tüyler ürpertici vazifeyi yaparken de:

“–Üzülme Ali Çavuş, Allah vucûduna sağlık versin!” diye moral vermeye çalışıyordum.

Çok geçmeden Ali Çavuş, yalnız elini değil, vatan uğruna fânî vucûdunu da fedâ etti. Gözlerini hayata yumarken de:

“–Vatan sağ olsun! Allah îmandan ayırmasın!.. Canım vatana fedâ olsun!..” cümlelerini tekrarlayarak son nefesini vermiş, etrafı küçük bir kan gölü hâline gelmişti.

Askerlerin geride bıraktığı eşleri ve anne babaları da memleketlerinden dua ordusuna katılıyordu.

Çanakkale'nin bilinmeyen kahramanı Şemse nenenin hayat hikayesi bir başka.

Evlendi, ertesi gün kocası cebheye gitti. Veda esnasında eşini kıskanan kocası Şemse nineye, şu eşikten dışarı dahi çıkmayacaksın diyor.

- Kocasına söz veren Şemse hatun köyünde şehit haberi geldikçe camide mevlitler hatimler okunsada çıkmıyor. Çıkamıyor.

Evliliğin her yıl dönümünde gelinliğini giyip eşi gelir ümidiyle hazır beklese de gelen yook giden yoook.

- Yaşlanıp öleceğini anlayan Şemse nene vasiyet olarak komşusuna bir çıkı verip bunu mezarıma karıştırıver oğul der.

- Nihayet emri vaki gelmiş olup tam toprağa verilirken çıkıyı toprağa gömelim diyen komşuya duuuur der köyün hocası.

"Bizim dinimizde ölü ile toprağa bir şey gömülmez, (sanıyorki içinde altın, gümüş kıymetli bir şey var)

- "Aç bakalım ne varmış içinde"

Dökülen dişleri

Kestiği tırnakları ve

Tarağına takılan saçları

- Hocaefendi göz yaşları içinde eyyy ahali anladınız mı şimdi Şemse nenenin neden evden çıkmadığını.

- "Vallahi ben bu dişlerim ile yabancı erkeğe gülmedim,

- Vallahi ben bu ellerimle yabancı erkeğe dokunmadım.

- Vallahi bu saçlarımı yabancı erkeğe göstermedim..." demek istemiştir.

Bunları ahirette eşine şahitlik yapsın diye biriktirmiş....

Çanakkale müstahkem mevkî kumandanı Mirlivâ Cevat Paşa, Boğaz’a çöreklenen düşman donanmalarının bombardımanları karşısında melûl ve mahzûn bir hâlde iken aşırı yorgunluktan dolayı hafif bir uykuya dalmıştı. Rüyâsında hâtiften bir ses işitti:

“–Ey Cevat! Sizler Allah Teâlâ’nın yüce kelâmına hürmet ve tâzim edersiniz. Bunun için sizi Cenâb-ı Hakk’ın yardımı ile müjdeliyorum! Şu denizin üzerine bir bakıver!”

Cevat Paşa, denizin üzerine baktığında, bir nur cümbüşü arasında «kef» ve «vav» harflerini gördü. Ardından uyandı.

Ertesi gün Cevat Paşa, bir mezarın başında Fâtiha okurken rüyâsındaki sesi bir daha işitti:

“–Ey Cevat! Depolardaki 26 mayını denize döşe!”

Heyecana kapıldı. Mânevî bir muammâ ile karşı karşıya idi. Bunu nasıl çözeceğini düşünürken az ileride kendisini süzen nur yüzlü bir zâta rastladı. O zât, Paşa’ya yaklaştı ve bir derdi olup olmadığını sordu. Paşa da, olup bitenleri anlattı. O Allah dostu, Paşa’nın anlattığı muammâyı derûnî bir vukûfiyetle açıkladı:

“–Evlâdım! Deniz üzerinde gördüğün nur, zaferimize alâmettir. Kâfirlerin bu topraklara sahip olamayacağını gösterir. «Kef» ve «vav» harfleri ise, “ebced” hesabına göre 26 eder. O hâlde deponuzdaki 26 mayını döşemeniz, zaferin en büyük hamlelerinden biri olacaktır.”

Bu sözlerinin ardından o nur yüzlü zât, gözden kaybolup gitti.

Artık meseleyi iyice idrâk etmiş bulunan Cevat Paşa, vakit geçirmeden mezkûr mayınların döşenmesi için derhâl emir verdi. Nusret Mayın Gemisi ile döşenen mayınlar, Yüzbaşı Hakkı Bey’in kumandasında vazifesini mükemmel bir şekilde yerine getirdi. Gece yarısı denize salınan mayınların her biri tekbîr ile suya yerleştirilmişti. O sabah Yüzbaşı Hakkı Bey, vazifesini tamamladıktan sonra geçirdiği bir kalp krizi ile şehîd oldu.

Ertesi gün, düşman zırhlıları Boğaz’a girdiğinde, gece döşenmiş olan mayınlar, vazifelerini îfâ etmeye başladı. Neticede düşman donanmasının bir kısım mühim zırhlıları bu mayınlarla Boğaz’ın sularına gömüldü. Böylece düşmanın hücûmu akàmete uğradı.

Bunun için onlar ilâhî yardıma muhâtap oldular. Allah Teâlâ buyurur:

“...Siz Allâh’ın dînine (onu muhlisler olarak yaşayarak ve başkalarına da ileterek) yardım ederseniz, Allah da size yardım eder...” (Muhammed, 7)

Nitekim Çanakkale Harbi’ndeki İngiliz kumandanı tarihçi Hamilton da, bu hakîkati şöyle îtiraf etmiştir:

“Bizi Türkler’in maddî gücü değil, mânevî gücü mağlûb etmiştir. Çünkü onların atacak barutu bile kalmamıştı. Fakat biz, gökten inen güçleri müşâhede ettik!..”

Çanakkale gâzilerinden merhum Lâdikli Ahmed Ağa’nın şâhid olduğu şu hâdise de, o sıkıntılı günlerdeki ilâhî yardımın bir tezâhürüdür:

Cehennemî bir ateş altında askerlerin damarlarını kurutacak derecede bir susuzluk yaşanıyordu. Tam bu esnâda nur yüzlü bir zât, elinde bir testi su olduğu hâlde siperlerin arasında peydâ oluverdi. Bütün askere buz gibi su dağıttı; yine de testisindeki su bitmedi. Lâdikli Hacı Ahmed Ağa da, bu zâtın testisinden su almıştı. O zât, Ahmed Ağa’ya:

“–Evlâdım! Yaralanırsan, matarana aldığın sudan sürüver!” dedi.

Nitekim bir iki defa yaralanan Ahmed Ağa, yaralarına bu sudan sürdü ve kısa zamanda şifâ buldu.

İsminin Kaşıkçı Dede olduğunu söyleyen bu zât ise, Kilitbahir’de medfun, yıllar önce vefât etmiş bir Allah dostu idi.

Bu hâdise gösteriyor ki, Allâh’ın izniyle evliyâullâhın Çanakkale harbinde büyük yardımının olduğu muhakkaktır.

Sonuç olarak şunu diyebiliriz ki;

Su uyur düşman uyumaz.” atasözümüzü unutmadan savaşın sadece sıcak çatışmalardan ibaret olmadığını, günümüz mücadelesinde teknolojinin ve kalemin kılıçtan daha çok işe yaradığını unutmamalıyız.

Çanakkale Zaferi, deşarj olmak için değil; şarj olmak için okunmalıdır.

Çanakkale Zaferi, yeniden dirilişe vesile olsun diye okunmalıdır.

Çanakkale Zaferi, dünden ders alarak geleceğe daha güvenle bakabilmek için okunmalıdır.

Ecdadımızın miras bıraktığı bu vatana sahip çıkmak hepimiz için bir borçtur.

Yazarın Diğer Yazıları