
İslam tarihinde ve günümüzde vakıflar
Mehmet Bina
3 Mart 1924 tarihinde Şer'iye ve Evkaf Vekâleti kaldırılarak yerine, 429 sayılı Kanunla, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel müdürlüğü kuruldu.
Vakıflar, İslâm medeniyetinin en önemli özelliklerinden birini teşkil eden hayır müesseseleridir. Vakıf kelimesi “vakfedilen mal” anlamında isim olarak da kullanılır. Bu durumda çoğulu evkâf ve vukûf'tur. Vakıflar, İslam ve İslamdan önce var olan ve günümüze kadar, süregelmiş yardımlaşma ve dayanışma duygusunun kurumsallaşmış halidir. O halde vakıflar tüm insanlığın dünya ve ahirette saadetini, mutluluğunu gaye edinen bir sistemler bütünüdür.
*İlk vakıf, Hz İbrahim (as) zamanında kurulmuştur. Hz İbrahim (as) kendisini ziyaret ve imtihan için gelen meleklere, “Allah’ı zikredin size sürülerimi vereyim” demiştir. Gerçekten meleklerin Allah’ı zikretmeleri, sonucunda onlara sürülerini bağışlamıştır. Daha sonra melekler, “Biz meleğiz sürüleri istemeyiz” deyince, Hz. İbrahim (as); “Ben Allah’ın Haliliyim, verdiğim sürüyü geri almam” dedi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak kendisine bu malları vakfetmesini vahiy eyledi ve Hz. İbrahim (as) sürülerini vakfetti.
*İslâmiyet’te ilk vakıf, peygamberimiz (sav) tarafından, hicretin üçüncü senesinde Medine’de kurulmuştur. Peygamber efendimiz, kendi mülkü olan yedi hurmalığı müslümanlığı koruma maksadıyla vakfetmiştir. Hz. Ömer (r.a.) ın Hayber’in fethinden sonra ganimet olarak kendisine düşen bir arazinin satılmaması, miras bırakılmaması ve hibe edilmemesi şartı ile fakir, köle, misafir ve Allah yolunda olanların istifadesi için vermesi ilk vakıf olarak kabul edilmektedir. İslam tarihinde bu ve buna benzer örnekler çoktur.
*Bir gün Sahabeler toplanmış peygamberimiz (sa) in sohbetini dinliyorlardı. Sohbette, peygamber Efendimiz , Âl-i İmran Sûresi’nden şu âyet-i kerimeyi okudu.
“Muhtaçlara ve fakirlere yardım ederken malınızın kötüsünü değil de iyisini vermedikçe, olgun bir imana kavuşamazsınız. İmanda en yüksek mertebeye çıkmak istiyorsanız, yoksullara malınızın en hoşuna gidenini bağışlayınız.” (Âl-i İmran, 92)
Âyet-i kerimeyi büyük bir dikkat ve hassasiyetle dinleyenlerin içinde, Ebû Tâlhâ (ra) nın Medine’de Peygamberimizin mescidine yakın bir yerde, içinde altı yüz hurma ağacı bulunan pek kıymetli bir bahçesi vardı. (Şu anda Mescid-i Nebevî'nin içi olup arka taraftır). Ebu Talha ( ra) nın, peygamberimizi Sık sık dâvet ettiği, Resûlûllah’a burada ikramda bulunduğu güzel bir bahçedir.
Ebu Talga (ra) derin bir çoşku içinde âyet-i kerimeyi dinledikten sonra ayağa kalkarak şöyle dedi:
“Yâ Resûlûllah benim servetim içinde en kıymetli ve bana en sevgili olan, şehrin içindeki sizin de bildiğiniz bahçemdir. Bu andan itibaren Allah rızası için onu, Allah’ın Resûlüne bırakıyorum. İstediğiniz gibi tasarruf eder, dilediğiniz fakire verebilirsiniz.”
Bu sözleri söyledikten sonra Ebû Tâlhâ, sevinçli ve neşeli bir hâlle kararını uygulamak için Mescid’den çıkarak bahçeye doğru gitti.
Ebû Tâlhâ’nın hanımı Rumeysâ (Ümmü Süleym), bahçedeki bir hurma ağacının gölgeliğinde oturmuştu. Tâlhâ, bahçe duvarına kadar geldi ama içeriye girmedi.
Onun geldiğini gören hanımı Rumeysâ:
“Ebû Tâlhâ, duvarın dışında ne bekliyorsun? İçeri gelsene” dedi.
Ebû Tâlhâ: “Ben içeri giremem, Rumeysâ, sen de eşyânı toplayıp dışarı çıkar mısın?”
Rumeysâ r.anha (Ümmü Süleym) biraz şaşırdı:
“Neden, bu bahçe bizim değil mi?”
Ebû Tâlhâ:
“Hayır, artık bu bahçe bizim değil, şu andan itibaren Medine fukârasınındır” dedi. Sonra da, Hz. Peygamber’den dinlediği âyet-i kerimeyi ve verdiği kararını hanımına anlattı.
Rumeysâ hanım bu sözler karşısında, hiç tereddüt etmeden şunu sordu:
“İkimiz nâmına mı, yoksa sadece kendi şahsın için mi bağışladın?”
“İkimiz namına bağışladım” cevabını alınca da:
“Allah senden razı olsun Ebû Tâlhâ. Etrafımızdaki fakirleri gördükçe, ben de aynı şeyi düşünürdüm de sana söylemeye bir tülü cesaret edemezdim; Allah bu hayrımızı kabûl buyursun, bekle öyleyse bahçeden çıkıp ben de yanına geliyorum!” Buhâri, Müslim, Tirmizî).
Peygamberimizden (s.a.v) bizlere aktarılan bir hadiste şöyle buyrulmaktadır.
إذا ماتَ ابْنُ آدَم انْقَطَع عَملُهُ إلاَّ مِنْ ثَلاثٍ : صَدقَةٍ جارية، أوْ عِلمٍ يُنْتَفَعُ بِهِ ، أوْ وَلدٍ صالحٍ يدْعُو لَهُ
"İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amellerinin sevabı da sona erer. Şu üç şey bundan müstesnadır: Sadaka-i câriye, istifade edilen ilim, kendisine dua eden hayırlı evlat. (Müslim, Vasiyyet 14).
Nitekim Ashab-ı ikram'dan Cabir (r.a.) şöyle söylemiştir. “Resulullah (s.a.s.)’ın ashabı arasında gücü yetip de vakıf yapmayan hiçbir kimse kalmadı.” Buna en güzel Örnek, bir çok sahabenin ve Hz. Osman'ın yapmış olduğu hayırlar ve vakıflardir.
Hz. Osman (ra), Peygamberimizin emriyle, Medine’de Müslümanlar için bir çarşının kurulmasına öncülük etmiştir.
Yine Medine’de su sıkıntısı yaşayan Müslümanları, Peygamberimizin, ''Cennet karşılığında’' çağrısıyla bu sıkıntıdan Rume veya Ravme kuyusunu satın alarak kurtarmasıdır. Rume kuyusunun satın alınma hadisesi, Hz. Osman’ın ticari zekasına da güzel bir örnektir.
Şu anda Medine Ziraat fakültesi bahçesinde bulunan, Rume kuyusu bir Yahudi’ninmiş. Müslümanlar şu sıkıntısı çekiyor ve yahudi yüksek fiyatla suyu satmaktadır.
Hz. Osman Rume Kuyusunu satın almak için onunla pazarlık yapmış. Adam 50 bin dirhem demiş. Hz. Osman yarı hissesini, 12 bin dirheme satın almış. Böylelikle bir gün kuyuyu Yahudi, diğer gün de Hz. Osman işletecek. Ama Hz. Osman hakkını İslam Cemaatine vakfetmiş ve bütün Müslümanlar o gün sıraya girip, Rume kuyusundan ihtiyaçlarını ücretsiz karşılıyorlarmış. Hz. Osman kuyuyu kendisi satın alıp vakfetmesine rağmen, tüm Müslümanlar gibi sıraya girip, su ihtiyacını öyle karşılıyormuş. Hz. Osman’ın İslam cemaatine vakfettiği hiç bir şeyde asla gözü kalmamıştır. İşte zamanın Müslümanı, infak ahlakıyla ilgili buradan da kendisine güzel bir ders almalıdır. Müslümanların su günü bedava olunca, Yahudi zor duruma düşmüş. Müşterisi kalmamış. Müşterilerinin hepsi Müslümanların gününde sularını bedavaya karşılıyorlarmış. Yahudi Hz. Osman’a gelip, diğer hisseyi de almaz mısın, diye sormuş. Hz Osman neden olmasın, ne kadara verirsin, demiş. Yahudi tabi ki 12 bin dirheme demiş. Hz Osman olmaz demiş. 8 bin dirheme verirsen, alırım demiş. Başka çaresi olmayan Yahudi tüccar, kuyu hissesini mevcut değerinin çok altında hz. Osman’a satmıştır.
Hz. Osman’da böylelikle Rume kuyusunu Müslümanlara tamamıyla vakfetmiştir.
*Mescid-i Nebevi, zaman içerisinde Müslümanlara dar gelmektedir. Allah’ın Resulü, ‘'Kim mescidin yanındaki arsayı alıp, mescide bağışlarsa bu hayrından dolayı Cennette kendisine fazlasıyla karşılık verilecektir’' deyince, Hz. Osman, hemen mescidi genişletmek için bahse konu arsayı 20 veya 25 bin dirheme satın alarak Allah yolunda mescide bağışlamış. Böylelikle mescit daha da genişledi ve Müslümanlar bir daha Hz. Osman’ın sayesinde rahata kavuşmuş oldular.
Vakıflar tüm insanların istifade ettiği hayır yerleridir. Vakıflara bilmeden ihanet eden kişi, dünya da ve ahirette iflah olmaz.
Süleyman aleyhisselam ve serçe kuşu arasında geçen şu hadise çok ibretlidir:
Bir gün Hz. Süleyman serçe kuşunu (veya hüdhüd kuşunu) azarlamıştı. Bunun üzerine serçe, Süleyman aleyhisselamı tehdit etti:
“_ Senin saltanatını mahvederim!” dedi. Süleyman aleyhisselam:
“_ Senin sıkletin ne ki benim sarayımı mahvedesin!” dedi. O küçük kuş şöyle cevap verdi:
“_ Kanatlarımı ıslatır ve bir vakıf toprağına sürerim. Sonra da kanatlarıma bulaşan vakıf toprağını senin sarayının damına taşırım. Böylece benim taşıdığım o vakıf toprağı, senin sarayını çökertmeye yeter.”
Bu anlatılan kıssa, vakıf mallarının ne kadar ehemmiyetli olduğunu göstermesi bakımından çok mühimdir.
*Selçuklu'dan ve Osmanlı'dan günümüze toplumun ortak kullandığı bütün yapılar birer vakıf malı ve vakıf eseridir. Camiler başta olmak üzere medreseler, kütüphaneler, şifahaneler, hanlar, hamamlar, çeşmeler, köprüler, okullar, aşevleri gibi halka hizmet veren pek çok bina şahısların Allah rızasını gözeterek mülklerini vakfetmeleri ile kurulmuştur.