
İlk muallim
Mehmet Bina
İslâm tarihinin ilk öğretmeni, ilk mürşidi, ilk tebliğcisi, ilk Cuma namazının imamı, İslâm'ın ilk sancaktarı ve İslâm'ın ilk şehidiydi Mus'âb İbn-i Umeyr. O Uhud'da İslâm sancağını taşırken Resulullah'ı korumak için çırpınacak ve ona benzediği için müşriklerin hedefi olacaktı. Mus'âb İbn-i Ümeyr, Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem'in yetiştirdiği kahramanlardan biridir. O Mekke'nin en varlıklı ve saygın ailelerinden birinin yere göğe sığdıramadığı, Mekke'li kızların hayallerini süsleyen yakışıklı bir delikanlı olmasına rağmen her şeyi bir kenara bırakıp Allah ve Resulü'nü tercih etmiş, başta annesi tarafından birçok işkenceye maruz kalmasına rağmen davasından geri dönmemiştir.
İSLAMİYETE GİRİŞİ
Bir gece vakti Mus'ab arkadaşlarıyla Hacun Dağı'nda eğlenmekte idi. Arkadaşlarından biri ona: "Duydunuz mu Adulmuttalib'in yetimi Muhammed¸ ben Allah'ın peygamberiyim. Tapmakta olduğunuz bu putlar boştur. Hiçbir fayda sağlamaz. Allah ise birdir¸ her şeyi gören ve bilendir. Yaratan odur¸ ona ibadet ediniz." diyormuş diye bazı şeyler anlatı. Bütün anlatılanlar Mus'ab'ı çok etkilemesine rağmen¸ Mus'ab: "Susun bunları anlatmayın¸ bunlar bizim meselemiz değildir. Büyüklerimiz bunları düşünsün ve kararlarını versinler¸ biz eğlencemize bakalım." diyerek arkadaşını susturdu. Ama aklından da söylenenler asla çıkmadı. Eve geldi¸ sabaha kadar düşünmekten gözlerine uyku girmedi. Sabah olunca at yarışına gitti¸ her gün yarışta birinci olmasına rağmen o gece uykusuz olduğu için yarışı kaybetti. Fakat fazla üzülmedi. Daha sonra demirci Habbab b.Eret'in dükkânının önünden geçmekteydi. Mus'ab¸ dükkânın önünden geçerken Habbab:
– Ah Mus'ab bir elime geçse de ona İslâm'ı bir anlatsam¸ onu Müslüman olma şerefiyle bir şereflendirebilsem¸ İslâm ona ne güzel yakışır¸ diye düşünüyordu. O anda Mus'ab¸ Habbab'a uğrar bir bakar ki kızgın demiri elinde tutmaktadır. Onu bu hâlde görünce Mus'ab¸ ona şu soruyu sorar:
– Bu sıcak demiri nasıl elinde tutuyorsun elin yanmıyor mu? Habbab:
– Yüreğimde öyle bir yangın var ki bedenimdeki acıyı hissetmiyorum¸ der. Mus'ab¸ birden bu söz karşısında sarsılır.
– Benim de yüreğim yanıyor fakat senin kadar cesur değilim¸ senin gibi bu kızgın demiri elimle tutacak cesaretim yok. Sen bu cesareti nereden buluyorsun¸ der. Habbab tam fırsatı yakalamıştır. Ona İslâm'ı anlatmaya başlar. Nihayet Habbab b. Eret¸ o güne kadar İslâm'dan öğrendiği hakikatleri anlatırda anlatır. Sonunda Mus'ab:
– Muhammed nerede¸ beni oraya götür.
Habbab:
– Seni ona götüreceğim ama şimdi değil.
Mus'ab:
– O halde ne zaman götüreceksin?
Habbab:
– Mekke¸ öğle uykusunda iken sen Safa Tepesi'nde Erkam b. Erkam'ın evine gel¸ der. Bunun üzerine
Mus'ab:
– Yoksa Ebu Cehil'in yeğeni Erkam¸ Müslüman mı oldu¸ der. Habbab: "Evet" der.
Nihayet Mus'ab¸ öğle vakti Erkam'ın evine gelir. Habbab¸ kapıyı açar ve Mus'ab¸ Allah Rasûlunü görür görmez şehadet getirip Müslüman olur. İşte Habbab b. Eret¸ böylece Mus'ab b. Umeyr'in İslâm'a girmesine vesile olmuştur.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz, Mus’ab (ra) ile birlikte ilk îmân edenlerden biri olan Abdullâh bin Ümmi Mektûm’u da Medîne’ye Kur’ân öğretmesi için göndermişti. Mus’ab (ra)’ın Medîne’ye gidişiyle, insanlara okuma yazma öğretmesiyle islamiyet orada yaygınlaştı. Peygamber Efendimiz’in teblîğle vazîfelendirdiği bu genç sahâbî, insanlara Allâh’ın dînini anlatmak için gecesini gündüzüne katarak çalışmaya başladı. Mus’ab (ra)'ın gayretleri bereketiyle hidâyete nâil olan ilk bahtiyarlardan Es’ad bin Zürâre (ra), onu evinde ağırlıyor ve bütün çalışmalarında kendisine yardımcı oluyordu.
İslâm’ın Medîne’de bu şekilde hızla yayıldığını haber alan Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ve Mekkeli müslümanlar, son derece sevindiler, Öyle ki, o seneye “Sürûr Senesi” adını verdiler. Çünkü artık Medîne, İslâm’ın beşiği olmaya hazır hâle geliyordu.
Peygamberimiz (SAV), şöyle buyurmuşlardır:
“Ülkeler kılıçla fethedildi, lâkin Medîne Kur’ân’la fethedilmiştir.” (Bezzâr, Müsned, no: 1180; Rudânî, no: 3774)